Hepimizin hikâyesi
Kadınların bir kere ayağa kalktığında asla yeniden kendisine uygun görülen yere oturmadığını, içeride veya dışarıda, hep aynı azim ve kararlılıkla durduğuna onur duyarak tanık oluyoruz.

Haklar söz konusu olduğunda yasalar önemlidir, ancak yasaların doğrudan nüfuz edemediği gerçeklik alanında her zaman engelleyici bir “cam tavan” olduğu da bilinir. Görünürde hiçbir yasal engel olmadığı halde; sınıfı, ırkı, rengi ve cinsi “uygun” olmayanlar attıkları her adımda egemen sistemin koyduğu bu “cam tavan”a çarpar ve mevcut konumlarına dönmeye zorlanırlar.

Şu “cam tavan’la ilgili bilimsel bir deneyi de anlatmak isterim: Farklı yükseklikte zıplayabilen pireler 30 santim yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyulur ve zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını cam tavana çarpıp düşerler. Defalarca aynı şeyi yaşayan pireler sonunda 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenirler. Deneyin ikinci aşamasında tavandaki cam kaldırılır ve zemin ısıtılır. Ama artık cam tavan olmadığı halde pirelerin hepsi eşit yükseklikte, 30 santime kadar zıplar! Oysa artık o sıcak metal zeminden kaçma şansları vardır, tavan kaldırılmıştır ama engel artık onların zihinlerindedir.
İşte, tıpkı bu deneydeki gibi, herhangi bir “yasal engel” olmadığı halde kadınları, çepeçevre sarıldıkları bir fanusun içinde tutmaya çalışan “şey”e erkek egemenliği denir!
Ancak her türden iktidarın unuttuğu ya da hesaplarını yaparken eksik bıraktığı bir şey var: İnsanlar pire değil... Hele kadınlar hiç değil… İlle de bir canlıya benzeteceksek kadınları, o da bu yazının sonundaki sürpriz olsun…

SİYASETİN MOR RENGİ

Bu ülkede kadınları hapsetmeye çalıştıkları bir cam fanus her zaman oldu; Kürt kadınları ise bu baskıyı her zaman katmerli yaşadılar. Hem kadın olmaktan hem de Kürt olmaktan kaynaklı bir baskıya tabi tutuldular. Bu yüzden onların mücadelesi ve başarıları, hepimizin selamlaması gereken, çok özel bir tarihsel olgu.
Gültan Kışanak, Kürt Siyasetinin Mor Rengi’nde bize bu zorlu mücadeleyi, bizzat yaşayanların ağzından aktarıyor.
Kendisi kitabın amacını, “Kadın olarak nereden gelip hangi mesafeleri katettiğimizi, önümüze ne gibi engeller çıktığını, erkek egemen sisteme kafa tutma gücünü nasıl edindiğimizi dillendirmek; emeğimizi, mücadelemizi, anılarımızı, zor ve güzel yaşanmışlıkları bir araya getirerek kadın özgürlük mücadelesine dair deneyimlerimizi aktarmak; tarihe bir not düşmek istedik”(s. 13) diye oldukça mütevazı bir dille anlatsa da, aslında yaşananlar ‘tarihe düşülen bir not’un çok ötesinde. Kadınlar, onlarca yasal engeli aşarak, üstüne bizzat kendi yaşam alanlarında önlerine çıkarılan zorluklarla mücadele ederek bu toprakların tarihinde hiç silinmeyecek izler bıraktılar.
Gültan Kışanak, 1991’de Leyla Zana ile başlayan Kürt kadın siyasetinden bugüne yaşanan zorlukları, mücadeleyi anlatırken kadın mücadelesi açısından çok önemli hayat dersleri de veriyor:

“Toplumsal kalıplara, aileye, partideki eril zihniyete, devletin baskılarına ve hatta kadınların kendilerinde içselleşen toplumsal cinsiyet rollerine karşı müthiş bir mücadeledir kadınların siyasi partilerdeki yolculuğu. Özgüveni her gün, her an yeniden test edilir; tam kabul görmüşken, bunun kendisi için bir ayrıcalığa dönüştüğünü görür; ayrıcalığın konforunu yaşamaya kalkarsa, eril zihniyete bulaşan, erkekleşmiş kadın tipi ortaya çıkıverir.”(s.18)
Siyasete ucundan kıyısından bulaşmış her kadının yaşadığı (ve ne yazık ki o “konforun” tercih edildiğine tanık olduğu) bu gerçeklik, son derece açık ve sade bir dille ortaya konuyor bu sözlerde.

