Ya hepimizin kazanımı ya hepimizin kaybı
Grev yasaklarına karşı çıkmak, yasağa rağmen grevdeki işçilerle dayanışmak ve mücadelelerine ortak olmak 2025 yılında eşit, özgür ve şiddetsiz bir yaşam için oluşturduğumuz taleplerimizin önüne çekilm

Her yeni yıl pek çok umudu, mücadele olanağını beraberinde getiriyor ancak bir önceki yılın devrettiği yüklerle birlikte… Şimşek programının yarattığı tahribatın yüküyle, kaygılarıyla karşılandı 2025. Dergimizin sayfalarında da, Ekmek ve Gül’e gelen mektuplarda da görebileceğiniz bir umutsuzluk hakim kadınların yeni yıl beklentilerinde. Bu kaygılar elbette mesnetsiz değil, Şimşek’in ekonomi programının bir sonucu. 

BİZ NE YAŞADIK?

2024’te iktidarın diline doladığı “kemer sıkma” söylemi, toplumda “ne kemeri, kemer mi kaldı?” sorusuyla karşılandı. Bu yıl, ücretlerin baskılandığı ve sendikalaşma hakkının gasbedilmesinin önünün açıldığı bir dönem oldu. Polonez işçileri sendikalaşmak istedikleri için işten çıkartıldıklarında kolluk kuvvetleri patronun değil, haklarını savunan işçilerin; onların eşinin, dostunun, çocuklarının karşısına dikildi.

Başımızın belası Orta Vadeli Program (OVP) ve 12. Kalkınma Planı’nda yer alan güvencesizlik ve esnek çalışma hızla yaygınlaştırıldı. Kamuda tasarruf adı altında kamu hizmetlerine ayrılan bütçe azaltıldı; okullar pislik içinde, hastaneler ise ekipmansız bırakıldı. Kamu hizmetlerinde özelleştirme teşvik edilirken kamu emekçilerinin hakları tasarruf politikalarının hedefi oldu. Bahsedilen tasarruf, işçilerin servislerinden, kreşlerinden ve yemeklerinden yapıldı.

“Aman ucuz iş gücü azalmasın” denilerek çocuk işçilik resmi bir şekilde ortaokul düzeyine indirildi. Emeklilik maaşları, ölene kadar çalışma sistemini sürdürecek şekilde düşük tutuldu; adeta bir ek gelir haline dönüştürüldü. Normal doğum teşviki adı altında, tıbbi yöntemler performans sistemine bağlanarak ek ödemelerin bir parçası yapıldı ve kadınların sağlığı tehlikeye atıldı. Pek çok iş yerinde toplu işten atmalar gerçekleşti, işsizlik korkusu işçi ve emekçilerin sırtında daha kötü çalışma koşullarına biat ettirmek için bir sopa olarak kullanıldı. Geliri eve “ek gelir” olarak görülen kadınlar bu sopayla daha da ucuza çalışmaya ikna edilmeye çalışıldı.

Yeni asgari ücretle “Hiç yoktan 25 bin olsun” beklentilerini dahi karşılamayan sermaye ve onun iktidarı, yaptıklarının yapacaklarının garantisi olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Patronların kârlarını koruyarak ekonomik krizin yükünü halkın sırtına yıkma politikalarını, belirlenen asgari ücret ve yükseltilen vergi dilimleriyle bir kez daha gözler önüne serdi. Şirketlere daha çok vergi affı ve teşvik sağlanırken işçi ve emekçilerden alınacak vergi dilimi yükseltildi. 

Kadın işçiler ise daha düşük ücretlerle güvencesiz çalışmaya mahkum edilirken iş gücüne güvenceli katılımlarını engelleyen ayrımcı politikalarla daha fazla yoksullaştırıldı, şiddete daha çok mahkum edildi. Ev içi angarya, devletin yaptığı “tasarruf” da üzerine eklenerek daha çok sırtlarına yıkıldı. Evin, çocuk-yaşlı-engelli bakımın sorumluluğunu üstlenen kadın için güvencesiz çalışma bir zorunluluk haline getirildi. 

