Şule Çet, Aysun Yıldırım, Duygu Delen, Esin Güneş, Sezay Koçak Özahi, Aleyna Çakır, Nadira Kadirova, Şeyda Yılmaz, Esra Hankulu, Yeşim Akbaş, Rojin Kabaiş… Bu kadınların hepsi hayatını kaybetti ve ölümleri şüpheli. Ölümlerinin ardından “Balkondan düştü” ya da “İntihar etti” iddiaları ortaya atıldı. Ancak bu şüphelerin bazıları aydınlatılmadı, bazılarının ise yargılama aşamasında cinayet olduğu ortaya çıktı. Çocuklarını, kardeşlerini şüpheli ölümlerde kaybeden ailelerin sorusu ise ortak: Adalet nerede?
Yeşim Akbaş öldüğünde 26 yaşında hayat dolu bir genç kadındı. Manisa’da yaşadığı polis lojmanında 14 Nisan 2023’te başından vurulmuş olarak bulundu. Şüpheli olarak yargılandığı davada ifade veren polis sevgilisi Doğancan Y. “intihar” iddiasında bulundu, yerel mahkeme savcılık mütalaasını yok sayarak beraat kararı verdi. Savcı mütalaasında olay yerindeki bulgu ve delillerin intihar iddiası ile örtüşmediğini belirtmişti. Adli tıp raporuna göre de Akbaş’ın tırnakları arasında failin DNA’sı vardı.
‘ELİNE HİÇ SİLAH ALMAMIŞTI’
Akbaş’ın ailesi ve avukatları Yeşim Akbaş’ın ölümünün intihar olmadığını ispatlamaya çalışıyor. Annesi Aysun Akbaş kızının hayata sımsıkı bağlı olduğunu vurgulayarak adaletin sağlanması için kararlı olduklarını belirtiyor. Yeşim’in ölümünden dört gün önce kendilerini faille tanıştırdığını anlattı: “İlk defa tanıştık ve ‘Kızınız bana emanet, başına bir şey gelmeyecek’ dedi. Bu söz beni ürküttü. Dört gün sonra jandarmadan kızımızın vurulduğunu öğrendik.”
“Yeşim güzellik uzmanıydı, kendi iş yerini açtı. Erkeklere bağımlı kalmamayı, kendi ayakları üstünde durmayı bildi” diyen Anne Akbaş, kızının daha önce hayatında eline hiç silah almadığını, nasıl kullanılacağını dahi bilmediğini söyledi. Kızının ölümünün aydınlatılması için destek çağrısı yapan Anne Akbaş “Adalet sağlanmalı ki başka aileler de aynı acıyı yaşamasın” dedi.
DELİLLER KARARTILDI; MAHKEME KALKAN OLDU
Akbaş Ailesinin avukatı Hazal Kısa Bilici sanık polisin dava sürecindeki çelişkili ifadelerine dikkat çekti. Sanığın başta “Banyoda buldum” dediğini ancak daha sonra “Silahla oynuyordu, kendini yaraladı” dediğini ifade eden Av. Bilici, “Yargılama aşamasına geliyoruz burada da ‘zaten psikolojik sorunları vardı, intihar etti’ diyor. Dolayısıyla sanık zaten baştan beri çelişkili beyanlarda bulunuyor. Halbuki Adli Tıp Kurumu raporlarında Yeşim’in kanında herhangi bir antidepresan etken maddesine rastlanılmadığı açıkça belirtilmesine rağmen sanığın suçtan kurtulmaya yönelik beyanları çarpıtılmış bilirkişi raporlarıyla desteklenmeye çalışılıyor.” dedi.
Suç aleti olan silahın da polisler tarafından bir havluya sarılarak polis aracının torpido gözüne konulduğunu söyleyen Av. Bilici, “Nasıl bir mantıksa polislerden birinin ifadesinde var; sanığın sağ eline kolonya dökmüşler. Atış yapmış olacağı eline kolonya dökülüyor” dedi. Ama failin tırnaklarının arasında hala Yeşim’e ait kan izleri olduğunu söyleyen Bilici, “Sanık olaydan sonra kıyafetlerini değiştirmiş ve delillerin bir kısmını yok etmeye çalışmış. Ayrıca ‘Koltuğun üzerindeki beyaz havluyu aldım kafasına dayadım. Tampon yapmaya çalıştım’ diyor. Olay yeri fotoğraflarına baktığımızda havlu bembeyaz duruyor” dedi. Av. Bilici, delillerin karartılmasında rolü olan polisler hakkındaki suç duyurusu talebinin de mahkemece reddedildiğini vurguladı.
Sanığın geçmişteki şiddet eğilimlerinin göz ardı edilmesi gibi birçok eksiklikten söz eden Bilici, sanığın eski eşine karşı şiddet uyguladığını ve bu duruma dair soruşturmaların yapıldığını belirtti.
Mahkemenin hızlı bir yargılama süreci yürüttüğünü belirten Bilici, üç duruşma sonunda davanın sonuçlandığını kaydetti. Mahkeme heyetinin “şüpheden sanık yararlanır” ilkesiyle sanığın beraatine karar verdiğini dile getiren Bilici, bu şüpheli durumunnin sanığın olay yerinde bıraktığı izlerin yanı sıra, olaydan sonra üstünü değiştirmesiyle de ortayadan kalktığını çıktığını belirtti. Buna rağmen Mahkeme heyetinin sanık aleyhine delilleri görmezden geldiğini; atış açısı ve atış türünün, sanığın yüzündeki tırnak izine benzer taze yaranın, Yeşim’in otopsi raporunda yer alan boğuşma izlerinin, Yeşim’in sol eli tırnaklarında sanığa ait doku parçalarının, kasten değiştirilen olay yerindeki ikinci mermi şüphesinin değerlendirilmediğini ifade etti. Bilici, İstinaf mahkemesine başvurduklarını ve dosyada var olan eksikliklerin giderilmesini umduklarını belirtti.
