Biçimleri değişiyor sömürü sürüyor
"Benim de bir evim var. Ben de zilimin çalınmasını istiyorum. Çok lüks bir hayattan gelmedim ama bunu yaşamaya da hakkım yok.”

İstanbul Pendik’in emekçi ve yoksul mahallelerinden birinde oturan Zeynep* 30 yaşında, 2 çocuk annesi. Çocuklarından biri 5, diğeri ise 6 yaşında. Eşi bir tekstil fabrikasında çalışıyor. Zaten 5 yaşından beri çeşitli işlerde çalışan Zeynep, geçinemedikleri için bir metal fabrikasında işe başladığını anlatıyor.

18-19 yaşına kadar babasıyla birlikte turizm alanında çalıştığını söyleyen Zeynep, garsonluk ve getir götür işlerini yaptığını belirterek başlıyor hikayesine. Liseden mezun olunca İstanbul’a gelmiş, eşiyle burada tanışıp evlenmişler. Evlendikten sonra ilk 3 yıl çalışmamış Zeynep. Eşi fabrika işçisi, geçim konusunda çok zorlanıyorlarmış. İlk olarak A101’de işe girmiş. Yoğun sömürü düzeninden, insanların baskısından ve çocuklara yetişemediğinden işten ayrılmış. Bu sefer de kendi mesleği olan insan kaynaklarına yönelmiş. Fakat orada da aynı muameleye maruz kalmış: “Beyaz yakada mesai denilen bir zaman dilimi yoktu. Evde bile çalışıyorduk. Artık çocuklarla ilgilenemez oldum. Gece 2’de bile telefonum çalıyordu. Üst yöneticiler sürekli olarak mobbing uyguluyorlardı. Oradan da çıktım.”

“En azından saatleri belli, eve geldiğimde evde değil de ertesi gün iş yerinde kızarlar, bağırırlar. Akşam çocuklarımla ilgilenmiş olurum” diyerek fabrika işçisi olmaya karar vermiş Zeynep. Çocukları olduğu için özellikle kreşi olan fabrikalara başvurmuş ancak işe alınmayınca hızlıca civarda -çok pahalı olsa da- kreş aramaya başladığını anlatıyor. Ancak kreş saatleri ve Zeynep’in iş saatleri birbirine uymadığı için kreşle hemen hemen aynı paraya mecburen bakıcı tutmak zorunda kalmış. Çocuğunu kreşe verebilseydi eğitimi, bakımı gibi konularda aklının onda kalmayacağını ifade ediyor ve anlatmaya devam ediyor: “Evet, fabrikalarda kreş talebimiz. Ama bunu da geçtim, ben normal bir kreş bile bulamıyorum. Yemek, temizlik, çocuklar ağır bir yük. Çalıştığım yerdeki işçilerin yüzde 75'i kadın. Herkes mecbur çalışmak zorunda. En azından kirayı ödemek için çalışmak zorundayız ve hepimizin aklı çocuklarımızda kalıyor. Öğle aralarında vakit buldukça çocuklarımı, bakıcımı arıyorum. Şu an sıkıntı yok, iyi bir kadın gibi duruyor ama sonuçta çocuklara ben değil de o kadın bakıyor. Biraz vicdan azabı duyuyorum.”

‘1 MAYIS BİZİM GÜNÜMÜZ’

Daha 18 yaşına girmeden birçok sertifika aldığını belirten Zeynep, “İş bulmakta güçlük çekiyordum, bulduğum işlerde çok fazla mobbinge maruz kalıyordum. Şimdi şöyle düşünüyorum, hiç okumasaydım; doğrudan fabrikada işe girseydim. En azından bir fabrikada ilerlemiş olurdum” diyor. Çalıştığı fabrikada, 1 Mayıs’ın tartışılmaya başlandığını söyleyen Zeynep işçilerin, “1 Mayıs'ta mesai yazmasınlar. O gün benim günüm” dediklerini ve dinlenmek istediklerini söylüyor. Kendi taleplerini de dile getiriyor: “Biz emeğimiz neyse, hakkımız neyse onu almak istiyoruz. Sömürülmek istemiyoruz. Ben nasıl işimi düzgün yapıyorsam, kaçamak yapmıyorsam, işime özen gösteriyorsam patron da bana hakkımı vermek zorunda. İşçi bir anne olarak en büyük taleplerimden biri de fabrikalarda ücretsiz kreşlerin olması.”

Zeynep iş yerinde yaşadıklarına yönelik tutumundan kaynaklı sürekli iş değiştirdiğini de ifade ediyor: “Zaten böyle konuştuğum için, haksızlığa tahammülüm olmadığı için, iş yerlerinde hakkımı aradığım için sürekli iş değiştirmek zorunda kaldım.” Zeynep, daha önce insan kaynaklarında çalışırken neden kovulduğunu anlatıyor hemen ardından. Patrona “Bana bir saatlik mesai ücreti veriyorsunuz, fakat beni 24 saat çalıştırıyorsunuz” demesi üzerine işten kovulmuş. Daha sonra orada çalışan diğer beyaz yakalıların da parça parça fabrikada mavi yakaya geçmeye başladıklarını ifade ediyor: “Ben beyaz yaka olarak çalışırken işe sabah 9'da gidiyordum, akşam 6'da paydostu. Eve geliyordum fakat evde de gece 2’ye kadar iş yaptığım oluyordu. Eşimle gezmeye gittiğimde bile iş yerinde sorun yaşıyordum, ‘Neden eşinle gezmeye gidiyorsun, akşamları iş yapmıyorsun?’ diyorlardı.”