SERMAYENİN DEVLETİ, İŞÇİNİN MÜCADELESİ VAR

Tüm bunlara karşı 2024; grevlerin yoğunluğu, hak talepli ve iş yeri bazlı eylemler ile diğer yıllardan ayrıldı. En az 23 grev -buna grev kararı alan 37 belediyeyi de ekleyin- gerçekleşti. En az 22 iş yerinde işçiler sendikal hakları için direnişe geçti, en az 28 iş yerinde hak arama eylemleri, iş bırakmalar oldu. Yılın son ayı da MESS kapsamında yer alan fabrikalarda çalışan metal işçilerinin grevleriyle devam etti. Grevler hâlâ sürüyor. Hem de tek adam yönetiminin grev yasağı kararına rağmen. Hatta greve çıkan fabrikalardan biri olan Hitachi, grev yasağına rağmen patronu toplu iş sözleşmesi masasına oturttu ve grevini kazanımla sonuçlandırdı. Adrese teslim yapılan grev yasağı, MESS kapsamındaki patronların talebiyle grevlerin “milli güvenliği bozucu nitelikte” oldukları iddiasıyla getirildi. Yasağa karşı süren grevler, “politik” bir nitelik de kazandı.

İşçilerin insanca bir yaşam, yaşanılabilir bir ücret için patrona karşı durmalarının bu şekilde ele alınması, devletin milli güvenlikten kastının patronların ve sermayenin genişlemesinin güvenceye alınması olduğunu göstermiş oldu. 

Bu grev yasağı her ne kadar MESS kapsamındaki fabrikalarda greve çıkan işçilere yönelik olsa da yeni yılda gerçekleşecek, gerçekleşebilecek her türlü hak mücadelesinin, grevin, yükselen talebin önünü kesmenin temel bir adımıydı.

SINIFLAR ARASINDAKİ UÇURUM GENİŞLİYOR

2025 yılı, toplu iş sözleşmeleri yılı olarak karşımıza çıkıyor. Önümüzdeki süreçte, asgari ücretin yanı sıra sendikasız iş yerlerinde ocak ve şubat zamları, kamuda toplu iş sözleşmesi süreçleri, metalde MESS grup toplu iş sözleşmesi, emekli maaşları daha fazla gündeme gelecek. Petrokimya ve metal sektörleri gibi birçok iş kolunda da toplu iş sözleşmeleri sürecinde grevlerin gerçekleşmesi olası. Patronlar ve iktidarı içinde bulunduğumuz ekonomik krizi, işçilerin daha fazla sömürülmesiyle ve halka halkın ürettiği zenginlikten zırnık koklatmamakla atlatmaya çalışacağından bu dönem ücret ve çalışma koşullarına yönelik işçi ve emekçilerin mücadelesinin yoğunlaşacağını söylemek zor olmaz. Tek adam yönetimi işçi ve emekçilerin boğazını sıkan ekonomi politikalarını uygulamak için baskıyı her yolla daha da artıracak. Emekçiler ile yönetenler arasındaki çelişkinin, asla kapanmayacak olan uçurumun üzerini örtmek için ise bugün iktidar, Suriye’deki gelişmeleri kullanıyor, bir süre daha da kullanmaya devam edecek gibi görünüyor.

2025’in öngörüleriyle birlikte; metal işçilerine getirilen grev yasakları ayrı bir anlam kazanıyor, sermaye ile işçi sınıfının daha çok karşı karşıya geleceği bir yıl olacağının işaretini veriyor. 

