Engellere karşı dalga kıran…
Paralimpik yüzücü ve antrenör Karin Öcal, tüm engellere rağmen mücadeleden vazgeçmiyor: 'Dünya farklılıklarla güzel. Din, dil, ırk, kadın-erkek, hiç fark etmez.'

Türkiye’de kadın olmak zor. Engelli bir kadın olmak daha da zor. Ermeni ve bedensel engelli bir kadın olmak ise çok daha zor. Ama o tüm bu zorlukların üzerinden gülerek gelen, “Bazen olmadı ama yine denedim, olmadı yine denedim, başardım” diyen; tüm çocuklara din, dil, ırk, beden farkının sorun olmadığını ve “farklılıkların var olduğunu” anlatmaya çalışan genç bir kadın. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü antrenörü paralimpik yüzücü Karin Öcal’dan bahsediyorum.

Öcal, şimdilerde 7-8 yaş grubu çocuklara haftada 4 gün, günde 2 saat eğitim veriyor. Kimine üç kol bir nefesi anlatıyor, kimine “dolphin”i; kimine yarış çıkışını öğretiyor, kimine sırt yüzmede kolun nasıl atılması gerektiğini… Enerjisi, güler yüzü, çocuklarla iletişimiyle; Bitlis’in Mutki ilçesinden İstanbul’a gelmesi ve yüzmeyle tanışmasıyla; kısa sürede kazandığı madalyalarıyla “farklılıkların engel olmadığı” bir dünyanın örneği gibi… O çocuklara bu tarz bir dünyayı gösterirken, sloganı da tabi ki bu: “Dünya farklılıklarla güzel.”

Paralimpik bir yüzücü ve yüzme antrenörüsün… Bunu bir “başarı” olarak görmemek gerekiyor zira aslında sizin işinizin diğerlerinden farkı yok. Ancak Türkiye’de binlerce kişi sadece engelleri nedeniyle evlere kapanıyor. Geçmişi soracağım elbette ama bugünle başlayalım. Sen neler hissediyorsun küçük yaş grubundaki çocukları eğitirken ya da onlarla bir aradayken?

Her şeyden önce farklı olduğumu biliyorum. Karşı taraftaki ilk izlenim benim için çok önemli. Buradaki en iyi iletişim şekli de çocuklarla oluyor. Çünkü çocukları ne kadar erken yaşta eğitirseniz, dünyada farklı insanların bir arada yetişmesi gerektiğini, yaşadıklarının farkının olmadığını, on parmağının aslında bir öneminin olmadığını anlatırsanız o kadar doğru anlıyorlar dünyayı.

Çocuklarla olan iletişim benim çok hoşuma gidiyor çünkü küçük yaşta o çocuklara o duyguyu verdiğinde, güzel yaşamayı, beraber yaşamak gerektiğini anlattığında anlıyor. O da başka bir çocuğa anlatıyor ve bence dünya bu şekilde güzelleşiyor. Ben buna inanıyorum. Bunları bende görüyorlar ve bu duygu beni çok mutlu ediyor.

‘ÇOCUKLAR FARKLI HAYATLARI GÖRÜYORLAR’

Çocuklara dair bir örnek var mı senin dikkatini çeken?

Var tabi. Örneğin antrenörlüğe başlayalı daha bir sene olmamıştı ve bedensel engellileri yüzdürüyordum. Yüzme takımından 9 yaşındaki bir çocuk gelip bedensel engellileri izledi ve dedi ki “Karin Hocam, Caner abim yapabiliyorsa ben bir daha hiçbir yerim ağrıyor demeyeceğim.” Çünkü Caner tekerlekli sandalyede geliyordu, babası getiriyordu ama suya girdiğinde tek başına yüzüyordu. Bu çocuk 9 yaşında. Bedensel engelli çocukların pek çok şeyi başarabileceklerini görüyor ve kendine yarattığı bütün bahaneleri yok ediyor. Kendisi dışında farklı hayatlar olduğunu görüyor. Böylece hayata bakış açısı anlamında yaşıtlarından 1-0 önde oluyor.

Farklı hayatlar demişken… Kelimeyi kullanmak da tuhaf. “Engelli”… Örneğin spor tesisinin girişinde “erişilebilir” yazıyor ama biz günlük hayatta kullanırken “engelli birey” diyoruz. Engel mi yaşadıkların sence?

Maalesef literatürde başka bir kelime yok, bu yüzden “engelli” diyoruz. Ancak engel dediğimiz şey aslında karşı tarafın sana koyduğu duvarlar. Bir insana kendini nasıl tanıtırsan karşındaki seni öyle görüyor. Ben sürekli “Ayağım yok, elim yok” dediğimde karşı taraf benim ellerimin ayaklarımın olmadığını görüyor ve bana acıyor belki de. Ama ben bunu dile getirmediğim için insanlar bunun farkında olmuyor çoğu zaman.

