Ankara’nın Altındağ ilçesinde ve belki de şehrin en yoksul mahallesinde görev yapmakta olan bir sınıf öğretmeniyim. Sizlere çok iyi bildiğiniz bir durumu çok içeriden bir yerden anlatmak istiyorum. Genelde haberlerde görüp belki de kızdığınız, işlek caddelerde karşılaşıp bazen acıdığınız Suriyeli mülteci çocuklar bizim öğrencilerimizin büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Şehrin en yoksul gecekondu bölgesinde benim de uzun yıllardır çalıştığım bu mahallede hayata tutunmaya çalışıyorlar. Çalıştığım okulun çevresi yaklaşık on yıldır kentsel dönüşümle değişip dönüştü. Mahallelinin çoğu TOKİ’lere taşındı ve öğrenci sayımız çok azalmıştı son yıllarda. Suriye’den yoğun olarak göç almaya başlayan bu mahallede evlerin büyük kısmı yıkık dökük, terkedilmiş, virane durumdaydı. TOKİ’lerde oturan ev sahipleri için de gelir kapısına dönüşen Suriyeli mülteci aileler mahalleye yakın olan Siteler’de küçük atölyelerde çalışıyor, asgari ücretin altında bir ücretle kendilerine ne iş verilirse yapıyorlar. Önceden çocuklarını okuttuğum bazı velilerim halen arada okula uğrar, bahçede görünce yanıma gelirler, kağıt ve hurda toplayıcısı olan bu eski velilerim son zamanlarda kağıt ve hurda bulmakta zorlandıklarını çünkü Suriyelilerin kendilerinden önce çöp topladıkları yerlere gidip oraları boşalttığını söylüyorlar. Anlayacağınız mahallede ciddi ölçüde çöp savaşları yaşanıyor.
ÇALIŞMAYAN TELEVİZYON, SAĞDAN SOLDAN TOPLANMIŞ EŞYALAR
Pandemiden önce ev ziyaretine gittiğimiz velilerimizin yaşadıklarına inanmakta biz bile zorlandık. Bir öğrencimin evinde neredeyse hiçbir şey yoktu, gerçekten hiçbir şey. Çalışmayan bir televizyon, duvar dibine sıralanmış minder, kırlent benzeri, sağdan soldan toplanmış bir şeyler, yerde incelmiş, sökülmüş bir kilim… Sobanın üstünde lavaş benzeri bir ekmek (mahallede buna Suriye ekmeği diyorlar) ısıtılıp çocuklara veriliyor. Sobanın arkasındaki duvara yaslanmış bir leğen, belli ki sobanın yanında yıkanıyor çocuklar. Zaten evde mutfak ve banyo kullanılır durumda olmadığı için her şey bu odada yapılıyor. Çatı aktığı için babasıyla birlikte çatıya çıkıp naylon gerip her tarafına büyük taşlar koyduklarını anlatıyor öğrencim, bu arada çocuklar bu hayata tutunma çabası içerisinde gerçekten dayanıklılar.
Çoğu zaman bize bile anlamsız gelen çoğu konu onlar için çok zorlayıcı olabiliyor, okuyorlar ama tam olarak anlamıyorlar, törenlere katılıyorlar, şiir okuyorlar ama ne yaptıklarının tam olarak farkına varamıyorlar.
TÜRKÇELEŞTİRİLEN İSİMLER
Çocuklar isimlerini Türkçeleştirip daha çok kabul görmeye çalışıyor ve bu bence çok ders çıkarmamız gereken bir durum. Bene adındaki bir öğrencimiz, “Öğretmenim ben Berna” dedi. “Senin adın Bene değil miydi?” dediğimde geçici sığınmacı kimliği çıkartmaya gittiklerini ve Berna diye yazdırdıklarını söyledi. Bir çocuğu kendi adıyla kabul edemiyorsak ya da ona öyle hissettirdiysek bu en çok bizim ayıbımızdır diye düşünüyorum.
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
İşçi Semra’nın sorgulamaları: Yarı aç yarı tok, ne...
Metal işçisi Semra’nın evinde soba tütmüyor, evi de iş yeri de ısınmıyor… İzin yapmak, dinlenebilmek...
İMES’te kadın işçi olmak: Taciz, fazla mesai, düşü...
İMES’te çalışan kadın işçiler kötü çalışma koşullarının yanı sıra tacizden de bıkmış durumda. Tüm zo...
Sabrımız yüzde hiç, artık serde mücadele var
İkilem basit: Sürünerek hayatta kalmak mı, insanca yaşamak mı? İlk seçenek her gün daha fazla yoksul...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.