75 yıldır İsrail işgaline direnen Filistin halkı, İsrail’in Gazze’ye yönelik son saldırıları karşısında sesini dünyaya duyurmaya çalışıyor ve dünya kamuoyunu İsrail işgalinin son bulması noktasında desteğe davet ediyor. Biz de Filistin ile Gazze’deki sürece ve Filistin halkının taleplerine ilişkin, kendileri de Gazzeli olan ve Kudüs’te yaşamalarına rağmen Gazze’deki yakınları ile yıllardır görüşemeyen iki Filistinli kadın May ve Raina ile bir görüşme gerçekleştirdik. May, 54 yaşında ve Beytüllahim’de yaşıyor. Raina ise 48 yaşında ve Ramallah’da yaşıyor, çevirmenlik yapıyor.
Güvenlik gerekçesiyle soyadlarını ve fotoğraflarını yayımlayamadığımız May ve Raina bize Gazze’de İsrail’in yıktığı evlerinin fotoğrafını yolladılar. Sorularımıza ise birlikte yanıt verdiler.
Gazze’nin İsrail tarafından yıllardır bir açık hava hapishanesine dönüştürüldüğünü biliyoruz. Peki bilmeyenler için, öncelikle Gazze’nin yaşadığı süreçle ile ilgili kısa bir bilgi verebilir misiniz?
365 kilometrekarelik arazide 2.3 milyon kişinin yaşadığı Gazze Şeridi, yaklaşık yüzde 65’i 26 yaş altı nüfusla en yoğun nüfuslu bölgelerden biri olarak kabul ediliyor. İsrail ablukası 15 yılı aşkın süredir devam ediyor. Gazze ablukası, Hamas’ın 2006 yılında Batı Şeria ve Gazze’de seçimleri kazanması sonucu geldi. El Fetih’in başında olduğu diğer gruplar katılmayı reddederken Hamas kabinesini kurdu. Gazze’deki güvenlik teşkilatının Hamas hükümetine bağlı olmayı reddetmesi, çatışmalara ve birbirlerine karşı silah kullanmalarına yol açtı.
İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka, güvenlik izninin bulunduğu belirli koşullar dışında hiç kimsenin Gazze’den İsrail’e veya Batı Şeria’ya izinsiz çıkamayacağı anlamına geliyor. Aynı şekilde; İsrail’in onayı olmadan hiçbir mal da Gazze’ye giremez. Mısır ile diğer kara geçiş noktasında da (Refah Kapısı) benzer bir engelleme uygulanıyor. Bu geçiş, Mısır tarafında Mısır devleti, Filistin tarafında ise Filistin otoritesi (Hamas) tarafından kontrol edilmekte olmasına rağmen geçişin açılıp kapanmasını kontrol eden taraf İsrail’dir.
Filistin yönetimi (Fetih) ile İsrail arasında -AB’nin üçüncü taraf olarak katıldığı- 2005 yılında imzalanan ve Hamas’ın Gazze’yi ele geçirip seçim sonuçlarını kabul etmeyen Fetih liderlerini sınır dışı etmesine kadar iki yıl boyunca yürürlükte kalan anlaşmadan da bahsetmekte fayda var. Geçen yıllar boyunca Hamas’ın iktidara gelmesi ve Gazze’yi kontrol etmesi sonucunda İsrail, Mısır’a Refah Kapısı’nın ne zaman açılıp kapanacağı konusunda baskı yaptı ve kapı sadece insani durumlar için açıldı. Yani, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı kısıtlama rejimi nedeniyle Gazzelilerin eğitim, çalışma ve hatta ziyaret amacıyla dış dünyaya serbest erişimi yok. İsrail, Gazze’ye kara, hava ve deniz erişimini kontrol ediyor ve uluslararası hukuka göre Gazze hâlâ işgal altında. Gazze’ye yönelik bu ablukanın temel amacı Gazze’deki Hamas yönetimine son vermek.