Bununla ilgili çok komik bir anım da var. Bir gün bir otoparkta arkadaşımla beraber arabayı park etmek için deli gibi yer aradık. Engelli yeri boştu ama arkadaşımın aklına engelli yerine park etmek hiç gelmedi. Halbuki benim kartım var ama yine de bunu düşünmedi. Benim engellerimi değil, beni görüyordu sadece.

‘BİNALAR ÜZERİME DEVRİLECEK SANDIM’

Çocukluğunda var mı böyle örnekler? Yani en başında… Bitlis Mutki’den 9 çocuklu bir ailenin ferdisin… Köyde hayat nasıldı? Küçük bir köyden İstanbul’a geliş… İlk olarak ne hissettin?

Ben köydeyken dünyanın sadece o kadar olduğunu zannediyordum. 10 yaşına kadar oradaydım. Aslında 10 yaş her şeyin farkında olunan bir yaş ama küçük bir dünyan varsa senin hayallerin de sınırlı oluyor. Ben orada din, dil, ırk ayrımı nedir bilmiyordum. Paranın ne olduğunu bile bilmiyordum çünkü annem tandırda ekmek pişiriyordu, her şey tarlada yetişiyordu. Sonra aniden annemizi kaybettik ve hayatımız tepetaklak oldu.

İstanbul'a geldiğimizde en çok korktuğum şey binalardı. Hayatımda bu kadar çok binayı bir arada görmemiştim. Çünkü köydeki evler taş evlerdi ve 100 metre gidince başka bir ev geliyordu. Evlerin tamamının etrafı hep bahçeydi. İstanbul’da her şey yan yana, üst üsteydi. Evler üzerime düşecek gibi hissetmiştim. Arabalardan çok korkmuştum mesela. Çünkü bizim köyde bir araba sabah, bir araba akşam geçiyordu. Dünyada bu kadar çok araba olduğunu bilmiyordum.

İstanbul’da okula devam ettiğinde nasıl oldu?

Ben hep kendimden 4 yaş küçüklerle okudum. Ben 1994 doğumluyum ama 1998 doğumlularla okumak zorunda kaldım. Örneğin bir gün sınıfa girdiğimde çocuklardan biri bana, “Abla yanlış sınıfa gelmişsin” dedi. Bense hiçbir şey diyemedim. Doğru düzgün Türkçe bilmiyordum, Zazaca ve Ermenice karışık konuşuyordum. Nasıl anlatacağımı da bilmiyordum.

Daha sonra 3 kız kardeş beraber yatılı okumaya başladık. Ev yok, durumumuz yok, orası da özel okul… Bu nedenle yatılı okumak zorunda kaldık. Hayatımın en zor 7 senesiydi ama bana çok şey öğretti. Hala diyorum, çok zordu ama beni ben yapan şeylerden biriydi yatılı okumak.

‘EN ÇOK CANIMI ACITAN ŞEY ÇOCUKLARIN BENDEN KORKMASI’

Çok zordu dedin ya, okulda neler yaşadın da bu kadar zordu?

Yatılı okuduğum süreçte çok acımasız insanlarla karşılaştım elbette. Sürekli farklı olduğumu hissettiren, farklı olmak kötü bir şeymiş gibi sözler duydum. Küçük yaşta annemden, babamdan duymadığım, içimi acıtan sözler…

Benim ailem hiçbir zaman diğer kardeşlerimden farklı olduğumu hissettirmedi. Hep yanımda oldular ama “Ben yapayım, sen dur” deyip yardımcı da olmadılar. Her şeyi kendim yaptım, kendim çabaladım. Denedim olmadı, yine denedim yine olmadı belki ama en sonunda başardım. Bu anlamda aileme çok teşekkür ediyorum. Ayrıca yatılı okumasaydım bu kadar öz güvenli olamayacaktım, belki yine benim işlerimi başkaları yapacaktı, bilemiyorum.

Peki ya bugün? Bugün de oluyordur mutlaka.

Elbette. Ama benim en çok canımı acıtan şey çocukların benden korkması. Buna canım çok acır. Ama bu aileden kaynaklı bir olay. Aile eğer çocuğuna farklılıkların olduğunu gösterse, öğretse; o zaman hiç kimse böyle bir acı yaşamaz. Ben çocuklara tam olarak farklılıkların olduğunu anlatmak istiyorum. Ama yine de en çok canım, çocukların benden korkması nedeniyle acıyor.

Antrenörlüğü konuşuyoruz ama yüzmeye nasıl başladın? Lisede oldu sanırım.

Lisede dönem ciddi ciddi araştırıp hazırlandığımız projelerimiz oluyordu. Benim şansıma da kurada “Engelli bireylerin hayatta karşılaştıkları zorluklar ve bunlara üretilebilecek çözümler” konusu çıktı. Araştırma yaparken beden eğitimi öğretmenim bana bir numara verdi ve “Bu benim sınıf arkadaşım. Belediyelerde engelli yüzücüler varmış. İstersen git onlarla röportaj yap” dedi. Tamamen röportaj amaçlıydı. Gittiğim gün yüzmeye başladım. Okula döndüğümde “Ben artık yüzecekmişim” dedim. Müdür ve beden eğitimi öğretmeni “Nasıl yani” dediler. O günden bugüne bir maratona girdik ve uzun bir yol oldu.

