Güvencesiz, sigortasız çalışan tekstil işçisi kadınlar: ‘Asgari ücret bile almıyoruz, ek zam hayal!’
İstanbul’da tekstil atölyelerinin yoğun olduğu Bahçelievler Zafer Mahallesi’nde sokak sokak atölyeleri gezdik, işçi kadınlarla konuştuk.

Tekstil iş kolunda çalışan 2 milyondan fazla işçi Türkiye’deki en güvencesiz iş kollarından birinin tekstil olduğunu söylüyor. Düzenli sigortalı çalışma koşullarının olmadığı, iş sağlığı, güvenliği ve çalışma şartlarının denetiminin yapılmadığı ve işçilerin patron tarafından kolayca işten çıkarıldığı tekstil iş kolu kadınların da çok fazla çalıştığı bir alan.

İstanbul’un Zafer Mahallesi’nde, peş peşe dizilmiş irili ufaklı tekstil atölyelerini gezdik. Sokak sokak gezerken kuytu köşeden, bodrum katlarından gelen dikiş makinelerinin sesi duyuluyor. Zafer Mahallesi aslında daha çok nakış atölyelerinin olduğu bir mahalle, ama şimdi tekstilin birçok etabı ve kademesindeki işler yapılıyor. Camları ve kapıları kapalı bodrum kattaki atölyelerin karanlığı ve havasızlığı “ekmek parası ya” diyen işçiler için tek seçenek.

‘YÜZ PARÇAYA SADECE 25 LİRA ALIYORUZ’

Mahalleyi geziyoruz. Birçok atölyenin kapıları kapalı ama içeriden sesler geliyor. Bir atölyenin içine giriyoruz. Usta başına kadınlarla konuşmaya geldiğimizi söyleyince yüzü düşüyor. “Çalışıyoruz, kadınları meşgul etmeyin” diyor kaşlarını düğümleyerek. “Mola arası gelsem peki” diyorum. “Saat 1’de gel ama oyalama işçileri” diyor. Mola saatine henüz yarım saat var. İlerliyoruz. Küçük bir dükkan, tül perdeler ile camları kapatılmış, içeride 6 kadın harıl harıl çalışıyor.

İçeri giriyorum, “Biraz sohbet etmek istiyorum” dediğimde Ceylin gülümsüyor, “Yardım edeceksen olur” diyor, başlıyor anlatmaya: “Biz temizleme işi yapıyoruz. Çalışıyoruz ama yine evi geçindirmeye gücümüz yetmiyor. Parça başına para alırız. Sigortamız yok, güvencemiz yok. Bir gün iş varsa belki diğer gün yok. Çok şükür yine iş olsun da.” Küçük, ensiz, uzun bir dükkanda gri renkli tişörtlerin temizlemesini yapıyor kadınlar. Güneş’in iki küçük kızı var tezgah üzerinde oturan. Onlara baktığımı fark edince “Onlar benimkiler” diyor. “Okul, ana okul tatilde ya, bırakacak yerim yok geliyorlar benimle buraya. Tozun içinde kalıyorlar ama yapacak başka bir şey yok ki. Nereye bırakayım?” diyor Güneş.

“Geçim zor mu?” diye soruyorum. Çalışan başka bir kadın işçi “Çok zor. Artık bunu söylemekten bıktık ama çok zor. Biz 100 parça başına 25 lira ücret alıyoruz. Her gün 300-400 iş bitirebiliyoruz. Bu da en fazla 100 lira yapıyor. Düşünsenize günlük 100 lira ile ne yapabilirsiniz? Mecburuz o yüzden çalışıyoruz” diyor bir yandan tişörtleri temizlerken.

ZAM SADECE PATRONUN CEBİNİ BESLİYOR

“Asgari ücrete zam geldi. Sizler günlük ücret alıyorsunuz ama sizin ücretlerinize zam gelmedi mi?” diye soruyorum. Zehra tişörtleri çuvala doldururken “Hiç zam yapılmadı. Biz sadece markete, pazara, kiraya, faturalara gelen zamdan yararlandık. Ama patron kendi sattığı malları zam yaparak satıyor. Onun cebine zamlanmış ücret giriyor ama bizim ücretimizi 2 kuruş artırmıyor” diyor. “E ne olacak bu memleket hali” diye soruyorum. Ceylin “Memleketin hali hal değil ama ne yaparsak da biz yapacağız. Bakalım ne olacak” diyor. Espriler dönüyor. “Kolay gelsin” deyip dükkandan çıkıyorum.

