Şiddetin içe kanayan yanını anlatıyorum, dinleyin...
Bir arkadaş ziyareti, sokakta el ele yürümenin cesareti, parkta konudan konuya bir muhabbetin gösterdikleri... Hepsinde içimizde kanayan bir şeyler açığa çıkıyor. Şiddet; hepsinin ortak adı oluyor.

Arkadaşımı ziyarete evine gidiyorum. Beni evin girişinde bekleyen arkadaşımla dostça selamlaşıp kucaklaşıyoruz. Elimi bırakmıyor, salondaki masanın başına kadar gidiyoruz el ele. Masa üzerinde orta büyüklükte bir tarafı gül desenli ince şık beyaz bir tabak var. Tabağın içinde siyah güzel şekil verilmiş bir yiyecek. “Of be! Bu ne, içi tatlı mı, nasıl acaba?” diye düşünüyorum. Tabağın içine bakıyorum. İçimden pasta olsaydı diye geçiriyorum.

“Masada lezzetli kokular, nefis tatlar hissediyorum ne yaptın ki?” diye soruyorum arkadaşıma. “Sen geleceksin diye döktürdüm bilsen neler neler var. Ağlayan pasta bile yaptım” deyince düşünüyorum bir an. Tabaktaki pastanın üzerindeki çikolatalar arkadaşımın gözyaşları olarak canlanıyor hayalimde. Pastanın bile ağlamakla adlandırılması, türkülerimiz, ağıtlarımız, oyun havalarımızın bile acıyı, hasreti yansıtması geliyor aklıma.

Koltuklara yerleşiyoruz karşılıklı. Hem televizyonu izliyor hem de dertleşiyoruz. Arkadaşım “Televizyonlarda seyredilecek düzgün bir program yok. Çok kanal ve çok program var. Kimi çocuk kaçırıyor, kimi kayıp çocuk buluyor, kimi evlendiriyor, ayırıyor. Savaş ve şiddet dizilerinden başka bir şey yok. Hangi kanalı açsan nereye baksan şiddet. Medya bize psikolojik şiddet uyguluyor” diyor.

Ben başlıyorum konuşmaya: “Seni çok huzurlu buldum. Nasıl anlaşılır bilmiyorum ama, sanki ayrılık rahatlatmış seni, kendine gelmişsin.” Arkadaşım ilk doğumdan sonra görme kayıplarının başladığını, ikinci doğumda daha da hızlanmasıyla iyice görmez olduğunu, görme yetisini kaybettiğini anlatıyor. “Benim gözlerim görmez oldukça o asabileşti. Sevecen insan gitti, yerine beni aşağılamaya başlayan, kendini üstün gören biri geldi. Alkol almaya; alkol aldıkça da alkolün arkasına sığınarak daha çok aşağılama 'Düş yakamdan' demeye başladı. Fiziki şiddete kadar varmıştı yaşadığım şiddetin boyutu. Ben ‘Çocuklarım’ diyor, yutkunuyordum. Ama çok ağır geliyordu bu sözler, üstelik en sevdiğinden gelince çok daha acıtıyor.”

ACIYARAK BAKAN GÖZLER...
“Sonra düştüm yakasından” diyor arkadaşım.
Hemen aklıma toplum içine çıktığımızda yürürken eşim ile ellerimizin sevgi ile tutuştuğunu görenlerin bize tebessümle selam verişlerini hissettiğim aklıma geliyor. Ezici çoğunluğu el ele tutuşmayan eşlerin olduğu sokaklarımızda, insanlar uzaktan önce yadırgıyor benim görmediğimi hissedince. Acıma ile bize bakıyorlar. İşte tam bu noktada sevgimizi göstermek üzere genç aşıklar gibi el ele veriyoruz. Umarım ellerimiz kalbimizin ve sevginin dili oluyordur.
Çikolata eriyor, yani pasta dağılıyor. Duygularımız harmanlanarak arkadaşımın evinden ayrılıyorum.

ASIL ENGELLİ OLANLAR, ENGELLİLER Mİ?
Evime doğru giderken parkın içinden geçiyorum. Parkta spor yapan kadınlardan biri “Ne yapıyorsun Gül?” diye sesleniyor. Sese doğru yöneliyorum, selamlaşıyoruz. Kızı arkadaşım, o da engelli. “Ne yapıyor” diye soruyorum. “Üniversite son sınıfta okuyor, KPSS’ye hazırlanıyor. İnşallah kazanacak” diyor. Bu habere ben de çok seviniyorum. Oradan buradan konuşup gülüşüyoruz. Dilim durmuyor tabii, soruyorum: “Arkadaşları var mı, dışarı çıkıyor mu?” Anne sesine gururlu ve kibirli bir ifade katarak çevremizdeki kadınların duyacağı şekilde sesini yükselterek “Çok şükür benim kızım hiç engelli gibi değil. Arkadaşları arayıp dışarıya çıkalım diyorlar. Allah razı olsun onlardan kafeye, alışveriş merkezlerine gidiyorlar.” Mutlu oluyorum ama bir eksiklik hissediyorum. “Hiç engelli arkadaşı var mı?” soruma “Yok” karşılığını alıyorum. O “yok” sanki “Olmasına gerek yok” anlamında gibi çıkıyor. “Biz onun her ihtiyacını karşılıyoruz” cümlesi geliyor peşi sıra. O anne sırf çocuğu engelli olarak algılanmasın, onlar etraftan herhangi bir söz duymasınlar diye, belki de utanç duyduğu için kızının engelli arkadaşlar edinmesini istemiyor. Bir insanın kendisi olmasından uzaklaştırılması da bir şiddet biçimi değil midir, sorarım size? Yetmiş yaşındaki görme engelli ablam “Elli yaşıma kadar engelsiz gibi yaşamamı direttiler. Bütün hayallerimi yerle bir ettiler. Elli yaşımdan sonra baston kullanmaya başladım. İşimi buldum ama bir eşe, hayalimdeki çocuğa kavuşamadım” demişti bir zamanlar... Onun sözleri geliyor aklıma. Bir de yatılı körler okulu. Okuduğum yatılı okulda tatil başladığında arkadaşlarım çoğunlukla evlerine gitmek istemezlerdi. Çünkü gittiklerinde engelliliklerinden utanılır; “Misafir geldiğinde odaya kapatılıyoruz” diye ağlarlardı. Bir de komşuların “Allah o aileye cezasını vermiş; anne, baba kim bilir ne günah işlemişler de çocukları engelli olmuş” deyip kendi hallerine şükür ettiklerini anlatırlardı.
Şiddet dedik ya, şiddetin görünmeyen yanı, içe kanayan tarafı. İşte en kötüsü de bu.

İlgili haberler
Birbirimizle daha fazla konuşmalıyız

Müftülere nikah yetkisi verilmesini okurlarımız çevresindekilerle konuşup tartışıyor. Genellikle içe...

Tüküreyim bahtına: BAHTINUR

İzmir’e ayak bastıktan on gün sonra doğmuş Bahtınur. Adını babası koymuş, bahtı bize benzemesin, nur...

Ankara'da 'Ekinoks' zamanı

Ankara Katliamında bir bacağını kaybeden ama umudunu hiç kaybetmeyen Günay Karakuş sergisinde yer al...