‘KADINA YAKLAŞIM KRİTERİ’

1991’de yerelde başlayan kadın çalışmalarının 1997’de merkezi kadın komisyonuna dönüşmesiyle birlikte, partide “kadın kotası”nın ve her kademede kadınlar için pozitif destek uygulanmasına kadar giden, her aşamada sayısız zorluk ve engelle karşılaşıp dirençle yolunda yürümeye devam eden bir mücadele bu.
Kadın kotası ve pozitif destek, itirazlarla karşılanmış elbette; hani şu çok iyi bildiğimiz itirazlar. Biri şöyle: “Liyakat, demokrasi ne olacak canım? Kadınlara ayrımcılık mı yapacağız?” Bir de bunun tersten şekli var, o da kadınları sözde onore eden itiraz: “Kadınları aşağılamaktır bu yöntem, yani baştan kadınlar bu işleri bileğinin hakkıyla alamaz demektir.”

Ancak kadınlar bunların eril sistemdeki kaynaklarını çok iyi bildikleri için, inat ve dirençle karşı çıkıp HADEP’te Kadın Kollarının belirlediği ilkeleri kabul ettiriyorlar. Bu ilkelere göre,

“Kadın örgütlenmesi özgün ve özerk” kabul edilip kadınlarla ilgili tüm kararlar kadınlar tarafından alınıyor, kadın çalışmalarına parti bütçesinden pay ayrılıyor ve erkeklere “kadına yaklaşım kriteri” uygulanıyor.

Bu sonuncusu, partide epey tartışma yaratıyor, çünkü “Kadına yaklaşım kriteri” demek, partide herhangi bir göreve talip olan erkeklerin “iki eşli olmaması” ve “kadına şiddet uygulamaması” demek. Teorik olarak kabul edilse de, pratikte esnek davranılması gerektiği söyleniyor ama kadınlar bu konuda geri adım atmıyor. Bu konuda oldukça eğlenceli anlar da yaşanıyor. Mesela, seçim döneminde erkek adaylarla kadınlar mülakat yapıyor ve mülakatta adaya mutlaka kadın sorunu hakkında soru sorulduğu için erkek adaylar, mülakat öncesinde harıl harıl kadın perspektifi hakkında okuyor, kadın arkadaşlarından yardım alıyorlar… (s.26)

EŞ BAŞKANLIK İKTİDARIN PAYLAŞIMI DEĞİL

2007 seçimlerinde kadınlar eş başkanlık sistemini öneriyorlar. Türkiye’de o güne kadar hiçbir sol partide görülmeyen, hatta dünyada bile sadece bir-iki partinin uyguladığı bu sistemin, itirazlarla karşılanması kaçınılmaz kuşkusuz. Yasal engel de çıkınca, partide gerilim iyice artıyor ama kadınlar, asla geri adım atmıyor ve kanımca bu ülkede kadınların siyasi mücadelesinin en ciddi kazanımlarından biri olan “eş başkanlık” sistemi hayata geçiyor. Bugünden sonra artık kendine “sol” diyen hiçbir parti, “eş başkanlığı” gündemine almadan cinsel ayrımcılığa karşı olma iddiasındaki samimiyetini kanıtlayamaz diye düşünüyorum.

2014’te eş başkanlık, belediyelerde de uygulanmaya başladı. Bunun yerel yönetimde ne anlama geldiğini anlamak için Gültan’a kulak verelim: “Eş başkanlık bir kadın ile bir erkeğin belediye başkanlığı görevini –iktidarı- paylaşmaları değildir. Eş başkanlığı, kadın bakış açısının yerel yönetimlere yön vermesi ve kentlerimizin, yaşam alanlarımızın toplumsal cinsiyet eşitliği hedefine göre yönetilmesi amacıyla, eşit temsiliyet ve kolektif yönetim anlayışının hayata geçirilmesi olarak tanımlayabiliriz.”
Kısacası kadınların siyaset yaparken önerdiği her şey, aslında basit bir “Ben de olayım” isteği değil, her alanda kadın bakış açısını yaygınlaştırmak; genel siyasetin üzerinden atlamaya alışkın olduğu cinsiyet odaklı konuları, bu açıdan ele almak ve gerekirse değiştirmek, revize etmek.