10 AYDA 184 ŞÜPHELİ KADIN ÖLÜMÜ!
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre, Türkiye’de 2024’ün ilk 10 ayında 184 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkan Yardımcı Avukat İrem Esra Kömürcü faillerin delil gizleme ve intihar süsü verme çabalarına işaret ederek savcıların etkin soruşturma yürütmemesinin şiddet eylemlerini ve şüpheli ölümleri artırdığını vurguladı. Bazı faillerin cinayet öncesinde “Deliller nasıl gizlenir” veya “Nasıl intihar gibi gösterilir” gibi aramalar yaptığına dikkat çeken Kömürcü, 25 yaşındaki Ceren Ünal’ın şüpheli ölümü sonrasındaki yargılamaya dikkat çekerek “Savcılık telefonun şifresinin kırılamadığını söyleyerek telefonu açtırmadı ve dava hızlıca kapatıldı” dedi. Ceren Ünal’ın evine polisten önce failin girdiğini ve polisler hakkındaki şikayetlerin işleme konulmadığını söyleyen Kömürcü, “Cezalandırılmayan her eylem güçlenerek yeniden üretilir” ifadelerini kullandı.
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının kadın cinayetlerinin artışı yönünde etkisi olduğuna dikkat çeken Kömürcü, Pınar Gültekin’in katilinin mahkeme salonunda sarf ettiği “İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıran Cumhurbaşkanına teşekkür ederim” sözlerini hatırlattı. 2020 yılında Ankara'da Aleyna Çakır’ın evinde ölü bulunduğunu hatırlatan Kömürcü, “Aleyna’nın ölümünün ardından intihar ettiği öne sürüldü. Ancak, olay öncesinde Aleyna'nın Ümitcan Uygun tarafından darbedildiği ve şiddet gördüğü görüntüler ortaya çıktı” dedi. Aleyna Çakır dosyasında da benzer ihmaller yaşandığını söyleyen Kömürcü, apartmanın girişindeki güvenlik kamerası kayıtlarının yeterince incelenmediğini, raporlar arasındaki çelişkilerin açıklanmadığını ifade etti. Kömürcü, cinayet bürosu polislerinin bile olay yerini doğru düzgün incelemediğini, bu durumun Türkiye’deki birçok kadın cinayeti davasında benzer şekilde yaşandığını dile getirdi.
Özellikle Şule Çet davasını örnek gösteren Kömürcü, kamuoyunda kadınların mücadelesiyle gündem olan davanın özel bilirkişi raporları sayesinde çözüldüğünü, ancak Antep’te şüpheli ölüm sonucu hayatını kaybeden 17 yaşındaki Duygu Delen’in davasında bu tür şanslarının olmadığını ifade etti. Duygu Delen’in erkek arkadaşının evinden düşerek ölümü sonrası açılan davada, cinayet ve cinsel istismar suçlarından beraat eden Mehmet Kaplan, yalnızca “konutta yağma” suçundan 10 yıl hapis cezası alarak tahliye edildi. Kömürcü, “Maktule mezardan çıkıp kendisini anlatamıyor. Mahkeme heyeti de sağ kalan erkeğin ‘hayatını karartmamaya’ odaklandığı için, dosyadaki tek somut delili, elbette kendisini koruyan failin 'intihar etti' beyanı olarak değerlendiriyor” dedi.
Mine Nur Ala davasına da değinen Kömürcü, Mine’nin öldürülmeden önce defalarca kolluğa başvurmasına rağmen, bazı şikayetlerinin polisler tarafından kayda dahi alınmadığını vurguladı. Kayda alınan şikayetler mahkeme hakimine hatırlatıldığında ise hâkimin “Biz buraya polisleri yargılamak için gelmedik” cevabıyla olayın üstünün kapatıldığını ifade etti. Bu örneklerin şüpheli kadın ölümleri için de geçerli olduğunu belirtti.
Kömürcü, devlet kurumlarının kadın cinayetleri verilerini sağlıklı bir şekilde tutmadığını, şüpheli kadın ölümleriyle ilgili ise hiçbir çalışmanın yapılmadığını söyledi. “Failler durmaksızın kadınları katletmeye devam ediyor, çünkü bu sistemi besleyen bir siyasi yapı var. Devlet, kadınların ölümünü durdurmak yerine gizlemeyi tercih ediyor. Şüpheli ölümler veri olarak tutulmadığı için, devlet bu cinayetleri görmezden gelerek kendini sorumluluktan kurtarıyor” dedi.
'DEVLET ÖLÜMÜ DURUDMAK YERİNE GİZLİYOR'
Devlet kurumlarının kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri verilerini sağlıklı şekilde tutmadığını ifade eden Kömürcü, şüpheli kadın ölümleriyle ilgili de hiçbir çalışma yapılmadığını anlattı: “Failler durmaksızın kadınları katletmeye devam ediyor, çünkü bu sistemi besleyen bir siyasi yapı var. Devlet, kadınların ölümünü durdurmak yerine gizlemeyi tercih ediyor. Şüpheli ölümler veri olarak tutulmadığı için, devlet bu cinayetleri görmezden gelerek kendini sorumluluktan kurtarıyor.”
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.