On dokuzuncu yüzyılda kadın çalışanların sadece işini değil, günlük yaşamlarını, davranışlarını ve kimliklerini de denetlemeyi birlikte getiren şirkette barındırma modeli modernleşen ekonominin diğer sektörlerinde de denendi, en çok da büyük mağazalarda. Paris’in büyük mağazalarındaki satıcı kızların büyük çoğunluğu taşralıydı ve işverenlerin sunduğu odaları kabul etmekten başka şansları yoktu. Sürekli denetim altında olan bu kızlardan bekâr kalmaları istenirdi; evlilik, işten atılmanın nedeniydi. Avrupa’nın diğer kesimlerinde de durum aynıydı. Örneğin Bohemya’da kadın öğretmenlerin ve memurların 1919’a kadar evlenmeleri yasaktı. Özel sektörde kadın santral memurları, daktilocular, satıcılar ve garsonlar evlendiklerinde işten ayrılmak zorundaydılar. Bazı Alman eyaletlerinde ve Viyana’da evlilik yönetmeliklerinin yoksul erkeklere evlenme izni verdiği, belli bürokrasilerin evlilik kotaları dayattıkları ya da erkek çalışanların evlenmeden önce yönetimden izin almalarını şart koştuğu da doğrudur. Yine de, evlilik ile çalışmanın bağdaşmazlığı öncelikle kadınlar için geçerliydi. Dahası, hemşireler, öğretmenler ve sosyal hizmet çalışanları da dâhil, bir tür hümanist ideali cisimleştiren mesleklere bir tür laik rahiplik gözüyle bakılması gerektiği düşüncesine yol açtı. Kısaca, çalışma tercihi ya da ihtiyacı kadınları mesleğe karşı aile seçeneğiyle, yaşamların ve sosyal kimliklerini şekillendiren bir tercihle karşı karşıya bıraktı. Ve tüm engeller yasal da değildi: Sosyal değişime direniş de güçlü bir faktördü.
Tüm Avrupa ülkelerinde önde gelen kadın işvereni olan devlet, aynı zamanda önde gelen bekârlık ‘teşvikçi’siydi de. Bu görünge Fransa, İngiltere, Almanya ve Norveç’teki posta işçileriyle ilgili olarak özellikle ayrıntısıyla incelendi. Örneğin bu yüzyılın bitiminde Fransız hükümetince istihdam edilen kadınların yüzde 53,7’si, buna karşın erkeklerin yüzde 18,9’u bekârdı. Bekâr kadınların sayısı( evlenmemiş ya da dul) daha iyi ücret ödenen pozisyonlarda daha fazlaydı; oysa bekâr erkeklere çoğunlukla düşük ücretli işlerde rastlanmaktaydı. Beyaz yakalı kadın işçiler mavi yakalı taydaşlarından daha geç evlenme ve onların sahip olduklarının yarısı kadar çocuğa sahip olma eğilimindeydi. Açıkça, bekârlık ile nitelik düzeyi arasında bir ilişkiden kuşkulanmak için epeyce neden var. Birleşik Devletler’de 1870 ile 1900 yılları arasında yüksekokuldan mezun olan kadınların yüzde 75’i evlenmedi. Fransa’da, kadınlar için ortaöğretimin ilk yirmi yılında okullardaki kadın öğretmenlerin ve yönetici personelin yüzde 62, ‘i evli değildi. İlköğretimde oran bir o kadar yüksekti ve dikiş, jimnastik ve resim öğretmenleri arasında oran yüzde 75’i geçmekteydi. Yirminci yüzyılda çok sayıda kadın yükseköğretime ve üst düzey görevlere girince, iş ile bekârlık arasındaki bu bağlantı sadece yoğunlaştı.
Kaynak: Kadınların Tarihi, Cilt IV, s. 405
İlgili haberler
Kadınlar Karl Marx’a ne borçludur?
Bundan tam 118 yıl önce Zetkin’in, Marx’ın ölümünün 20. yılında kaleme aldığı ‘Kadınlar Karl Marx’a...
GÜNÜN BELLEĞİ: Adı hep Tomris Uyar
Hakikatin kat kat katlandığı çağda Tomris Uyar için öykü yazmak hakikati asıl yüzünü bulma isteği gi...
GÜNÜN BELLEĞİ: Osmanlı’da ilk makine kırma eylemle...
Makine kırıcılığı anlamına gelen ‘luddist hareket’ işçilerin çok düşük ücretle ve ağır koşullarda, u...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.