Bir kravat meselesi: ‘Suriye’de göstermelik özgürlükler çare olmayacak’
'Görünen o ki iktidar ve onun etrafındaki gerici güçler Suriye'nin yeniden imarında başta inşaat sektöründe pay kapma ve taşeronluk yapmaya çalışacaklar.'

Suriye’de Esad rejiminin ABD destekçi HTŞ tarafından yıkılmasının ardından belirli kesimlerin sevinç gösterileri yapması hem Suriye’de hem diğer ülkelerde “savaş bitti, diktatör yıkıldı” söylemine sıkıştırıldı. Suriye’de yeni dönem, Esad diktatörlüğüne karşı sokaklara çıkan halk aracıyla değil, emperyalizmin kuklası tarafından resmedildi. Uzun yıllar Esad diktatörlüğüne karşı direnen kadınlar, bu sefer de HTŞ’nin kuracağı yeni Suriye’nin açmazlarıyla mücadele etmek durumunda…

2011’den bu yana Esad rejimine karşı önemli ölçüde kadınların da içinde bulunduğu muhalif bir dalga örgütlendi ancak Suriye’de yıllardır süren çatışma, emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek üzere yaptığı hamlelerle aniden son buldu. Yıllarca süren çatışma, yerini baskı ve sömürünün de Suriye’de yeniden şekilleneceği bir sürece evrildi.

Baas rejiminin Suriye'deki iktidarı, yıllar boyunca kadınlar için baskı ve şiddeti beraberinde getirdi. 2011’de Esad’a karşı başlayan süreci kısaca hatırlayalım. Esad rejimine karşı başlayan eylemlerde kadınların ön saflarda yer alması, hakları için sokağa çıkması ilerletici bir unsurdu. Esad’a karşı yerel komitelerin oluşturulmasında ve ulusal ölçekte birleştirilmesinde kadınlar önemli rol üslendi. Ancak emperyalistlerin bu sürece müdahil olmasıyla çatışma sahnesine dönüşen Suriye’de kadınlar ya öldürüldü ya da göç ve sürgüne zorlandı. Darbe alan kadın hareketi, Ortadoğu’da birçok tarihsel dönemeçte karşımıza çıktığı gibi batı emperyalizminin gölgesinde bireysel “aktivizme” dönüştü. İşçi sınıfının bir parçası olan kadınlar göçe mecbur kalarak başka ülkelerin işçi sınıfının bir parçası haline geldi, en ucuza ve en güvencesiz biçimde, sendikasız çalışmaya mahkûm edildi.

Emperyalizmin gözünün, elinin Suriye üzerinde olması ise sebepsiz değil. Suriye, Ortadoğu’da jeopolitik açıdan önemli bir yerde duruyor. Bir yandan Irak petrolünün bir kısmını Akdeniz'e transfer ediyor, diğer yandan Irak ve İran'daki Şiilerin Lübnan'la iletişim kanalı oluyor, öte yandan da Türkiye’nin -yani NATO’nun- Ürdün ile iletişim kanalı oluyor. Suriye ayrıca petrol, gaz ve zengin fosfat madenlerine sahip olmasıyla bölgede stratejik bir yer tutuyor.

Emperyalizmin Suriye halkları için yıllardır sürdürdüğü çatışma ve yıkım tablosu bu sefer de farklı boyutlarıyla HTŞ üzerinden devam edecek. Suriye'de son günlerde yaşananlar, Tahrir El Şam ile Beşar Esad'ın çeşitli muhalif gruplarının ABD, İsrail ve Türkiye hükümetleriyle yapılan anlaşmanın ürünü olarak karşımıza çıkıyor.

‘BİZ ÇOK DEĞİŞTİK’ YALANI

Öncelikle HTŞ’nin kurulma süreci ve ideolojik yapısını hatırlayalım. Çeşitli İslamcı silahlı grupların koalisyonunun sonucu 2017’de oluşan Tahrir el-Şam grubu, El Nusra Cephesi, Nuruddin Zenki Hareketi, El Hak Tugayı, Ensaruddin Cephesi ve Ceyş el Sünnet’in birleşmesinden oluşuyordu. Tahrir el-Şam'ın ana grubu olan Nusra Cephesi, 2012 yılında El Kaide'nin Suriye'deki kolu olarak kuruldu. Bu grup, Esad hükümetine karşı savaşmak ve Suriye'de İslami bir hükümet kurmak amacıyla hareket ediyordu. HTŞ, İslam'ın Selefi yorumlarına dayanan bir ideolojiye sahipti.