ABLUKA NEDENİYLE YILLARCA AKRABALARIMIZI GÖREMEDİK
Gazze’de yaşamak ne anlama geliyor? Abluka altında günlük yaşam nasıl devam ediyor? Oradaki yakınlarınızla görüşebiliyor musunuz?
Genel olarak bakıldığında Batı Şeria, Gazze Şeridi, Kudüs ve hatta 1948’de işgal edilen bölgelerde, Filistin’in mevcut durumda yaşamaya devam etmesi mümkün değil; işgalin sürdürülmesi mümkün değil. Filistin, Filistin halkının her türlü acıya katlandığı 75 yıldır işgal altında. Ancak son yıllarda İsrail’in işgal tedbirleri, işgal altındaki bölgeleri kasıtlı olarak çeşitli düzeylerde neredeyse yaşanmaz hale getirdi:
- Gazze Şeridi’ndeki uzun süreli kuşatma 2.3 milyon Filistinliyi yaşanamaz büyük bir hapishaneye mahkûm etti.
- Kudüs, özellikle evlerin yıkılması, oturma haklarına el konulması, fiili hapis ve hatta yargısız infaz yoluyla Filistin halkını ayrılmaya zorlamayı amaçlayan politikalarla hedef alınıyor.
- Batı Şeria’da yaşayanlar, topraklara el konulması, evlerin yıkılması, mahsullerin yakılması, ağaçların sökülmesi ve diğer birçok saldırı biçimi yoluyla Filistinli çiftçileri hedef alan, artan işgal güçleri ve yerleşimcilerin saldırılarıyla karşı karşıya. Çoğu durumda Filistinliler, Batı Şeria’nın farklı bölgeleri arasında veya Batı Şeria’dan Filistin’in diğer bölgelerine geçişlerindeki ciddi kısıtlamaların yanı sıra ölüm tehdidiyle de karşı karşıya kalıyor.
- İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumlar, yaşanan vahşetin yanı sıra acımasız bir muameleyle, kanser hastaları için bile tıbbi bakımdan yoksun bırakılmayla, işkenceyle ve aile ziyaretlerinden mahrum bırakılmayla karşı karşıya kalıyor. Onlara siyasi mahkûm muamelesi yapılmıyor, bu da onların uluslararası hukuk korumasından yararlanma haklarını ihlal ediyor.
- Uluslararası toplumun desteği ve Arap ülkeleriyle ilişkilerin giderek normalleşmesi sayesinde işgal güçlerine tüm bu suçları işlemeleri ve cezasız kalmaları için yeşil ışık yakıldı. ABD’den, Avrupa Birliği’nden, BM kuruluşlarından ve bazı Arap ülkelerinden politikacılar sadece çekingen bir ateşkes çağrısında bulunuyor, ancak kitlesel katliam ve yıkımın önlenmesi için herhangi bir adım atmıyor. İnsani yardımın kanalize edilmesi konusunda da sesler yükseliyor, ancak bunun gerçekleşmesi için gerçek bir baskı yok.
- ABD yönetimi başta olmak üzere Batılı hükümetlerin Filistin sorununa yönelik uyguladığı çifte standartlar nedeniyle uluslararası hukuk sistemi ve değerler çöktü.
- Gazze’de kadın ve çocukların öldürülmesine, etnik temizliğe zar zor tepki veren sessiz dünyanın gözü önünde iki aydır bir soykırım devam ediyor.
- Sonuç olarak İsrail, geçici ateşkesi kabul etmek zorunda kalana kadar ABD ve diğer hükümetlerin “lütfuyla” soykırıma devam etti.