Sokaklarda gezmeye devam ediyoruz. Kimi atölyelere girip kadınlarla konuşmak istediğimi söylediğimde ustabaşı kovmaktan beter ediyor. Bir atölyede ustabaşı “Buradaki kadınlar konuşmaz. Onları rahatsız etme” diyerek kadınlara soru sormama bile izin vermiyor…

13’ÜNDE 15’İNDE, OKUL YERİNE TEZGAH BAŞINDA!

Saat öğlen 1, mola saatini sorduğumuz atölyeye gidiyoruz. Bodrum katta olmayan nadir yerlerden biri. İşçi sayısı az değil. Yemeğe giden kadınların bazıları hemen işe dönmeleri gerektiğini söyleyerek sohbet etmeye vakitlerinin olmadığını söylüyor. Atölyenin içine giriyorum iki kadın ayakta sohbet ediyor. “Yemeğe gitmediniz mi” diye soruyorum. “Yok biz yemeyeceğiz” diyor Kübra ve Aysel. Konuşmaya başlıyoruz. “Tekstilde çalışmak nasıl?” diye soruyorum. Kübra “Çok sıkıcı, zor bir meslek. En kötüsü de küçük yaşlardan itibaren sırf geçim derdi yüzünden buralarda çalışmak zorunda kalıyoruz” diyor. Kaç yaşında olduğunu soruyorum ona. “17 yaşındayım ve bir senedir burada çalışıyorum. Okumak istememe rağmen buradayım. Çünkü geçinemiyoruz” diyor.

Aysel 28 yaşında. “Sizin tezgahlar nerede” diye soruyorum. Hemen yanındaki overlok makinesini göstererek “Tanıştırayım. Benim 15 yıllık makinem” diyor. “Ne kadar uzun zamandır bu işi yapıyorsun genç yaşına rağmen” diye tepki veriyorum. Aysel gülüyor, “Az önce Kübra’nın bahsettiği çocuk işçilerden biri de bendim. Henüz 13 yaşındaydım bu atölyeye geldiğimde. Okula gidemediğim için çok mutsuzdum ama insan alışıyor” diyor.

“Burada herkes sigortalı mı çalışıyor?” diye soruyorum. Kübra tam kaşını kaldırırken Aysel es verip evet herkes sigortalı diyor. Sorumdan tedirgin olduklarını anlıyorum. Sesimi biraz kısarak konuşuyorum. “Herkes asgari ücret mi alıyor?” diye soruyorum. Aysel “Ben bilmiyorum” diyor ama Kübra “Hayır herkes aynı ücreti almıyor. Özellikle küçük yaşta olanlar asgari ücretin çok altında çalışıyorlar” diyor.

‘EK ZAM OLSA BİLE ALIM GÜCÜ DÜŞECEK’

“Tekstilde çalışmak size nasıl hissettiriyor?” diye soruyorum. Aysel’in yüzü düşüyor. “Sence tekstilde çalışan biri ne kadar mutlu olabilir? Etrafında baksana. Nefes darlığı, toz, boyun fıtığı, parmaklara batan iğne izlerinden başka bir şey yok. Ama ne yapalım ki mecburuz. En azından hiç yoktan iyi. Eve ekmek parası götürüyoruz” diyor.

Molanın bitmesine az kaldığından yavaş yavaş küçük yaşta çocuklar geçiyor makinelerinin başına. Kimi ütüde kimi de ortada iş dağıtmaya devam edecek moladan sonra. Kübra’ya “Sen değiştirmek istesen neyi değiştirirdin?” diye soruyorum. “Bence her çocuk okumalı” diye başlıyor anlatmaya: “Küçük çocuklar ufacık vücutlarıyla bu atölyelerde çalışmaya başlıyorlar. Özellikle kız çocukları için gerçekten çok zor süreçler bunlar. Ben 17 yaşındayım benim vücudum kaldırmıyor, 10 yaşındaki çocuklarınki nasıl kaldıracak? Biz her gün 12 saat çalışıyoruz. Sadece haftada bir gün tatilimiz var. Bu kadar uzun saatli çalışma çocukları çok kötü etkiliyor” diyor Kübra.

