İnsanlık varoluş sürecinden itibaren sanatla hemhal olmuş, onu hayal gücünün tasarımlarıyla görünür kılmaya çalışmıştır. Bütün bu tasarımlar içerisinde teknolojik gelişmelerle birlikte sanatta bir dönüm noktası, sinema ortaya çıkmıştır. 19. yy’da televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte insana, hayata dair her konu sessiz, siyah beyaz filmlerle izleyicilere ulaşmaya başlamıştır.
1970’li yıllarda dönemin siyasi, kültürel, politik ikliminin etkisiyle psikoanalitik kadın temalı filmlerin sayısının arttığını görüyoruz. Kimi zaman kurgusal, kimi zaman gerçek hayattan alınan kadın temalı filmler, sinemada daha fazla görünür oldu. Günümüze kadar gelişerek devam eden bu adım bizleri etkilemeye ve düşündürmeye devam ediyor.
Kafka özenli kitap okumalarının önemi konusunda “Üzerinize bir felaket gibi çöken kitaplar gerek. Bir kitap, içinizdeki donmuş değerleri parçalayarak bir balta olmalıdır. İnsanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız. Okuduğumuz kitap bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar” diyerek seçimlerin düşünsel dünyamızdaki önemine dikkat çeker. Kafka günümüzde yaşasaydı kitap hassasiyetini sinema alanında da göstereceğini tahmin ediyorum. Bütün filmleri, bütün kitapları okuyacak kadar uzun bir yaşam yolculuğumuzun olmadığı aşikar. Kafka’dan esinlenerek insanı ısıran ve sokan filmler izlemeli diyerek bu yazımızda bahsedeceğim filme geçmek istiyorum.
ERKEKLER DÜNYASINDA MÜKEMMEL BİR KADIN BİLİNCİ YARATMAK
2024 yılında İspanyol yapımı bir drama filmi olan La Virgen Roja (Kızıl Bakire) gösterime girdi. Bir kadının yaşanmış hikayesini sinemaya uyarlayan bu film Hildegart Radriguez Carballeira’nın kısacık ama etkileyici hayat öyküsünü ekranlara yansıtıyor. Avukat, deneme yazarı, seksolog Hildegart’ın hayatını ele alan film, 1930'lu yılların İspanya’sından bizlere sesleniyor.
Filmin başlarında Hildegart’ın annesinin onu daha dünyaya getirmeden kendi düşünce dünyasında ideal bir imge olarak tasarladığını görüyoruz. Kendisi de yaşadığı dönemdeki kadınlara göre zamanın çok ilerisinde olan, entelektüel anne karakterinin kızı üzerinden kurguladığı ideal kadın tasarımında büyük oranda başarılı olduğunu görüyoruz.
Zira Hildegart çok küçük yaşlarda dört yabancı dile hakim olmayı başarıyor; annesinin entelektüel, disiplinli düşünsel çabaları sonuç veriyor. Hildegart 16 yaşında ilk eserini yayınlıyor, aynı zamanda avukatlık yapmaya başlıyor. Cinsel reform üzerine kitaplar ve broşürler yayınlıyor.
Filminde annenin kızını bekar bir anne olarak büyütmeye çalıştığını görüyoruz. Bunu yaparken anne karakterinin kızı üzerinde uyguladığı kontrolcü davranışları film boyunca gözlemliyoruz. Erkekler dünyasında mükemmel kadın bilincini yaratma hamlesi, anne karakterinin kızına uyguladığı zihinsel, entelektüel mükemmeliyetçilik aktarımında kendini gösteriyor. Hildegart’ın düşünsel dayatmalarla tahakküm altına alınmış bir yaşam sürdüğünü gözlemliyoruz. Mükemmel kadın bilincini kızı üzerinden gerçekleştirmek isteyen anne karakterinin kendini tanrılaştırması kızından koşulsuz itaat beklentisi film boyunca kendini hissettiriyor.
Hildegart’ın annesinin tanrısallığını ilan ettiği bu ortamda birine aşık olması, onun varoluşunun bağımsızlaştırma çabalarında itici bir unsur oluyor. Anne karakteri tarafından nesneleştiren Hildegart’ın kendini inşa etme yolundaki tavırları anne tarafından iktidarının sarsılması olarak algılanıyor. Filmin bir sahnesinde annenin bu durumu şu cümleleriyle açıkladığını görüyoruz: “Heykeltıraş eserindeki en küçük kusuru gördüğünde onu yok eder.”
Mutlak bir hakikate kızının varlığı üzerinden ulaşabileceğini düşünen anne karakteri, kızının bu hakikati yıkma girişimleri karşısında çılgına dönerek kendi bedensel ve düşünsel tasarımını yok saymayı seçiyor.
Filmi izlerken konunun işleyişle paralel olarak annenin kızı üzerinden kurmaya çalıştığı tahakkümün, kadın heykelleriyle metaforlaştırıldığını görüyoruz. Görüntülerde Yunan Mitolojisinde yer alan ideal kadın beden imgesinin anne kız çatışmasının derinleştiği noktalarda çatladığını izliyoruz.
Bu hikayede eril bir dünyada entelektüel bir varoluşu seçen kadınların arasındaki ilişkide aile içi tahakküm unsurlarını görebiliyoruz. Nitekim anne karakterinin ideal kadın imgesini taşıması ve bunu kızı üzerinden inşa etmeye çalışması, erkek aklın hakimiyetine hastalıklı bir karşı duruş olarak da yorumlanabilir.
İspanya’da Franco faşizminin devam ettiği sonraki yıllarda Hildegart’ın siyasi kimliği unutturulmaya çalışılmıştır. Sosyalist kadın hareketlerinin ivme kazanmasıyla birlikte genç yaşta hayatını kaybeden bu kadının yaşam öyküsü tekrar gündeme gelmiştir.
Mutlaka izlenmesi, üstüne düşünülüp konuşulması gereken bir kadın hikayesi var karşımızda. Yaşanılacak bir hayatımız var ama sinema ve kitaplar bizi başka hayatlara dahil eder. Kendi şarkısını söylemek isteyen bir kadının varoluş mücadelesinin trajik hikayesi...İyi seyirler...
Fotoğraf: Film afişi
İlgili haberler
GÜNÜN FİLMİ: Spotlight
Amerika’da Boston Globe gazetesinde çalışan bir grup gazetecinin kiliselerde yaşanan çocuk istismarı...
GÜNÜN FİLMİ: Colonia Dignidad - Geriye dönüş yok
Alman bir gazeteci gencin ve onu arayan hostes sevgilisinin hikâyesi değil sadece izlediğimiz. Colon...
GÜNÜN FİLMİ: Frances Ha
Modern zamanlarda tek başına bir kadının hayallerine ne kadar yer vardır? Bu durum gerçekçi midir? H...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.