Uzun yıllar boyunca İsrail, Gazze topraklarını ve Filistinlilerin hareketini kontrol etmek için birçok yol geliştirdi. Filistin’i Gazze’den başlayarak kuzeyden güneye kadar kantonlara bölmeye çalışıyorlar. Her kanton, kapıları ve askeri kontrol noktaları bulunan bir istinat duvarı ile çevrili; kapıları ve kontrol noktalarını istedikleri zaman ve istedikleri süre boyunca kapatabiliyorlar. Gazze’de yaşayan Filistinlilerin Filistin’in diğer bölgelerine erişimi yok. Filistin’in diğer bölgelerinden gelen Filistinliler de Gazze’ye gidemiyor. Her ikisinin de diğer tarafı ziyaret edebilmesi için özel bir izne ihtiyacı var ve bunu da İsrail’den almak çok zor. Gazzelilerin Batı Şeria ve Kudüs’te işe, hastaneye veya üniversiteye erişimi yok.
Her iki taraftan akrabalar birbirlerini ziyaret edemiyor, bayramlarda çok az izin alınabiliyor. Fakat Batı Şeria’ya geçenlerin orada kalmamalarını garantilemek için verilen izinler tüm aile bireylerini kapsamıyor.
İş, üniversite, hastane ve aile ziyareti için şehirler arasında rahatlıkla seyahat etmek mümkün değil. Birçok Filistinli uzun yıllardır akrabalarını veya aile üyelerini göremiyor. Bunlara ben de (May) dahilim.
KONTROL NOKTALARINDA DOĞURAN FİLİSTİNLİ KADINLAR OLDU
Abluka özellikle Gazzeli kadınların günlük yaşamını nasıl etkiliyor?
Ablukanın, tıbbi tedavi için bile Gazze Şeridi’nden ayrılmaktan mahrum bırakılan kadın ve çocuklar başta olmak üzere, tüm nüfus üzerinde yıkıcı bir etkisi var. Birçok kadın kontrol noktalarında bebeklerini doğurmak zorunda kaldı. Filistin bölgelerine giren malzemelere getirilen kısıtlamalar nedeniyle özellikle hamile kadınlar yetersiz beslenmeye maruz kalıyor ve bu durum kendilerinin ve çocuklarının sağlığını etkiliyor. Aşı tedariki de etkileniyor. Yoksulluğun kadınları orantısız bir şekilde etkilediği de bir dünya gerçeğidir, çünkü özellikle erkeklerin çoğu siyasi suçlardan hapishanelerdeyken ya da öldürülmüşken aile bakımının yükünü kadınlar omuzluyor.
Batı Şeria, Gazze Şeridi, Kudüs başta olmak üzere, Filistin’deki mevcut durum nedir? ABD ve Batılı devletlerin bu işgal sürecindeki pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
7 Ekim’in, siyonist sistemin kırılganlığını ortaya çıkarması ve yenilmez ordu mitini yıkması nedeniyle Filistin sorununda bir dönüm noktası olduğunu belirtmek gerekir. Yahudi devletinin güvenlik, askeri ve siyasi zayıflığını ortaya çıkardı. ABD, ilk günden itibaren askeri filosunu Akdeniz’e seferber etti ve İsrail’e her türlü yardımı yaptı. Yardım, askeri makineleri ve uzmanları, ABD’li generalleri ve İsrail kuvvetlerine katılan deniz kuvvetlerini içeriyordu. Ancak Gazze’ye yapılan çirkin saldırı, İsrailli siviller ve askeri personel arasında yalnızca hayal kırıklığına yol açtı. Bu, siyonist varlığın geleceğine damgasını vuracaktır.
Dünya çapında yüz binlerce vatandaş, Filistin için ateşkesi ve barışçıl çözümü desteklemek için gösteri yaptı. Gösteri dalgalarına karşı koymak amacıyla siyonist ajanlar, ABD ve Fransa’daki göstericilere İsrail yanlısı gösteriler düzenlemeleri için para ödedi ancak sayıca Filistin yanlısı gösteri ve seferberliği geçemedi. Boykot hareketi başka bir düzeyde birçok şirket için ciddi kayıplarla sonuçlandı.
Dahası, savaşın beyan edilen hedefi rehineleri serbest bırakmak ve Hamas’ı yok etmek olsa da, gerçekte Gazze Sahili çevresindeki doğal gaz sahaları üzerinde İsrail kontrolünü dayatmayı ve Akdeniz’i birbirine bağlayacak sözde Ben Gurion veya Bahreyn Kanalı’nı kurmayı hedefliyor. Yani, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı’nın yerine...
