Yalnızdı Itır… Boşanalı iki yıl olmuş, kendi haline bıraksalar, memnundu yaşamından! Devlet memuru, öğretmen Itır! Kocası çalışır diye ummuş, iki yıl dayanmış, sonunda çul çaput ne topladıysa, kapıya atmıştı kendini… Bir ev kiralamış, eski kötü demeden, ikinci el eşyalarla döşemişti… Bir kanepe, bir yatak, bezden bir dolap, masa, iki sandalye, bir de kitaplık ona yetmişti… “En azından kafamı dinlerim; azken az, çokken çok yerim, koca kahrı çekip, üstüne bir de onu beslemeyeceğim!” İş arasa da bulamasa, sabrederdi belki! Kendine baktırdığı gibi, ailesine de baktırıyordu…
“Canım istediğinde yemek yapacağım, istediğimde yiyecek, yatacak, istediğimde temizlik yapacak, yıkanacağım… Hürüm artık! Kavga gürültüden de kurtuldum! Eski kocamın ‘kayın’ sıfatıyla; sınırsızca hayatıma giren, her türlü müdahaleyi kendinde hak gören, o boş insan kalabalığından da! Bir taşla kaç kuş! Daha iyisi can sağlığı! O da yerinde şimdilik! Otuz iki yaşımdayım, yolun yarısı bile değil! Oh be!” diye düşündü.
Saçları düz kestaneye boyalı, iri zeytin gözlerini çatı gibi kaplayan hilal kaşları, güldüğünde elmacık kemikleri pembeleşen; kısa boyuyla çıtı pıtı, hafif etine dolgun, bakımlı bir kadın… Yıllar onu henüz eskitmemiş! En çok yıpranan organı beyindi onun… Çok sinir ilacı içti! Evliliğinde de ayrılığında da… Ayrılık süreci de evliliğe dahil değil miydi? Yeni boşandığında içmiş ağlamış, ağlamış içmişti… Pişmanlık duymuş, alışkanlıklarını aramış, içindeki ateşin küllenmesi epey zaman almıştı! İki yıl üzerinden toz bulutu gibi geçip, gitti! İşine gidiyor, öğrencileriyle vakit su gibi geçiyor, mesleğini seviyordu…
Çevre rahat bıraksa… Ev sahibi türlü bahanelerle arıyor, rahatsız ediyor… Biraz deli dolu Itır, sonunda patladı ev sahibine. Kira sözleşmesi bitmeden, çıkmayacağını söyledi o evden. Ödemelerini de banka hesabından yapıyordu düzenli! Ev sahibini şimdilik def etmişti başından ama, bununla bitmiyor ki kapıcısı, komşusu, esnafı… Bir de meraklı komşular… Evini gözlüyor, gireni çıkanı ablukaya alıyor, hem de kendi kocaları için tehlike görüyorlar “dul kadın”ı… Üstelik bütün bunlar, büyük bir sanayi kentinde yaşanıyor! Apartmanlarla örülü, kalabalık bir semtte…
Baba evine de sığamıyor Itır! Boşandığı zamanlar bir süre ailesiyle kalmış, bekarlığındaki rahatlığı bulamamıştı. Ailesinin istemediği bir evlilik yapmıştı… Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Ne annesi ne babası ne de kendi! Hayat, değişim üzerine kurulu değil miydi zaten? Ailesinin ufacık sözleri bile, ona farklı anlamlar yükletiyor; intikam aldıklarını, onu yerdiklerini düşündürüyordu. Yaptığı hatanın bedelini ödüyor gibi... Böyle seziyordu! Duygularının gerçekliğiyle değil, hissettirdikleriyle ilgiliydi! Bazen, haksızlık yaptığını düşünmüyor da değildi. Boşanmasıyla biten kavgalar, ailesiyle yeniden baş gösterdi. Yarı küs, yarı kızgın ayrıldı, hiç yerleşemediği baba evinden. Ailesi, kızlarını yanlarında istese de olmadı. “Maddi hürlüğün verdiği güveni, başka hiçbir şey veremez... “Kimseye eyvallahım yok! Parmağıma taktığım prangayı zaten söküp attım” diye düşündü. Yine de ailesinden kopamadı, ara sıra ziyaretlerine gitmeden, aramadan yapamadı...
Evrensel boyutlara ulaşan ‘koronavirüs’ salgını, onu bir başına kalmaya zorladı. Süresiz okullar tatil ediliyor, ‘açılacak!’ dendiği tarihte açılmıyor; erteleniyor ya da kısa süreliğine açılıp, tekrar kapanıyor… Uzaktan eğitimle, internet başında öğrencilerine tarih anlatıyor, bir yandan da kendi tarihini yazıyordu. Bir yıldan fazla zaman böyle sürdü… Yalnızlık, pençesini takmış bir canavar gibi, tutmuş bırakmıyordu yakasını… Kendini günlerce odaya kapıyor; perdeleri sıyırmıyor, sigara dumanında camı dahi açmıyor, geceyle gündüzün ayırdına varamıyordu… Böylesi anlarda, zamanda kayboluyor gibiydi!
