Apartmanın önündeler sabahtan beri. Başlarındaki, ellerini kıçında bağlayıp
volta atıyor köşedeki tek göz dükkâna bakarak. Oysa bu yaşlarda sevda için
beklenir kapı önlerinde. Harlı bir soba gibi yakıp kavuran sevdalar için.
Galebe çalmak mı bunların ettiği? Zavallılar. Daracık pantolon üstünde.
Başlarındakinin. Paçalarını botlarının içine sokmuş. Montunun altında, sağ böğründe kabarıklık. Elini
atıyor sık sık oraya. Kavrıyor öfkeyle. Dirseği üçgenin tepe noktası sanki o
anda. Batıcı. Zafere giden yolda tek dayanağı o kabarıklık.
“Emaneti unutma” demiştir Allah’ın belası arkadaşları onu
buraya yollayıp kabarmış öfkesini harlarken.
Pencereden seyrediyor yaşlı kadın. Kaygıyla girip çıkıyor
odalara. Elleri belinde. Tekrar bakıyor aşağıya balkonun soğuk tırabzanlarına
yaslanarak. “Kana susamış” diyor başlarındakine bakıp hayıflanarak. Mahallenin
öbür evlerinde oturanlar da biliyor bu deyimi. Çoğu zaman yerli yersiz
kullanıyorlar anlatmak istedikleri meseleye insani boyut katmak, tehlikeye
dikkat çekmek için. Üst
kattaki adam. Bilgisayarının başında. Az evvel yazdığı makalenin içine düştüğü
cümlenin harflerini kalın yazı tipine çeviriyor. Koltuğunda geriye yaslanıp
elleri başının üstünde okuyor sonra “Kana
susamak.” Gerçek gırtlağınıza dayanıp kâğıt üstünde
bırakabilir tüm akılcı sözleri. Az evvel yaşlı kadın ilkin aşağıda bekleyenlere, sonra balkondan seyredenlerin
gözlerinin içine bakarak bu cümleye sığındığında,
pencereleri kapatıp kapıları kilitlediler bir bir. Aslında iyi insandı hepsi
de. Evine barkına bağlı, işinde gücündeydiler. Sokak kedilerini besledikleri
bile görülürdü. Onları beslemekle kalmaz sosyal medya hesaplarından her gün bir
başka pozunu paylaşırlardı bu sevimli hayvanların. İnsanlık zahirî bir alanda mı tartılıyor artık? Az önce basamakları indi yaşlı.
Kalabalığı yararak başlarındakinin önünde durdu. Sakindi önce. Sonra bastonunu
yere vurarak bir şeyler anlattı. Başlarındakine. Dinledi bir süre, öfkeyle
kolunu kaldırdı “Evine git!” dedi yaşlı kadına. Arkasını dönüp adamlarının
arasına karıştı. Adamları mıydı onlar gerçekten? Birkaç saat önce yalnızdı oysa
kapı önünde. Başlarındaki. Sonra bağıra çağıra o küçük dükkânın kapısını
göstermişti yoldan geçenlere. Uzaktan baksanız dünyanın en ateşli konuşmasını
yaptığına inanırdınız. Ellerini kaldırıyor, başını yılan gibi uzatıp çekiyordu.
Yoldan geçenlerin koluna yapışıp kapı önüne getiriyordu zorla. Gerginlik devam
ediyor aşağıda. Pek öyle
korkmuşa benzemiyor yaşlı kadın. Görmüş geçirmiş, korkuları yenmiş sanki. Evin
içinde dolaştı bir süre. Çalışma masasının üzerine döktüğü kalemlere göz attı.
Rafları dolduran kitaplar. Küçük kağıtçıklar yapıştırılmış sayfalara. Altları
çizilmiş cümlelerin. Okudukları, çizdikleri yetmemiş de kenara not düşmüş bir
de. “Hükmü var mı şimdi sözcüklerin,”
dedi içinden. Duvardaki fotoğrafları inceledi kaygısını az da olsa savuşturmak
için. Beyaz yaka, siyah
önlük çocuklar. Oğlanlardan biri elini kıçına atarak dolanana benziyor.
