Şimşek-Erdoğan programının kadınların üzerine yüklenen mali yükü, uzun süredir “Kadınların istihdamını arttırıyoruz”, “Kadınların çalışmasında kolaylık sağlıyoruz” gibi cümlelerle perdelenmeye çalışılıyor. Ancak bu sözlerin gerçeği yansıtmadığını, gazetemizin sayfalarında pek çok kez gördük. Patronların işlettiği döngü tam olarak şöyle: Kıdemli işçiyi at, İŞKUR’dan çok daha ucuza çalışan kadın işçi işe al, birkaç ay çalıştırdıktan sonra kıdemi artmadan işten çıkar, örgütlenmenin önüne geç...
Bu döngü genelde kadın işçiler açısından mobbing, şiddet gibi birçok unsurla beraber ilerliyor. İstanbul’un Esenyurt ilçesi birçok kadın işçiyle komşuluk ettiğimiz, yan yana gelme fırsatımızın olduğu, en çok işçi ve emekçinin yaşadığı ilçelerden biri. Bu sefer hikayemizin ana karakteri Ece.
Beş ay önce tazminatsız bir şekilde işten atılan Ece’nin yaşadığı iş bulma, barınma ve geçim derdi yukarıda bahsettiğimiz döngüyü apaçık ortaya seriyor.
Metal, gıda, plastik gibi sektörlerde çalışan Ece’nin son bir buçuk yılı daha da çetrefilli geçmiş. Bir buçuk yıl önce çalışma koşulları diğer fabrikalara nazaran daha “iyi” olan plastik sektöründe bir fabrikaya başvurmuş ve orada çalışmaya başlamış. 1200 kişilik, plastik ambalaj üzerine üretim yapan fabrikada çalıştığı süreci şöyle anlatıyor: “Fabrikada çalışıyor olmak birçok yere göre daha iyi. Hatta orada ücretlerimiz 25-26 bin lira civarındaydı ve özel sağlık sigortası vardı, 3 maaş ikramiyesi vardı ama fabrikaya girince olumsuzlukları daha iyi görüyorsunuz. Bize insan değil, makine muamelesi yapıyorlardı resmen. ‘Zam isteyen makineye geçer’ dediler, halbuki makineye geçmek çok daha zor ve sorumluluk istiyor. Son altı ay operatörlük yaptım, ‘Sistem değişti’ deyip o zammı da vermediler. Zaten üç yıl öncesine kadar kadın çalışan yokmuş, günlük çalışmaya gelenler oluyormuş.”
Canımıza ve ilişkilerimize kasıtlı saldırı
Ece işverenin işçiler üzerinde ciddi bir baskısı olduğunu söylüyor ve bu baskının işçiler arasında da büyük bir rekabete ve güvensizliğe yol açtığının altını çiziyor. “Mesela ben bana verilen 100 bin adedi tamamlamaya çalışırken bir diğer arkadaş makinenin standart hızını yükseltip fazla adet çıkarıyor ve aslında kendince iyi bir şey yapıyormuş gibi görünse de en başta zaten iş güvenliğini yok sayıyor. Benim de o adedi tutturmam için makinenin hızını artırmam gerekiyor, yöneticilere söylediğimde de beni ‘Bakacağız, kontrol edeceğiz’ gibi laflarla geçiştiriyorlardı. Hatta yöneticiler fazla adet çıktığında tebrik mesajları gönderiyorlardı ama hiç kimse ‘Bu üretimin adedi makinenin veriminden nasıl daha yüksek çıkıyor?’ demiyordu. Çünkü onlar da biliyorlar nasıl olduğunu. Hatta işlerine geliyordu. Yaratılan bu rekabet ortamı hem canımıza hem birbirimizle kurduğumuz ilişkilere kasıtlı bir saldırıydı.”
Depremde fabrikada çalışmaya itiraz etti, işten atıldı
İstanbul’da yaşanan depremlerden birine fabrikada yakalandıklarını ve büyük endişe duyduklarını anlatan Ece şöyle devam ediyor: “Depremden bir gün sonra öğrendik ki beyaz yaka personel fabrikaya gelmemiş ve evden çalışmaları için izin verilmiş. Biz de ‘Beyaz yaka personel insan da, onların çoluğu çocuğu, ailesi var da bizim yok mu?’ dedik ve biz de çalışmak istemediğimizi söyledik. Bizi başta dinlemediler, biz de makinelerimizi kapattık ve bahçeye çıktık. Yöneticimiz geldiğinde de kaygımızı, endişemizi söyledik. Aldığımız cevap ise şu oldu: ‘Sizin kaygılanacağınız bir şey yok, burası güvenli. Bu binanın nesinden korkuyorsunuz? 1999 depremini yaşamadınız mı?’ Fabrika güvenli olabilir ama bizim ailelerimizin oturduğu evler güvenli değil, ufacık bir sallantıda trafik kilitleniyor. Bunları düşününce korkuyoruz dedik. Yöneticimiz de bana, böyle konuşarak insanları galeyana getirdiğimi söyledi. Sonrasında ise tahmin edersiniz ki göze batan işçi oldum ve ilk fırsatta tazminatsız şekilde ve Kod 46 ile işten atıldım.”