Bir diğer önemli not, savaş birçok İsraillinin ülkeden kaçmasına neden oldu. Kayıtlar yarım milyondan fazla nüfusun kendi ülkelerinden kaçtığını gösteriyor. İsraillilerin çoğu çifte vatandaşlığa sahip ve kendi ülkelerinde bir B planına sahipler.
FİLİSTİNLİLER KENDİ DEVLETLERİNİ İSTİYOR
Batının bölgeye yönelik geçmişte ve günümüzdeki tutumu karşısında Filistin ve Filistin halkı nerede duruyor?
Filistin halkı her zaman barışçıl olmuş ve yüzyıllardır bu topraklarda yaşamış, bu toprakları inşa eden farklı medeniyetlerin torunlarından oluşan çok çeşitli bir manzara oluşturmuştur. Avrupalı sömürgeci güçler tarafından Yahudiler göçe zorlandığında, göçmenleri çoğu yerde memnuniyetle karşıladılar ve kendi tarım topluluklarını (kibutz) kurmalarına izin verdiler. Ancak gündemin Avrupa’da mazlumların korunması olmadığı, yerleşimcilerin kolonileşmesi olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla, bu topraklar üstünde gerçek hak sahibi olanlar Filistinliler ve bu haklarını talep ediyorlar.
Sahadaki zorlama gerçekler dayatıldığı için Filistinliler barışa ulaşmak amacıyla aşağılayıcı iki devletli çözümü bile kabul etti ama İsrailliler bu anlaşmaları her zaman ihlal etti. Filistinlilerin tek istediği kendilerine ait bağımsız, egemen, barışçıl ve üretken bir devlet. Yüz yıldan fazla süren İngiliz ve İsrail sömürgeciliğinin ardından bizler, topraklarımızda özgürlük ve barış arıyoruz.
ETNİK TEMİZLİK PLANI ZİRVESİNE ULAŞTI
İsrail’in Filistin halkına yönelik yıllardır sürdürdüğü şiddetin dünya basınında yeterince ses bulamamasını ve bunun arka planını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere dünyanın sömürgeci güçleri yüz yılı aşkın süredir “insansız toprak” vizyonunu gerçekleştirmeye çalışıyor. Amerikan Başkanı Truman, 1948 gibi erken bir tarihte bu planı açıklamış ve bir beyanında tüm nüfusu temizlemenin mümkün olmayacağını ve bunun aşamalı olarak yapılacağını belirtmişti. Antisemitizm Avrupa’nın bir sorunu iken Avrupalılar, İsrail devletini kurarak Yahudi nüfusundan kurtulmaya çalıştı. Tüm bu güçler, karşıt sesleri susturmak için bölgedeki liderlere şantaj ve siyasi hediyeler vermenin yanı sıra korkutma ve baskıya da başvurarak dev bir propaganda makinesi yarattılar.
Artık, etnik temizliğe açık bir yeşil ışık yakılan bu planın zirvesine ulaştık; öldürmek için açık bir izin. Bu nedenle, İsrail şiddetini ifşa etmeye çalışan medya muhabirleri birçok yönden baskıya maruz kalıyor; hatta birçoğunun işini kaybettiğini söylememize bile gerek yok, bazıları öldürme tehditleri bile aldı. Uluslararası insani hukukun uygulanması söz konusu olduğunda, Filistin’in bir eylemi yasa dışı sayılıyor, İsrail’in bir eylemi ise meşru müdafaa gerekçesiyle meşrulaştırılıyor.
Filistin halkı eğitim, sağlık gibi sosyal haklardan nasıl yararlanıyor? Hangi zorluklarla karşılaşıyor?
