Kadın Saçı belgeselinin senaristi Tülin Tankut’la konuştuk: Saç’ın dili
Yazar, Senarist Tülin Tankut ile 'Kadın Saçı' adını taşıyan yeni belgeselini, saçın nasıl kültürel ve politik bir sembol haline geldiğini konuştuk.

Saç… Vücudun bir parçası… Peki, ne oldu da saç bir cinsiyetin en ayırt edici sembolü haline geldi? “Saçı uzun, aklı kısa”… Hele rengindeki mesajlar: Kızıl dişilik, şehvet ve güzellikle ilişkilendirildi. Sarı aptallıkla… Bir zamanlar içinde şeytanın gizlendiğine inanılan saç, biyolojik bir gerçekten çok daha fazlası; kültürel bir dil, politik bir sembol olageldi...

Yazar, Senarist Tülin Tankut, "Kadın Saçı" adını taşıyan yeni belgeselinde, bu derin konunun izini sürüyor. Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın 35. yılına bir armağan olarak hazırlanan bu çalışma, kadın sorunlarını alışılageldik tartışmaların dışına çıkarak "beden" ve "saç" ekseninde ele alıyor.

Belgesel, saçın "erotikleştirilmesinden" erkeğe hizmette "süpürge edilmesine", tarih boyunca bir denetim ve cezalandırma aracı olarak kullanılmasından Türkiye'nin yakın tarihine damga vuran başörtüsü tartışmalarına kadar pek çok kritik noktaya temas ediyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü öncesinde gösterime girecek belgeselin, yönetmeni Ozan Turgut ve Genel Koordinatörü Özge Karslıoğlu.

İlk gösterimi 18 Kasım'da Beyoğlu Pera Müzesi Oditoryumu’nda yapılacak belgeseli, Yazar, Senarist Tülin Tankut ile "saç dili"nin bir iletişim aracı olarak gücünü konuştuk.

Belgesel fikri nasıl doğdu? Kadın sorunlarını neden saç üzerinden ele alma gereği duydunuz?

Otuz küsur yıllık kütüphane gönüllüsüyüm. Gönüllülükten öte bir belgesel yapmak benim hayalimdi. Gösterimden önce izleyeceğimiz tanıtım filminde de vurgulandığı gibi, Kadın Eserleri Kütüphanesi otuz beş yılda çok önemli işler başardı. Kadınları aynı çatı altında topladı. Kuruma destek veren, hak arayışında kadınların yanında duran erkeklere kapılarını açtı. Bağımsızlığını korudu. Toplumsal cinsiyet eşitliği yönündeki çalışmalarıyla ülkedeki demokratikleşme mücadelesine katkı sunarken ön yargılardan uzak yaklaşımıyla toplumun güvenini kazandı. Sonunda kentin belleğinde yerini aldı.

Erotik bir sembolden, saçını süpürge etmeye

Belgesel yaklaşık bir saat gibi, oldukça uzun olduğuna göre saç hakkında bilmediklerimizi de içeriyor olmalı. Nasıl bir yöntem izlediniz metni yazarken?

Biyolojiden hastalık ve sağlığa, modaya, kültür- sanata, izleyiciyi ilgilendiren konularda bilgilendirmeye çalışmakla birlikte ağırlığı “saç dili”nin bir iletişim aracı olarak kullanılmasının üzerinde durdum. Erkekler ama özellikle kadınlar toplumda, saçlarına göre değerlendirilirler. Örneğin kadın saçı erotikleştirilir, erkeği baştan çıkardığı gerekçesiyle eleştirilir. Madalyonun öbür yüzü de kadının erkeğe hizmetinde saçını süpürge etmesidir. Baş örtüsü kullanmamanın tek tanrılı dinlerde bir de günah boyutu olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Kesilmesi, cezalandırma aracı

Sözlerinizden saçın daha önce kültür tarihi içinde ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın ele alınmış ve haliyle cinsiyetçi bir bakış açısıyla incelenmiş olduğu anlaşılıyor.

Oysa saçın, tarih boyunca farklı kültürlerde kaydedilen değişimlerin kadın ve erkekler üzerinde bir denetim, bir cezalandırma aracı olarak  -saçın, bireyin özgür iradesi hiçe sayılarak kesilmesi gibi-  kullanıldığını görüyoruz. Her iki cinse uygulanan bu şiddet biçiminden kadınlar cinsiyetlerinden ötürü daha çok zarar görmüşlerdir.