İşçinin, “İşverenin güvenini kötüye kullanmak”, “Hırsızlık yapmak”, “İşverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması” anlamına gelen Kod 46, patronların en sık kullandığı sopalardan biri.
Aynı pozisyon, erkeklere göre daha az maaş
Tek başına İstanbul gibi bir şehirde yaşamaya çalıştığını ve bunun zorluğundan bahsederken, özellikle bir kadın olarak daha çok zorlandığını anlatıyor Ece. İşten atıldıktan üç ay sonra ise bir gıda fabrikasında işe başlamış. Şu an halihazırda çalışıyor ancak orada da kadın olmasından kaynaklı birçok ayrımcılığa maruz kalıyor. Ece’nin şimdi çalıştığı fabrika, İSO ikinci 500’de yer alan, 130’dan fazla ülkeye ihracat yapan büyük bir fabrika. Ece yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Burada herkes yapılan tüm baskıya boyun eğmek zorunda kalıyor. Özellikle kadınlar hiç ses çıkaramıyorlar. Kimisi 50-60 yaşında ve ‘İşten çıkarılırsam başka yerde iş bulamam’ korkusu yaşıyor; kimisinin ev kredisi, borcu harcı var, ‘Altından kalkamam’ diyor. Kimisi 15-20 yıldır orada çalışıyor ve emekliliğine kalan zamanı hesaplıyor. Kadınlar hem bu kaygılarla hem de erkeklerden daha az paraya çalışıyorlar. Fabrikanın iş ilanlarını da takip ediyoruz bir yandan, bir gün baktık ki erkek personel ilanı var ve biz kadınların çoğunun çalıştığı pozisyonla aynı olmasına rağmen ‘erkek eleman’ için daha yüksek bir maaş yazmışlar. Biz de gidip insan kaynaklarına sorduk. Oradan da aldığımız cevap şu oldu: ‘Biz kadın işçi bulabiliyoruz, esas erkek işçi bulmak zor, o yüzden de erkek personele zam yaptık.’ Zaten içerideki kadınlar, herhangi bir taleple gidildiğinde de ‘Kadın işçi çok var’ cevabını alıyoruz.”
Örgütsüzlük patronun ekmeğine yağ oluyor
Hafta sonları fazla mesaiye kaldığında dahi aldığı en yüksek ücretin 33 bin lira olduğunu söyleyen Ece, fazla mesailerinin de zaman zaman kesintiye uğradığını, hatta pazar günleri mesailerinin yüzde 100 verilmesi gerekirken yüzde 50 verildiğini ifade ediyor. Hatta kimi zaman işçileri kayıt dışı şekilde 14 saat çalıştırdıklarını, ne yol parası ne de tam fazla mesai ücreti alamadıklarını söylüyor. Buna daha çok kadın işçilerin maruz kaldığını anlatıyor Ece.
Türkiye’de kadın işçi olmayı ise şöyle tarif ediyor: “İşlerine gelince her işi yapabiliyoruz ama mesele para ödemek olunca ucuza çalıştırmak sorun olmuyor. Nasıl olsa kadının aldığı para ‘Eve katkı oluyor’, ‘Kocasına destek oluyor’ olarak görülüyor. Bu işin başında hesap soran kimse yok ki! Çalıştığımız markaların hep yurt dışında, Avrupa’da fabrikaları var. Oralarda yapabilirler mi burada bize yaptıklarını? Beraber hareket etmedikçe böyle yaşamaya ne yazık ki mahkumuz.”
Ece beş ay içinde iki farklı iş yerinde, haksızlığın farklı yüzlerini görmüş yüz binlerce kadın işçiden biri. Sömürünün bu denli derinleşmesi, kadın işçilere türlü baskılar yaşaması ve pervasızca işten çıkarılması ise Ece’nin tam da söylediği gibi örgütsüzlüğün had safhaya ulaşmasıyla çok ilgili.
Fotoğraf: DHA
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN






