YASAKLAR KADINLAR ÖNÜNDE BİR DUVARA DÖNÜŞÜYOR

Memleketteki her yasak en çok kadınları vuruyor. Şimşek programının getirdiği güvencesizliğin yanı sıra grev yasakları, özellikle sendikalı ve güvenceli görülen iş yerlerindeki toplu işten çıkartmalar, ailenin kutsanarak kadınların toplumsal konumlarının ana olarak aileyle tanımlanması kadınlar açısından gelecek kaygısını, geçim sıkıntısını, maruz bırakıldıkları şiddetin boyutunu büyütüyor. Tüm bunlar kadınların örgütlülüğünün önünü kesen engellere dönüşüyor. Tek başına çocuğunu büyütmek zorunda olan bir kadın kuş kadar kalmış bir asgari ücrete “tamam” demek zorunda kalıyor çünkü sermaye ve iktidar onu çocuğunun bugünü ve geleceğiyle sınıyor. Eşinden şiddet gören bir kadın o evlilikten kopamıyor çünkü işsiz ya da ucuz iş gücü olmanın getirdiği yoksulluğu yaşıyor; patronların devleti ona en makbul olanın ne pahasına olursa olsun aile ile kalıp bol çocuk doğurması olduğunu söylüyor. Grev yasakları ve direnişlere yönelik müdahaleler kadınları devletin o çok övdüğü aile ile karşı karşıya getirebiliyor, kadınları mücadelenin içinden çekip çıkartabiliyor. Kısacası başta grev yasakları olmak üzere patronların devletinin tüm saldırıları hayatını idame ettirmesinin önünde başka bir duvar oluyor, eşitsizliği derinleştiriyor. 

Ancak kadınların eşitlik, özgürlük ve şiddetsiz bir yaşam talebi ve bu yasakları aşmak, birlikte hareket etmeyi gerektiriyor. Kadınları her geçen gün daha çok şiddet dolu bir yaşama sıkıştıran, emeğini ucuzlaştıran, yarınından daha çok kaygı duymasına sebep olan, yürürken hep arkasına bakma ihtiyacını artıran tek adam yönetiminin yenilmesinin taşları da genel grev ve genel direnişlerle döşenecek, mücadele birleşip büyüdükçe kadın işçi ve emekçiler açısından insanca bir yaşam koşulları olgunlaşacak.

ORTAK BİR MÜCADELENİN ZEMİNİ VAR

2024’te yaşadıklarımız ve 2025’te yaşanmasını öngördüklerimiz, işçilerin sendikalarına sahip çıkmasının, birlik ve dayanışmanın sözden öteye geçmesinin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Bugün grev yasaklarına karşı çıkmak, grev yasaklarına rağmen grevdeki işçilerle dayanışmak ve mücadelelerine ortak olmak 2025 yılında eşit, özgür ve şiddetsiz bir yaşam için oluşturduğumuz taleplerimizin önüne çekilmek istenen engelleri yıkmanın ilk adımı olacak.

Dergimizin orta sayfasında, geçmişte direnişe çıkmış işçilerden direnişteki ve grevdeki işçilere mektuplar, farklı iş yerlerinden işçilerin birbirlerinin mücadelesini selamladıkları ve ortaklaştırdıkları mektupları da bu ortak mücadelenin kurulabilecek bir zemini olduğunu açıkça gösteriyor.

Yani yasaklamalara rağmen ısrarla grevlerini sürdüren işçilerin kazanımı hepimizin kazanımı, kaybı da hepimizin kaybı olacak.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Bir kravat meselesi: ‘Suriye’de göstermelik özgürl...

'Görünen o ki iktidar ve onun etrafındaki gerici güçler Suriye'nin yeniden imarında başta inşaat sek...

Kendimize ait bir hikayeyi hak ediyoruz

'Başkalarının yüklediği rollerin ötesine geçip kendi hikayemi yazmaya devam etmeyi diliyorum. Bütün...

Mutlu mu yıllar?

'Bak bak aklı sıra siz haşmetmeaplarıyla bendeniz kulunuzun arasına nifak tohumları ekecek. Bu yeni...