1993 Oslo Anlaşmaları, İşgal Altındaki Topraklardaki Filistin halkının yönetimi haline gelen bir Filistin Ulusal Otoritesi oluşturdu. Filistinliler okullarda, üniversitelerde ve bazı mesleki eğitim merkezlerinde eğitimden yararlanabiliyor; ancak şunu da belirtmek gerekir ki, tüm dünya eğitim müfredatlarının içeriğini kontrol ediyor ve açıkça işgalin sona erdirilmesine ilişkin her şeyin müfredattan çıkarılmasını talep ediyor. Sağlık hizmetleri kabul edilebilir seviyede ancak İsrail’in kısıtlamaları daha fazla gelişmeye izin vermiyor. Sosyal hizmetler esas olarak birkaç yardım derneği ve Sosyal Kalkınma Bakanlığı aracılığıyla sağlanmakta. Ancak yüksek yoksulluk ve işsizlik oranları göz önüne alındığında, özellikle Gazze’deki aileler yardıma bağımlı durumdalar.
İSRAİL VATANDAŞI FİLİSTİNLİLER İKİNCİ SINIF MUAMELESİ GÖRÜYOR
Kudüs gibi şehirlerde birlikte yaşayan Filistinliler ile İsrailliler arasındaki ilişkiler nasıl?
İsraillilerle aynı şehirlerde yaşayan iki tip Filistinliyi birbirinden ayırmak gerekiyor. İlk grup Kudüs’teki Filistinliler ki bunlar İsrail yasalarına göre her an el konulabilecek geçici bir oturma kartı olan Kudüs kimliğini taşıyor. İsrail, o şehirde yaşıyor olmak, hiçbir zaman başka bir ülke vatandaşlık almamak gibi bazen imkansız koşullar, gerçek bir hizmet almadan ağır vergilerin ödenmesi gibi diğer koşullar dahil olmak üzere, kimliğin korunmasına çeşitli engeller koyuyor. Diğer tip Filistinliler ise Hayfa, Yafa ve diğer İsrail şehirlerinde yaşayanlardır. İsrail vatandaşlığına sahipler ancak ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar. İşin ironik yanı, İsrailli Yahudilerin çoğunun İsrail vatandaşlığına ek olarak ikinci bir vatandaşlığa sahip olması, ancak İsrail vatandaşlığına sahip Filistinlilerin çifte vatandaşlığa sahip olmalarına izin verilmemesi. Bu Filistinliler, İsrail sistemi altında yaşamak, İsrail’in okullarında okumak ve izin verildiğinde İsrail kurumlarında çalışmak zorundalar. Ancak en önemlisi yeni ev inşa etme hakkı da dahil olmak üzere haklar anlamında ciddi ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyorlar.
İSRAİLLİLER İLE İŞGALE SON VERİLMESİ YÖNÜNDE ORTAK BİR ÇABA ORTAYA ÇIKAMIYOR
Filistin halkının işgale karşı olan İsraillilerle nasıl bir teması var? Tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pek çok İsrailli ses işgale karşı çıkıyor ve çeşitli barışçıl çözümlere yöneliyor. Bu insanlar çoğunlukla Filistinliler tarafından memnuniyetle karşılanıyor ve onlarla bazı görüşmeler de yapılabiliyor ancak bu toplantılarda işgale son verilmesi yönünde ortak bir çaba ortaya çıkamıyor. Bu İsraillilerden bazıları hükümetlerinin yaptırımlarıyla da karşı karşıya kalıyorlar.
Filistin denilince insanların aklına ilk olarak Müslümanlar geliyor ama orada yaşayan Hıristiyanlar da var. Çoğunlukla hangi bölgelerde yaşıyorlar, nüfus potansiyelleri nedir? Filistinli Hristiyan ve Müslüman halklar arasındaki ilişkiler nasıl? Ve Hamas’ın varlığı Hıristiyanları nasıl etkiliyor?