Şimdi emperyalizm eliyle Suriye’de hüküm sürmeye hazırlayan HTŞ için “özgürlükçü” güzellemeleri çeşitli medya kuruluşları tarafından gündeme geliyor. Halbuki Afganistan’ın yeniden Taliban tarafından ele geçirildiği süreci dün gibi hatırlıyoruz. Taliban yönetimi “değiştik” diyerek daha mülayim bir yüz göstermeye ve kadınlara yaşattıklarını maskelemeye çalışıyordu. Ancak son üç yıldır Taliban’ın Afganistan’da kadınlara karşı sürdürdüğü ağır yaşam koşullarını görüyoruz. Afganistan son süreçte özellikle kadınlar açısından önemli bir örnek.

2001 yılında ABD “terörle mücadele” adı altında Afganistan’ı işgal etti. ABD’nin Taliban’ı Afganistan’ın yönetim kademesinden tasfiye ettiği süreçte kadın hareketinin tekrar canlanmasına yol açtı, ancak genellikle bu durumdan beslenen burjuva-liberal kadın hareketi oldu. ABD işgali sonrası kadınlar, BM ve NATO’nun fonladığı sivil toplum örgütlerinde ve buna bağlı gelişen istihdam alanlarında çalışmaya başladı. Merkezinde BM’nin olduğu STK’lar, emperyalizme kadınları bağımlılaştırdı. ABD emperyalizmi, çıkarları gereği talan ettiği ülkeden yine çıkarları gereği çekilirken kadınların yoksulluk ve dehşet verici bir şiddet sarmalının kucağına attı. “Değiştik” diyen Taliban kadınların okumasını, çalışmasını yasakladı. Yoksulluk ile boğuşan kadınlar ise yasakların gölgesinde hayatını idame ettirebilmek için 100 ile 120 Afgani arası, yani günde 1 dolara denk gelen çok düşük bir ücret karşılığında çalışmaya mecbur bırakıldı. BM’nin bu sürece dair yanıtı ise “endişe verici buluyoruz” olmuştu.

‘AKP’NİN KADIN POLİTİKALARI SURİYE’DE UYGULANACAK’

Bu süreç HTŞ yönetimi açısından aynı biçimde ilerlemeyebilir ancak işçi ve emekçi kadınlar için, hak ve özgürlükler açısından tarih boyunca gördük ki emperyalistlerin parmağının olduğu her yer sömürü, kan ve şiddete dönüştü.

HTŞ’nin Suriye’yi ele geçirdikten sonra “biz ılımlıyız” diye ısrar ettiği, çerçeve bugün açısından görünür de kimi popülist destek propagandalarını beraberinde getiriyor. HTŞ’nin başkanı Colani’nin taktığı kravat, mütedeyyin bir zihniyet görüntüsünü tüm dünyaya servis etmeye çalışıyor, kadınların hükümetin çeşitli mevkilerinde “görevlendiriyor.”

İlk olarak yeni hükümetin Kadın İşleri Ofisi Başkanı olarak atadığı Ayşe el-Dibs gündeme geldi. Adeta AKP’nin kadın politikalarının Suriye’de uygulanması gerektiğini savunan el-Dibs, ilk röportajını hükümetin gazetesi Yeni Şafak ile yapmıştı. Yeni Şafak’a, “Türk kadının Ak Parti'deki deneyimi açıkçası çok harika. Ak Parti'de kadınlar devletteki yerini aldı ve prestijli mevkilere geldi ve Türk ve İslami kimliğini korudu. Gördüğümüz şeylerin çoğunu uygulayacağız” diyen el-Dibs, BM’ye kadınların özgürlüklerinin garanti altına alındığının sözünü verdiklerini vurguluyordu.

“Giyim tarzına topluma zarar vermediği sürece karışmayacağız. Biz kadınların yanındayız, bu bizim bir sözümüzdür” diyen el-Dibs’in ilk kurduğu cümleler gelecekte Suriye’de kadınların yaşam koşullarına dair sinyaller vermeye yetiyor.

Daha sonra iki kadın daha HTŞ yönetimi tarafından belirlenen devlet yönetiminde yer aldı. Merkez Bankası Başkanlığına Maysaa Sabrin getirildikten sonra Suriye'nin ilk kadın vali ataması da yapıldı. Dürzi nüfusun yoğun olduğu Süveyda kentinde halkın talebi üzerine Mohsine Saleh Al-Muhtawwi’yi vali olarak atandı.

Kadınların görünürde devlet mevkilerinde yer bulması, bölgede İslami yönetimlerin ve teokratik yapıların dünya ile teamül etmek üzere kullandığı çok eski bir yöntem. Özünde kadınların baskı ve boyunduruk altında tutarak emeğini sömüren, şiddetin her türlüsüne maruz bırakan bu yapılar tek bir kravatla, birkaç göstermelik atamayla göz boyuyor.