Başlarındaki yani. Bir diğeri dükkânda ablukaya alınan. Uzak ülkelerden kaçıp
bu tek göz dükkâna sığınan. İçerideki.
İki erkek. Biri içeride biri dışarıda şimdi. Tuhaf bir çaresizlik gelip oturuyor yaşlı kadının içine. Dün beş altı
aylık bebesini sırtına sararak çıkmıştı o tek göz dükkânın kapısından
içeridekinin karısı. Dileniyor evet. Kocası kendisi, bir bebek iki küçük çocuk.
Dileniyorlar. Ne oldu ne yaptılar da bu öfke, bu hayvani saldırganlık birleşti.
Ayrı ayrı olsalar da yekpare bir bütünmüş gibi kabarıp sönen bir kalabalık bu.
Yıkıcı, tehlikeli. Mutfağa geçti. Aklı karmakarışık. Kafesin köşesine sinmiş
birer kuştur şimdi çocuklar. Dükkân kafes. Gözlerini pörtletmiş, gazete
yapıştırılmış camlara bakıyorlardır sindikleri duvar dibinden. Bebe ağlamasın
diye memesini dayamıştır belki ağzına içeridekinin karısı. Titriyordur kadın da.
Su yüzeyine bırakılmış sessizce süzülen yaprak gibi değil. Acı rüzgâra tutulmuş
titremekte. Adam çaresiz. İçerideki. Geçen defa polis çağırdı, olmadı. Eğilmiş,
sinerek kapı arkasına kadar geldi. Gazetenin ucunu yırtarak açtığı delikten
dışarıyı seyrediyor. Kalabalık artıyor. Çocuklar bile, ellerini içeridekilere
doğru uzatarak bağırıyor. Dillerini bilmese de seziyor. Sözleri zifir. İyi kötü
kendi ülkelerinde yaşarken, evlerindeyken yani. Bahçedeki elma ağacı düşüyor aklına,
bir gece ağacın altında bulduğu çulluk. Göç mevsiminde sürüden kopmuştu belli.
Çocuklar uzun gagasına hayretle bakıp kalmışlardı kuşu avuçlarının arasına alıp
eve getirdiğinde. Yarası neredeydi, hatırlamıyor şimdi. O da çocuklar gibi uzun
gagasını mıhlamış aklına. Kahverengi kırçıllı tüylerini. Avucunu dolduran dolgun
gövde sıcacıktı. Korkulu gözlerle bakıyordu kuş. Kendisini avuçlayan eller dost
mu düşman mı bilemiyordu belli. “Annem” diye bağırarak sevmişti karısı kuşu.
“Yaran nerede, göster hadi bana” demişti avuçlarının arasına alıp başına
yumuşak bir öpücük kondururken. Lokmaları ağzında eritip kuşa vermişti günlerce
de gülmüştü adam. Yavru değildi ki o. Ama kadın anlamıyordu işte. Şimdi duvar
dibinde titremekte çocuklar. Şefkate vakit yok. Sözcükler gerilmiş sapan taşı
nicedir. Fırlayıp düştükleri yeri yakıyor. “Yaran nerede?” diyemiyor çocuklara.
Tüm bu kalabalık toplanmadan önce onların çocuğunun oyuncağını çalıp gelmiş
içeri. Oğlan. Zeytin gözleri ışıl ışıl yanıyordu kapıdan girerken.Çok kızdı görünce.
Okkalı bir tokat indirdi yüzüne. Kolundan tutup savurdu duvar dibine. Anasının
kanadına sığınmak istedi çocuk ama o da usulca iteledi öte yana. Büzülüp kaldı
oyuncak elinde. Sürünerek uzaklaşıyor kapıdan. Oğlanın hıçkırıkları hâlâ
dinmedi. Ah arkadan çıkabilecekleri bir yer olsa. Savuşup kaçsalar
sessizce. Başlarındaki camları indirip içeri girdiğinde. Elindeki taşı öfkeyle
sıkarken baksa ki kimsecikler yok ortada. Masallardaki gibi kuş donuna bürünüp
uçup gitmiş tüm aile. Kenarda kalan tencereleri tekmelese. Duvardaki çivilere
asılı çarşafları yere atsa. Zalimliği abartılıymış gibi gelse de size…Odanın
köşesine kapkacak arasına bırakılmış bıçağı alıp beline takıyor. Yeniden kapının
ardına emekliyor adam.