İsa Mesih’in Filistinli bir peygamber olduğunu unutmayın. Aynı adı taşıyan Filistinli aileler kısmen Müslüman kısmen Hıristiyan olabilir. Bazı Filistinli Yahudiler de var çünkü Yahudilik, Siyonistlerin savunduğu gibi bir etnik köken değil, bir dindir. Bu topraklarda tüm dinler huzur içinde yaşıyor, bayramlar ve mutlu anılar paylaşıyor. Yakın zamana kadar Hıristiyanların çoğunun Beytüllahim, Kudüs, Ramallah ve Gazze’de yoğunlaştığı söylenebilir. İsrail işgalinin ardından Filistin büyük Hıristiyan bir göçüne tanık oldu çünkü Siyonistler ilk onları hedef almıştı. Hamas bir direniş hareketi olarak ilk ortaya çıktığında Hıristiyanları özellikle hedef aldı denemez, fakat aynı zamanda Gazze’deki tüm kadınlara başörtüsünü dayatmaya çalıştı. Bu girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Hamas’ın 2007’deki Gazze darbesinden sonra Gazze kuşatma altına alındı ve oradaki sosyal hayata ilişkin elimizde bir veri yok. Ancak Hıristiyan ailelerden herhangi bir şikayet almadık. Yine de birçoğu ülkeyi terk etmeyi ve dünyanın birçok ülkesindeki akrabalarının yanına gitmeyi tercih etti.
Filistin’deki Hıristiyanlar ve Müslümanların çok özel ilişkileri var. Hepimiz kendimizi Filistinli olarak tanımlıyoruz, kendimizi dinimizle tanımlamıyoruz. Hepimizin işgal altında yaşaması ve aynı düşmana sahip olmamız bizi birleştiriyor.
Ben (May) ilkokuldayken, Hıristiyanlar Gazze’de diğer Müslüman sınıf arkadaşlarıyla aynı din dersinde Kur’an okuyorlardı. Komşu, arkadaş olarak iyi ilişkilerimiz var ve iş yerinde de birlikte çalışıyoruz. Bazen Noel, Kurban Bayramı gibi dini bayramları bir arada kutlarız. Birlikte yemek yiyoruz, başarı hikâyelerini birlikte yaşıyoruz.
FİLİSTİNLİLERİN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI TANINMALI
Son olarak; Filistin halkının ivedilikle gerçekleşmesini istediği somut talepler nelerdir?
Öncelikle ateşkes için ve işgalin en kısa sürede sona erdirilmesi için ciddi görüşmeler yapılması gerekiyor. Filistinlileri yerinden etmeye ve haklı davalarını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik tüm girişimler reddedilmeli.
Yakın gelecekte ihtiyaç duyulan şey, yalnızca yoksulluk ve şiddet döngüsünü sürdürmek için insani yardım değil, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının tanınması ve bağımsız bir devletin hayata geçirilmesidir.
Uluslararası meşruiyetin, başkenti Kudüs ile 1967 öncesi sınırlarında bir Filistin devletinin kurulmasıyla sağlanması gerekiyor. Bu çözüm mümkün olana kadar Filistinliler hareket özgürlüğünden yararlanmalı ve direnişlerinin tanınması sağlamalıdır.
İsrail’in onların haklarını çiğneyecek herhangi bir eylemde bulunması engellenmelidir. Bu aynı zamanda tüm Filistinli tutukluların serbest bırakılması ve başka tutukluların alınmaması anlamına da geliyor. Toprakların Filistinlilere geri verilmesi için yerleşim yerlerinin yıkılması gerekiyor.
Fotoğraf: XXX
İlgili haberler
Save The Children: Hamile kadınlar tıbbi bakım olm...
Save The Children Filistin Direktörü Jason Lee “Gazze’de bebekler bir kabusun, insani felaketin için...
İsrail ve Filistin’den kadınlar: Savaşı durdurmak...
Filistin’den Women of the Sun ile bir ‘barış koalisyonu" oluşturan İsrail’den Women Wage Peace, yayı...
Göçmen Kadınlar Birliği barış için açıklama yaptı
Almanya Göçmen Kadınlar Birliği, İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarına dair sosyal medyada açık...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.