Kupkuru bir toprağın iki çatlağı arasından sızan bir çiçek ne kadar umut verici bir fotoğraftır değil mi? Dahası bundan birkaç yıl önce dünyanın en kurak yeri olan Şili’deki Atacama Çölü’ne 400 yıl sonra ilk kez yağmur yağmış, o kupkuru, çatlaklarıyla sanki yeni bir harita oluşturmuş olan çöl ertesi gün çiçekli bir çarşaf gibi serilmişti insanlığın gözleri önüne. Atacama Çölü sıradan bir doğa olayıyla bir imkansızı başarmıştı. Kendisinden artık hiçbir beklentisi olmayan bir toprak parçası, yeniden gülümsemişti gökyüzüne.
Kim bilir belki bir çöl zamanı şimdi bizim yaşadığımız bu süreç de… Hayatının en umudu kurak, kaygılı, tedirgin, yarınını bilmez halde birçoğumuz… Tek başına bir doğa olayı değil elbette bu salgın; tedbirsizliğin, ihmalin getirdiği yük de çok ağır… Bu süreçte kimimiz ücretli izne çıkıp eve kapanabiliyor, kimimiz de ısrarı ve mücadelesiyle alıyor bu hakkı, binlercemiz ise riske rağmen borcunu, kirasını ödemek, çocuğunun karnını doyurabilmek için yolunu tutuyor fabrikanın. Ne doğru dürüst bir önlem ne bir tedbir… Maskenin altında bir can pazarı yaşanan. Eve gelirken yaşadığımız binbir kaygı da cabası oluyor. Her gün duyduğumuz vakalar canımızı yakarken, hem kendimiz, hem ailemiz hem de enfekte olan herkes için ayrı ayrı endişe duyuyoruz. Ayrı evlerde yine aynı dertleri yaşıyoruz yani. Umudumuzu yitirmemek ise bedenimizin bizi kaygı psikolojisine hapsetmemesinin tek yolu.
Umudumuzu yitirmemek için “hiç olmaz” dediğimiz Atacama Çölü’nün manzarasına bakalım; umudu baki tutana sarılalım, sarılalım ki Atacama Çölü’nde; yeraltından boy vermeyi bekleyen çiçeklerin umutlu sabahları gibi bizim yarınımızın da öyle olacağını bilelim.
Biz, umudu baki tutanın birliğimiz, dayanışmamız ve öfkemiz olduğunu düşünüyoruz.
Belki fiziksel mesafemiz var şu anlık, olmalı da ama aynı duyguyu, aynı kaygıyı, aynı umudu, aynı öfkeyi paylaştıklarımızla aramızdan su sızmıyor. Bu kadar aynı duygunun, aynı derdin, aynı talebin öznesi olanlar birbirlerine ne kadar uzak olabilir evlerine kapansa bile?
Biz de aramızda mesafe dahi olsa birlikteliğimizin arasından su sızdırmayalım ki sağlıklı ve umutlu günlerimizin ardı dayanışmaya gebe olsun.
Dergimizin bu sayısında bu dayanışmanın yollarını döşeyen kadınların aynı dertler etrafında birbirlerine seslenişleri var. Yaşadıkları riskleri, tehlikeleri sadece kendilerinden anlatmıyor “Bu hepimizin sorunu, hepimiz sözümüzü söylemeliyiz” diye haykırıyor kadınlar onları duymayan, kulaklarını tıkayan tepedekilere.
Ayrı çatılar altında yaşanan dertleri yazan kadınların ortak talebini görüyor, #BöyleGitmez haykırışının daha da güçlendiğini görüyoruz. “Salgının yoksulu zengini vardır” gerçeğini kendi halini göstererek anlatıyor kadınlar, “Benim yaşadığımla yukarıdakilerin yaşadığı bir mi” tepkisiyle… Hem öfke, hem umut, hem de kapalı kapıların ardında yaşanan gerçekleri sunuyor her bir sayfamızdaki kadınların anlatımı… Oluruna bırakmayan, “olmalı” talebinde direten kadınların “değişecek” umudu da kadınların sesinde yankı buluyor yine.
Sayfalarımızda koronavirüs bahanesiyle işten atılan kadınların hangi bedelleri ödediğine ve ödeyeceğine, iktidarın “üretime devam” sözüyle işçi kadınların ne zorluklar yaşadığına, kadınların isyan ateşinin evlerinde daha da büyüdüğüne tanık oluyoruz. Yanıt arıyoruz ayrıca, Onur Bakır’ın cevaplarıyla gasbedilen haklarımıza karşı neler yapabileceğimize…
Sadece kendi topraklarımızda değil sınırların ötesinde kadınların salgın sürecindeki var olma ve haklarını alma mücadelesine de yakından bakıyoruz.
İçimizden Biri Minire İnal ile yine bir çölün nasıl çiçek verdiğini, “Adresim Ayakkabılarım” kitabıyla Jones Ana’nın işçi sınıfı mücadelesi içinde o çöl kuraklığına nasıl su serptiğini görüyoruz.
Kapağımızda ve sayfalarımızdaki çizimleriyle işçi kadınların seslerini bu ay bizimle duyuran Gizem Akman’a da kocaman sevgilerimizi gönderiyor, teşekkür ediyoruz…
Kadınların yazdığı, var ettiği Ekmek ve Gül dergimiz yine kadınların emeğiyle ördüğümüz mücadeleyi hatırlatmaya devam ediyor, biz de yine tüm kadınları bu mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz, çünkü kapalı kapılar ardında dahi yapabileceğimiz çok şey var!
İlgili haberler
20 soruda koronavirüs ve işçi hakları
Pandemi sürecinde de haklarımız var! Bu süreçte zorunlu hizmetler dışındaki işler durdurulmalı, işte...
Salgın bahane edilerek işten atıldı: Sadaka değil...
Bir yemek şirketinde çalışan 57 yaşındaki işçi kadın, salgın bahane edilerek işten atıldı.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.