Aysel “Ekonominin durumu ortada. Ücretlere zam yapıldı ama bir o kadar da alım gücümüz indi. Artık para derdi, neye, nasıl para yetişecek derdi çekmek istemiyorum. Ücretlerimiz arttı ama bu ücret hayatımızı sürdürmeye yetmez mutlaka yine artması lazım” diyor. Aysel tam ücretler daha da artmalı dediğinde ek zam taleplerini hatırlatıyorum. “Ek zam talebi sonrası işten çıkartmalar artacak deniyor. Özellikle geçtiğimiz aylarda birçok tekstil işçisi işten çıkartıldı. Sizin ya işten çıkarılırsam diye kaygınız yok mu?” diye soruyorum onlara. Aysel “Ben uzun yıllardır bu atölyedeyim. Zannetmiyorum ki beni işten çıkarsınlar. Ama tabii yeni işe başlayan çocukları veya kadınları işten çıkartabilirler” diyor. Kübra sanki daha endişeli bu konuda. “Bence de ilk daha küçük yaşta olanlar işten çıkarılır. Ama zaten asgari ücret bile birçok kişiye ödenmiyor ki. Yani ek zam gelse de onun işverenler açısından bir anlamı olmadığı için aynı şekilde ücret vermeye devam edecek. Ama sattığı ürünlerin fiyatına zam yapacak. Ben işten çıkarmalar olmaz demiyorum. Böyle giderse alım gücü düşecek ve patron kârı düştüğü için işçiyi işten çıkaracak” diyor endişeli yüz ifadesiyle.

EVDE YA DA ATÖLYEDE, HER TÜRLÜ GÜVENCESİZ ÇALIŞMA!
Mola zamanı bitiyor. Atölyeden çıkıyoruz. Yine Zafer Mahallesi’nde atölyeleri gezmeye devam ediyoruz. Bir atölyeye daha giriyoruz. Bir önceki atölyeden daha küçük bir atölye. Sadece bir kadın var içeride makine başında çalışan. Krem renginde pantolonların cebini dikiyor. “Diğer herkes molada mı?” diye soruyorum. “Evet yukarıda yemek yiyorlar” diyor. Sohbet etmeye başlıyoruz. “Günde kaç saat makine başındasın?” diye soruyorum. O da “Ben çocuğum için sadece yarım gün çalışabiliyorum. Çocuğum okula gidiyor onun için o okuldan çıktıktan sonra ona bakmam lazım. Bırakacak kimsem yok çünkü. Şimdi de ara tatil hepten zorlanıyorum. Bugün komşuya bıraktım da yarın mecbur yanımda getireceğim” diyor. Cepleri peş peşe dikiyor.
Ona “hep tekstilde mi çalıştın?” diye soruyorum. “Yok ben yeni yeni atölyede çalışıyorum. Eşim mobilya işçisi, bir süredir onun maaşı hiçbir masrafımıza yetmiyor. O yüzden atölyede çalışmaya başladım. Her gün 5 saat çalışıyorum. Önceden de evde boncuk işi falan yapıyordum ama onun ücreti yorulmasına değmezdi” diyor.

  PATRON KORKUSU SUSKUNLUĞA SEBEP

Çok çekinerek konuşuyor. “Herkes sigortalı mı çalışıyor?” diye soruyorum. Üst katı göstererek “Ben bilmiyorum ama atölyelerde sigortalı çalışan sayısı çok az. Patronum ve eşi de şu an yukarıda yemek yiyorlar ve muhtemelen bizi duyuyorlar” diyor çekinerek. Kaş göz yapıyor. Sesini iyice kısarak “Ya şimdi iş bulmak hiç kolay değil. Böyle şeyleri konuşursak ve duyarlarsa kesin beni işten atarlar” diyor. “Peki, senin hakkında konuşalım” karşılığını veriyorum.
“Yaşam koşulları nasıl değişir?” diye sorduğumda “Biraz da bize bağlı ama herkes ağzını açmaya korkuyor, ben dahil. Çünkü işsiz kalma şansımız yok. Tek değiliz ailemiz ve çocuklarımız var. Susmayı çocuğumuzun aç kalmasına tercih ediyoruz. Ama bu koşulların değişmesi lazım. Ben sadece gelen seçimlerin bu meseleyi çözebileceğini düşünmüyorum. Ülkedeki ekonomik kriz çözülmediği müddetçe kim olursa olsun bizim durumumuz düzelmeyecek” diye cevap veriyor.

  Atölyeden çıkıyoruz. Molalar bitmiş, dikiş makinelerinin sesleri yine duyuluyordu her taraftan.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül-Canva