Tam da bu bağlamda, Kürt kadınların ağırlıklı olduğu belediyelerde sendikalarla yapılan toplu sözleşmelere “Eşine şiddet uygulayan erkeğin maaşının yarısının kadına verilmesi” maddesi eklendi; belediye çalışanlarına toplumsal cinsiyet eğitimleri verildi; belediyeler kadınların uzak durduğu yerler olmaktan çıkıp kolayca girip çıktığı, yönetime katıldığı bir kurum haline geldi.

Şüphesiz, erkek egemen sistem aşılmakla kalmayıp paramparça edilen “cam tavan”ı gördü ve kadın olmanın sınırlarını aşan bu kadınları “cezalandırmak” üzere yasalarını devreye sokarak, Kürt kadın yöneticileri, belediye başkanlarını, vekilleri birer birer içeriye alarak, belediyelere kayyum atadı.
Şimdi o kadınlar içeride. Peki ne oldu? Yenilmiş mi oldular?

PİRE DEĞİL, KÜÇÜK KARA BALIK…

Bu kitapta, yerel ve genel siyasette görev almış ve şimdi hepsi cezaevinde olan kadınların hikâyeleri var. Kürt kadınların özgün deneyimleri olduğu kadar, bütün kadınların da hikâyesi bu. Çünkü, HDP eş başkanı iken 2016’da tutuklanan Figen Yüksekdağ’ın dediği gibi “Başka hayatlarda aynı hikâyeleri yaşıyoruz çoğu zaman.” (s.155)
Telif geliri Kadın Okuma Evleri’ne bağışlanan kitap için kendi hikâyesini anlatan her bir kadın, kadınlığın ortak hikâyesinde buluşuyor.

Onların sözlerinde erkek egemen sistemin çoğu zaman “demokratik” şartlar altına gizlenen baskı politikalarını tüm açıklığıyla görüyoruz.
Kadınların bir kere ayağa kalktığında asla yeniden kendisine uygun görülen yere oturmadığını, içeride veya dışarıda, hep aynı azim ve kararlılıkla durduğuna onur duyarak tanık oluyoruz.

Kahramanlıkta hiç gözü olmadan, hayatı kadınca bir bilgelikle yorumlamanın güzelliği güç veriyor bize.

DTP’nin ilk eş başkanı olan, 2016 aralığında tutuklanan Aysel Tuğluk’un şu sözleri gibi: “Biraz daha kaybedebiliriz. Ne yapalım, yine-yeniden ve daha iyisi için kaybetmek de buna dahil. Gerçek olan yaşamı üstlenmektir.” (s.73)

Aysel Tuğluk, Burcu Çelik Özkan, Çağlar Demirel, Diba Keskin, Dilek Hatipoğlu, Edibe Şahin, Evin Keve, Fatma Doğan, Figen Yüksekdağ, Gülser Yıldırım, Leyla Güven, Mukaddes Kubilay, Nurhayat Altun, Sara Kaya, Sadiye Süer Baran, Sebahat Tuncel, Selma Irmak, Servin Karakoç, Yıldız Çetin, Zeynep Han Bingöl, Zeynep Sipçik.

Onların hepsi birer Küçük Kara Balık.

Yani beyler, Pire hikâyesi değil okuduğunuz, Küçük Kara Balıkların hikâyesi.

Neden mi?

“Her kadın birer küçük kara balıktır” diyen Selma Irmak cevaplasın bizi: “Her birimizin, demokratik mücadeleye atılan her kadının yaşadıkları, aynı zamanda, ortaya çıkan muazzam kadın mücadelesinin ve soluk soluğa yürütülen çalışmaların, tüm kadınlar adına elde edilen kazanımların da hikâyesidir. Bu yola cesaretle, dirayetle ve azimle çıkan her kadını birer ‘küçük kara balık’a benzetiyorum. İçine tıkıldığımız küçücük hayatları sorgulayarak büyük denizlere doğru yola çıktık. Yolumuza devam ediyoruz.” (s.270)
Cam fanuslar şöyle dursun, yolu büyük denizlere çıkan kadınlara selam olsun.

İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Kürt Kadını – Amazonlar

Büyük bedellerin ödendiği yaşamlar, geçmişten bugüne uzanan bir serüven bu... Toprağa ana dilinde 'A...

GÜNÜN DENGBEJİ: İlk kadın dengbêj derneğini kuran...

İlk kadın dengbêj derneğini kuran Raziye Kızıl yaşamını yitirdi. Kilamlara hayat veren kadın Raziye...

GÜNÜN KİTABI: Kürt Siyasetinin Mor Rengi

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın yazdığı Kürt Siyasetinin Mor Rengi isim...