Ne var ki devletler ve sermaye nezdinde yapılan bu yüzeysel “ilerleme” yorumlarının özü, ABD emperyalizmine yaklaşmanın ya da bunların müdahalesine açık olmanın kadın hakları bakımından “modern ve ilerlemeci”, uzaklaşmanın ise “gerici” sonuçlar doğurduğu yönünde çıkarımlar yapılıyor.

Batı emperyalizmi ile bağlantılı olarak öne çıkarılan “ilerleme” görüntüsü birçok örnekte sayabileceğimiz gibi göstermelik olduğu veya sadece sözde kaldığı da zaman içerisinde su yüzüne çıkıyor. Bu kısa süreçte bile HTŞ’nin Suriye’de Alevilere yönelik saldırıları, mezhepsel ayrılıklar üzerinden sürdürdüğü baskı, yönetimin halkın hak ve özgürlüklerine karşı alacağı tutumun gerçekliğini ortaya seriyor.

Keza daha birkaç gün önce HTŞ başkanının sokakta bir kadınla fotoğraf çektirirken başörtüsüne işaret ederek başörtüsünü düzeltmesini söylemişti. Colani’nin bu hareketi ise batılı medyada yumuşatılarak, “Sevgi dolu bir ikazdı” diye yorumlanmıştı. Bu “sevgi dolu” ikazların hemen baş ucumuzdaki İran ve Afganistan’da kadınlar için nasıl bir cehennem yarattığı ise aşikâr.

ANAHTAR DAYANIŞMA VE MÜCADELE

En bariz olan şudur ki Suriye’den daha fazla pay alma peşinde koşan batı emperyalizmi ve aktörlerinin çıkarları Suriye’deki kadınların, işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla ilgisi yok. “Bizim yönetimimizde kadınlar çalışacak” diyen HTŞ yönetiminin hiç şüphesiz kalkınma ve Suriye’nin yeniden inşası için ucuz kadın emeğine ihtiyaç duyacak.

Son süreçte adeta “fırsatlar diyarı” olarak gözüken Suriye özellikle AKP ve Türkiye burjuvazisi açısından da önemli bir yerde duruyor. Burjuvazi Suriye’de yeninden “kalkınma” ve altyapının oluşturulması sürecinde kendine tanınacak nimetlerden yararlanacak ve bunun en önemli yönü yine sömürünün derinleşeceği gerçeğinde.

Yıllardır Suriyeli mültecilerin ve göçmenlerin emeğinden en yoğun şekilde yararlanan Türkiye ve Suriye burjuvazisi özellikle kadınları şiddete, istismara açık halde güvencesiz ve en ucuza çalışmaya mahkum etti. Suriye’de yıllardır savaşın sürmesi, Türkiye’nin AB’nin göçmen deposuna dönüşmesinde ana rol üslenen AKP hükümeti ise şimdi Suriye topraklarında da emekçilerin, kadınların etinden, sütünden faydalanmaya çalışacak.

Yıllardır mülteci ve göçmenlere nefreti örgütlemeye yol açan iktidar ve nefreti yaygınlaştıran milliyetçi, sağ muhalefet bu sefer de “Savaş bitti niye gitmiyorlar?” sorusunun mülteciler üzerinden yaratacağı baskıyı kendi lehine çevirmeye çalışacak. Yıllardır yalnızlaştırılan mülteci kadınlar, bu sefer baskı ve sömürünün yeni biçimleriyle yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Burada kadınlar için her süreçte olduğu gibi bütünlüklü örgütlenmenin araçlarını geliştirmek elzem bir yerde duruyor. Kutuplaşmanın beslendiği her nokta ancak ve ancak burjuvazi ve onun destekçilerini besler. Suriye topraklarında kadınların yaşadıklarına ses çıkarmak, Türkiye’de yaşayan Suriyeli kadınlara örgütlenme ve mücadele çağrısında bulunmak ise, savaşların gölge saldığı bugünlerde dünden daha kritik bir yerde duruyor.

Bunun bir diğer yüzü de Türkiye’deki işçi ve emekçilerin, kadınların AKP’nin Suriye’deki planlarına karşı çıkması gerekliliği. Yıllarca savaşlara, operasyonlara devasa harcamalar yapan AKP iktidarı yılların faturasını işçi ve emekçilere ödetti.

Görünen o ki iktidar ve onun etrafındaki gerici güçler Suriye'nin yeniden imarında başta inşaat sektöründe pay kapma ve taşeronluk yapmaya çalışacaklar. Bu da yine Türkiye açısından bakıldığında başkaca ülkede açılacak olan rant olanağının faturasının kadınlara, işçiye ve emekçiye ödetileceği gerçeği önümüze koyuyor. Dolayısıyla bugün elzem olan her türlü savaşa, yağmaya, talana, emperyalizme karşı yerli, mülteci demeden örgütlenmek, örgütlemek. 

Fotoğraf: Hediye Levent/ Evrensel