Kadın saçı, Türkiye’deki başörtüsü tartışmalarını getiriyor akla. Belgeselde bu konuya da yer vermiş olmalısınız.

Kısaca değinmek gerekirse; ülkemizdeki genel anlayış ekonomik, siyasal, kültürel nedenlerle bağlı olduğumuz Batı’dan tümüyle kopmamamız yönündedir. Nitekim küreselleşmenin de olumlu- olumsuz değerlerini kolayca benimsedik, muhafazakâr kesim de hayatın akışı içinde kendini gidişata ayak uydurmaya çabaladı. Bana gelince; kızların eğitim hakkının ve kamusal alanda yerlerini almalarının engellenmesine karşı çıkan biri olarak, başörtülü hemcinslerimizin toplumdaki “yaşayan gerçekliğine” saygılı olmak düşüncesindeyim. İnançlarını reddetmiyorlar- zaten bu beklenemez- ancak zihinlerindeki “seküler özü”, duruşlarıyla gerek özel alan gerekse kamusal alanda ortaya koyuyorlar. Eğitim, istihdam vb. talepleriyle onlar, değişim ve dönüşüm potansiyellerinin ne denli güçlü olduğunu sergiliyorlar. Belgeselde bu konuya içtenlikle ve sınıfsal yorumlara değinmeyi de erteleyerek yalnızca kadınlardan yana taraf olarak yaklaştığımı sanıyorum.

'Ortak bir zemin oluşturmaya çalıştım'

Çalışma sürecinde Türkiye’deki çeşitli kültürlerin temsiliyetiyle ilgi olarak zorlandığınız oldu mu?

Kutuplaşma tuzağına düşebilir; çeşitli kültürlere sahip kadınlar arasında hoşnutsuzluğa yol açabilirdim. İtiraf etmeliyim ki, doğma büyüme İstanbullu olduğumdan bu topraklardaki çeşitli kültürlere yabancıyım. Ayrıca kapsamlı bir çalışma bir belgesele sığmazdı. Dolayısıyla çalışırken, üzerinde tüm kadınların uzlaşabileceği ortak bir zemin oluşturmaya çabaladım. Araya “kaçak”lar sızmışsa affola.

Belgeselin, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne yakın bir tarihte gösterime girmesi rastlantı mı?

Elimizde olmayan nedenlerle gösterim bir hayli gecikti. Sonrasında, 25 Kasım’ı bilinçli olarak seçtik.

Son olarak, kadına yönelik şiddet hakkında neler söylemek istersiniz?

Kadına yönelik erkek şiddetini koruyan inanç, yasa ve kurumlar, faaliyetlerini terk etmedikleri sürece bu sorun bitmeyecektir; çünkü politiktir; ülkeler arası görece farklılıklara karşın dünya kadınlarının tümünü ilgilendirir. (Bu bazen psikolojik şiddettir, bazen kadın sünneti gibi fizikseldir, bazen de cinayet şeklindedir.) Yönetmen kabul etseydi belgesele çizgi filmlerde, mağara adamının kadını saçlarından sürükleme sahnesinin bitimine, çağdaş toplumda aktivist kadının polis tarafından aynı muameleye maruz bırakılması görseli eklenecekti. Değişen ne, şiddetin şekil değiştirmesinden başka? Ama karamsarlığımı dağıtan olaylara da rastlamıyor değilim. Mesela, Gaziantep’te bir kuaför çocuk yaşta evlendirilen kızların saçını ve makyajını yapmıyormuş.       

Kolaj: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Tülin Tankut’un not defterinden korona günleri

Sevgili Tülin Tankut, korona günlerinde kadınlarla ilgili her gün yeniden tartışılan ama yeni olmayan pek çok meseleye dair tuttuğu notları Ekmek ve Gül’le paylaşıyor.

Tülin Tankut anılarıyla Leyla Erbil'i anlattı

Tülin Tankut, doğum gününde -12 Ocak- anılarındaki Leyla Erbil'i Kadın Eserleri Kütüphanesi'ne yazdı.

GÜNÜN KİTABI: Tülin Tankut’la ‘Serbest Düşüş’

Tülin Tankut’un kadın emeğinden şiddete, tacize, medyanın kadın kimliğinin oluşumuna etkisinden modaya, kozmetiğe, politikaya pek çok konuda düşüncelerini içeren Serbest Düşüş raflarda.


Editörden