Itır’ın evine giren birini görmeyiversinler; namus bekçileri üşüşüyordu başına. “Ne de olsa dul kadın, önüne gelenle yatar!” deniliyordu. Halihazırda kadına zor olan hayat, “dul”a daha zordu! Zaman zaman, içinde büyük boşluklara düşüyor; yaşamına son vermeyi geçiriyordu aklından… Cesaretle korku arasında, ikircikte kalıyordu. Bir şeye tutunmak, nefes almaya devam etmek için, bir sebepti aradığı… Bulamadıkça karanlık duygularının içine hapsoluyordu! Hiçbir dönem böylesine anlamsızlaşmamıştı! Her zaman bir mum ışığı tadında da olsa umutluydu!
Tükenmekteydi! Bir kavram kargaşası içinde, doyumsuzlukla baş başaydı! Deli gibi kendini yemeğe veriyor, şişmanlıyor; sonra da zayıflamak için, günlerce açlıkla kıvranıyordu… Ya günlerce uyuyor, yataktan çıkmıyor ya da eve girmek bilmiyordu… Kısa süreli, peş peşe ilişkiler yaşıyor; bazense bir arkadaşla konuşmak bile ağırlaştırıyordu onu… Sabahlara kadar, zil zurna, sarhoş olana kadar içiyor; kimi zaman da bir yudum, ağzına süremiyordu… İntiharı düşünüyor, bir gıdım soluğu kendine fazla görüyor; bazen de yaşamayı kanıksıyor, sıkı sıkı tutunuyordu... Kimi zaman yeniden yuva kurmayı hayal ediyor, geceleri yastığını paylaştığı bir nefes ararken kimi zaman da en büyük huzuru, yalnızlığında buluyordu… Bir yandan anneliği de tatmak istiyordu. Kavram kargaşasının belirgin, kanlı canlı örneğiydi Itır! Bir uçtan bir uca yaşamaktı onunkisi!
***
Yağmurlu bir sonbahar günü sokakta gezerken, -yağmurda yürümeyi severdi- kestane ağacından damlayan suların ıslattığı çalılıkta, üşümüş, titreyen kara bir kedi gördü! Boynunu bükmüş, miyavlayarak yardım istiyor gibiydi! Yavru kediciği kucağına alıp, montunun içinde evine götürdü. Karnını doyurdu, ona yuva verdi. Kısa sürede can yoldaşı, her şeyi oldu! Adını ‘sokak’ koydu… Onunla oyunlar oynuyor, geceleri koynuna alıp yatıyor. Bir çocuk bakmanın sıcaklığında, bir can… “Annem!” diye seviyor, sahipleniyordu… Arayıp da bulamadığını ‘Sokak’ta bulmuştu! Aşırılıklarını, bu yavruya vermişti...
Gün geçtikçe kilo alıyor, aslan yavrusuna benziyordu Sokak. Fazlaca şımartıldığından mı, tabiatından mı; sahibine, istediğini yaptırmakta ustalaştı! İstediği yerde, istediği vakit, kıvrıldığı yerde keyif sürüyor... Canı istemedi mi yemiyor, nazlandırılmayı umuyordu! Itır, bu durumdan hiç şikayetçi değildi! Hoşuna gittiği bile söylenebilirdi… Tapıyordu bu kediye adeta! Itır’ın ilgisi, Sokak’ın şımarıklığında şekillendi… Biri sıcak bir yuvaya kavuşmuş, diğeri de bir dost bulmuştu!
Asfalt yolların buza kestiği karlı bir kış günü, yanına aldığı kedisi ve deneyimleriyle salgına rağmen, taşındı o semtten Itır… Sokak’la yeni bir hayat kurmak için… Gittiği yerde evli olduğunu, kocasının uzakta olduğunu söyleyecekti… Yalandan parmağına taktığı yüzüğüyle!..
İLKNUR ÇAKMAKKAYA TÜRKER KİMDİR?
Üniversite mezunuyum. Çalışmıyorum. Okula giden iki oğlum var. Eşim fabrika işçisi. Ben daha önce özel dershanede bilgisayar öğretmeni olarak görevde bulundum. Uzun zamandır öykü, şiir yazıyorum. Bir de bitirdiğim romanım var. Hiçbiri yayımlanmadı… Kısaca herkesçe biriyim.
Görsel: Pixabay
İlgili haberler
Çiçek
Hiçbir şey bıraktığı gibi değil Çiçek’in! Ne insanlar ne arabalar ne çevre ne de para!.. Bütün kavra...
Ezberin ötesi berisi: Gönül
Klasik bir töre, namus anlatısına sıkıştırılan ve bunu belli bir coğrafyayla özdeşleştiren senaryola...
Ayşe büyüdü
Bir Bulutun Ardında, erkek egemen sisteme direncin, umudun, kardeşliğin, ufuktaki ışığın öyküsüdür.....
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.