Telefonu çeviriyor yaşlı kadın umutsuzca. “… Karakolu buyurun,” diyor karşıdaki ses. Aceleyle anlatıyor aşağıda olanları. “İçeride üç de çocuk var,” diye ekliyor çabuk harekete geçsinler diye. “İsminiz?” diyor karşıdaki. İsmini söylüyor kadın duvardaki fotoğraflara bakarken. Adam kapatacakken tekrar soruyor kaygıyla. “Ne zaman gelirsiniz?” “Sadece siz misiniz, dünya kadar olay var hanımefendi” diye paylıyor görevli memur. Üçüncü arayışı bu. Her seferinde başka isim veriyor yaşlı kadın. Gelen giden yok. Pencere önüne gidiyor yine kaygıyla. Kalabalık irinli su birikintisi gibi çalkalanıyor. Tek bir el gibiler artık, tek bir ağız. Azgın su gibi yıkacaklar çalkanıp taşarak her yanı. Kollar havada küfürler savruluyor. Balkona çıkıyor yaşlı kadın eğilerek yolun sonuna, polis otosunun geleceği yöne bakıyor. Kimsecikler yok. Kalabalığın içinden biri. Gencecik senin ya da benim oğlum belki de. Öne fırlıyor. Ağzından tükürükler saçarak konuşuyor. Sokağın kenarında kalan arsaya koşuyor sonra. Çocukların maç yaptıkları yer burası. Apartmanların arasında kalan bir avuç toprak. Boş arsada bir şeyler aranıyor. Kalabalık ona çevirmiş bakışlarını, ilk hamleyi bekliyor belli. Sorgusuzca düşecekler hemen ardına. İrice taşı kapıp koşuyor delikanlı, savuruyor dükkânın kapısından içeri. Kırık cam parçaları etrafa saçılıyor. Ok yaydan fırladı. Kırılan yerden elini sokup kapıyı açıyor delikanlı. Başlarındakine yol veriyor kapının ağzında durarak. “Yakın” diye bağıran bir ses duyuluyor arkalardan “Yakın hepsini” Başlarındaki arkasına dönüp sesin geldiği yöne doğru gülümsüyor. Balkonlar boş. Yaşlı kadın kar tanesi gibi erimekte.
ŞENAY EROĞLU AKSOY
Öyküleri ve çeşitli edebiyat yazıları kitaplık, Notos,
Özgür Edebiyat, Sözcükler, BirGün Gazetesi Kitap Eki'nde
yayımlandı/yayımlanmakta. Evlerin Yüreği adını verdiği öykü dosyası 2012
yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. 2013 Haziran ayında
Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan Yeraltına Mektuplar adlı kitapta Onat
Kutlar'a yazdığı mektupla, 2013 Ağustos ayında Aylak Adam Yayınları tarafından
basılan Bağzı Şeylere Öyküler adlı kitapta "Uzun ve Yoksul" adlı
öyküsüyle, 2014 yılında Alakarga Yayınları tarafından basılan Karla Karışık
adlı kitapta "Pencere" adlı öyküsüyle, 2015 yılında Notos Yayınları
tarafından yayımlanan Geri Dön Hayat adlı seçkide "Mavi" adlı
öyküsüyle yer aldı. Gece Çığırtkanları adlı ikinci öykü kitabı 2015 yılı Ekim ayında
Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı. 2016'da Evlerin Yüreği adlı öykü
kitabının ikinci baskısı yine Yapı Kredi Yayınları tarafından yapıldı.
Videoda öyküyü Derman Gülmez seslendirmiştir.
İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Son Uyku
‘Her yeni güne sevgiye başlarsın, annem sen benim yanıma kalansın...’ başımı yavaşça önüme eğdim ve...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Otobüs yolculuğu...
Erkeklerin çok normal karşılanan yüksek sesli konuşmalarını, kahkahalarını, kadınlar aynı rahatlıkla...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Sis
Korkmuştum bu mektupları aldığımda. Manyak mıdır nedir bunları yazan? Anlamamıştım ya yazılanların ç...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.