Tabii Zeynep fabrika işçisi olarak yaşadıklarından da bahsediyor. Fabrikada sürekli ayaklarının şiştiğini ve ayakkabılarını artık giyemediğini, sürekli tek ayakla çalışarak ağrılarını hafifletmeye çalıştığını anlatıyor. Sandalye ile verim alınamadığını söyledikleri için oturamıyorlar çalışırken.

1 MAYIS’IN EN GÜZEL YANI...

23 Nisan’da tatil yapmak istediğini söyleyen Zeynep, “23 Nisan gösterisi için 440 lira verdim. Çocuklarıma zaman ayıramadığım için gözüme çok batmıyor. Umarım 23 Nisan’da fazla mesaimiz olmaz da kızımın gösterisine gidebilirim. Okula giden çocuğumu okula bırakamadım hiç. Bu çok zor bir durum. Vicdanen bu şekilde kendimi rahatlatmaya çalışıyorum” diyor.

23 Nisan’dan konu açılmışken diğer bir talebinin çocuklar için okullarda bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek olduğunu şu şekilde ifade ediyor: “İşçi bir anne olarak sabahları çocuklarıma beslenme hazırlamakta zorlanıyorum. Hafta sonları dolaba sürekli poğaça, kek, börek atıyordum. Sonra fark ettim ki hafta içi işteyim, hafta sonları da sürekli yemekle uğraşıyorum. Yaptığım başka hiçbir şey kalmamış. Bu yüzden bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek kampanyası bizim için haktır.”

Eşinin 1 Mayıs günleri hep alanlara gittiğini, kendisinin ise çocuklarla birlikte olduğu için gitmeye fırsatı olmadığını belirten Zeynep, bu sene 1 Mayıs’ a katılmayı çok istediğini söylüyor. Kendince 1 Mayıs’ın en güzel yanını ise şu şekilde açıklıyor: “Her dilden, her renkten, kısacası her işçinin birleşerek orada, dayanışma içerisinde, tek bir ağızdan seslerini haykırarak çıkarması.”

RUTUBETSİZ EV HAYAL

İşe girmesindeki asıl amacın evden çıkmak olduğunu söylüyor Zeynep. Astım bronşit hastası olduğunu ve evinin çok rutubetli olduğunu söylüyor. Konu sağlık olsa da durumu değiştiremediklerini ifade ediyor: “Özel hastaneye gidemiyorum. Devlette ise randevu bulmak, beklemek çok zor. Hastalıklarım ne durumda, onu da bilmiyorum. Şu an bile burnum tıkalı. Çocuklarımla sürekli olarak hasta oluyoruz. Ama başka bir yere çıkacak durumumuz yok. Taşınmak ayrı para, kiraya çıkmak ayrı para.” Yaşadıkları evin durumu kötü olsa da karınlarının doyduğunu, daha iyi bir evde yaşasa belki de başka şeylerin eksik kalacağını söylüyor.

Çalışmaya başlayan Zeynep’in maaşının yarısı bakıcıya ayrılıyor ve kiralarda da ani bir artış yaşanınca yeni ev hayalleri suya düşüyor. Zeynep, durum böyle olsa da evine en azından perde, çamaşır makinesi gibi ürünler alabildiğini ifade ediyor. Yine de daha iyi bir evde yaşayamamanın can sıkıntısını yaşadığını anlatıyor: “Evim neredeyse bodrum sayabileceğiniz şekilde giriş katta. Eve gelen kişiler cama tıklatıp o şekilde bana ulaşıyorlar ve bu benim çok canımı sıkıyor. Benim de bir evim var. Ben de zilimin çalınmasını istiyorum. Çok lüks bir hayattan gelmedim ama bunu yaşamaya da hakkım yok.”

Zeynep her şeye rağmen çocuklarına güzel bir gelecek bırakmak istediğini söylüyor. Çocuklarının sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak istediğini belirtiyor: “Benim çocuklarım da baleye gitsin; spora, müziğe gitsin istiyorum. Mesela çocuklarımı tiyatroya hiç götüremedim. Sinemaya ise yılda bir kere götürebiliyorum, o kadar pahalı ki! Çocuklarım için tabii ki değer ama insanın içi acımıyor değil. En azından çocuklarımın okuluna gelen tiyatrolara gösterilerine çocuklarımı göndermeye çalışıyorum.” Zeynep kendisinin de resme ilgisi ve yeteneği olduğunu anlattıktan sonra ülkede sanata değer verilmediği için bu yeteneğinin hiçbir işe yaramadığını ekliyor.
*İsmi kadının isteği ile değiştirildi