Tüm bu farklılıklar, özellikler ve başarılar… Hayatta bir motton var mı?

“Dünya farklılıklarla güzel.” Beni motive eden tek şey bu. İster din olsun, ister dil olsun, ırk olsun, kadın-erkek olsun, hiç fark etmez. Karşındaki insanı her şeyiyle olduğu gibi kabul et, sana uymuyorsa da iletişim kurma.

İLK DİKKATİMİ ÇEKEN ‘ERMENİ OKULLARI’YDI

Aslında söyledin ya. “Köyde din, dil, ırk ayrımı bilmiyorduk” diye. İstanbul’a geldiğinde mi kimliklerle tanıştın. Nasıl oldu bu?

İstanbul’a geldiğimizde benim ilk dikkatimi çeken okullar olmuştu Çünkü bizim köyde okul yoktu. Ben sadece 5 ay, 10 yaşında ilkokula gitmiştim. Köye öğretmen gelmişti, bütün evleri dolaştı ve okul çağındaki çocukları topladı. 30 metrekarelik küçük bir odada, tüm sınıflar ve tüm yaşlardan çocuklar bir arada oturuyorduk. Köydeki amaç zaten sadece sayıları ve harfleri öğrenmekti. Ve sonra İstanbul’a geldik. 3 kız kardeş ilkokula başladık ve ilk dikkatimi çeken şey Ermeni okullarının olmasıydı. Ermeni’ymişim mesela ben.

Köyde Ermeni olduğunu bilmiyor muydun?

Biliyordum tabi. Annem, babam Zazaca ve Ermenice konuşuyordu, biz de konuşuyorduk. Ama diğer insanlardan “Siz Ermenisiniz” gibi bir şey hiç duymadık. Ya da biz Ermeni olduğumuz için hiçbir zaman bize kötü davranan olmadı. Ya da benim ailem Müslümanlara asla kötü davranmadı. Bu bir fark değildi. Yani insanlar Müslüman- Ermeni diye ayrılmıyordu.

‘DÜŞÜNCESİ KİRLİ OLANDAN KORKARIM’

Katliamlar, acılar ve savaşlar… Seni ve aileni nasıl etkiledi? Anlatılanlar var mı?

Çok var maalesef. Saklanmışlar, cesetlerin içinde ölü taklidi yapmışlar, bir soyu yok etmek için erkeklerin hepsi öldürülmüş ama kadınlar zorla evlendirmiş ve dinlerini değiştirilmiş. Çok acı şeyler…

Bugün peki? Farklı bir dine mensup olmakla ayrımcılık yaşadığını düşünüyor musun politik anlamda?

Bugün bunun devam ettiğini düşünüyorum. Çok uzun zaman olmadı, Hrant’ı öldürdüler. Ben tanıyordum onu, çok iyi yürekliydi; güzel insanlığı, güzel yaşamayı örnek veriyordu. Bugün hala düşman gibi bakılıyor. Çünkü “Bizden değil.” Çok canımı acıtıyor bu durum. “Bizden değil” ne demek? Sen de insansın, ben de insanım. Benim için iki türlü insan vardır; iyi insanlar, kötü insanlar… Ortası yok, bir insan ya iyidir ya kötüdür. Düşüncesi kirli olandan korkarım ben, dini farklı olandan değil.

KUŞ HARFLERİYLE TASARIMLAR

Senin tişört tasarımların da var. Kuş harfleriyle çiziyorsun. O ne durumda?  

değilim, duruyor. Çünkü hem tasarım hazırlamak hem de antrenör olmak çok zor oluyor. Benim çizimlerimde her bir harf Ermenice bir şeyi temsil ediyor. Mesela, E harfi Ermenistan’daki merkez kilise olan “Eçmiyazin Kilisesi”ni, N harfi “Nuh'un Gemisi”ni, G harfi “Gomidas”ı temsil ediyor.

Fotoğraf: Kişisel arşiv

İlgili haberler
Narin depremin de yaşamın da yaralarını kadınlarla...

Narin depremin ağır hasarlar bıraktığı Adıyaman’da 3 çocuğuyla hayata tutunmaya çalışıyor. Öyle bir...

‘Artık kimseye muhtaç olmayacağım’

Zeynep 42 yaşında. Urfalı 8 çocuklu bir ailenin 6 erkek 2 kız çocuğundan en küçüğü. Zeynep’in hikaye...

Gönül neden ahtapot olmak istiyor?

‘Ben tanıdım, tanıdıkça güvendim. Birbirimize ihtiyacımız var, kapıdan da kovsanız, bacadan girer yi...