Onları yürekten sevdiler. Belki de hiç sahip olmadıkları oğulları gibi. Sadece o kadar da değil. Yoldaşları gibi, kendilerinin de inandıkları o büyük dava için, dünyayı değiştirmek için çarpışan genç devrimciler gibi sevdiler. Denizler idam edildiğinde, sadece bir müvekkili değil, bir oğul, bir yoldaş kaybettiler.
Yusuf Aslan yaralı olarak yakalanıp Ankara’ya getirilmiş ve Numune Hastanesindeki yatağında zincire vurulmuştu. Kimselerle görüştürülmüyordu. Şekibe Çelenk ne yaptı etti, neferi ikna etti ve Yusuf’la görüşmeyi başardı. Sağlık haberlerini getirdi Beşir amcaya. Her duruşmaya babalarla birlikte gitti Mamak’a. Süleyman Demirel ve Adalet Partililer başta olmak üzere TBMM’deki miletvekillerinin, faşistlere has o ilkel zevkle, “üçe üç” naralarıyla üç devrimcinin idamı lehinde oy verdikleri oturumda, üç baba ile birlikte izledi o vahşeti. Ve asla affetmedi Demirel’i. O kadar ki, ince ve naif yapısına hiç uygun düşmeyen şu sözler dökülüverdi dudaklarından; “Onun geberdiğini görmeden ölmeyeceğim!” Annem sözünü tutuyor. Unuttuğu çok şey var ama Denizlere, oğullarına yapılanları hiç unutmadı, unutmayacak da.
Halit Çelenk yoldaş oğullarının darağacında katledilmelerini izlemek gibi ağır ve katlanılması çok zor bir yaşam deneyimiyle karşı karşıya kaldı. Denizlere verdiği sözü yerine getirdi ve son nefesine dek, onların son sözlerini, devrimci dirençlerini, ölüm karşısında dik duruşlarını ve o kocaman yüreklerini simgeleyen büyük cesaretlerini, uğrunda mücadele verdikleri bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm davalarını her ortamda, her fırsatta yazılı ve sözlü olarak aralıksız anlattı durdu. Yeni kuşakların bilgisine sundu.
UYKU ÇALINDI HALİT ÇELENK’İN YAŞAMINDAN
Ne var ki, o geceden sonra, uyku babamın yaşamından çalındı. Hele idamları izleyen üç ay geceleri neredeyse hiç yatağa girmedi.O dönemde sevgili Güner Ener’in bizlere anımsattığı bir olay geçirdiği o büyük alt üst oluşu çok iyi anlatmaktadır. Durumu bilen ve bir doktor olan Kâmil Kırıkoğlu’nun ısrarı üzerine iki aile müzikli bir lokantaya giderler. Yemek başladıktan kısa bir süre sonra semazenler müzik eşliğinde dönmeye başlar. Rengi bembeyaz kesilen babam kendisini dışarı atar. Arkadan yetişen Kırıkoğlu ve eşi şaşkınlık içinde bir taksiye binip uzaklaştığını görürler. Annemi de alıp eve dönerler. Babam salonda oturmaktadır. Kırıkoğlu’nun sorusu üzerine, “Kâmil bey” der, “Beyaz, uzun giysileri vardı… Dönüyorlardı… Üç oğlum… Deniz, Yusuf ve Hüseyin … Anlıyor musunuz... Dayanamadım…”Halit Çelenk büyük acısını hiç unutmadı, yüreğine gömdü. Hasan Hüseyin’in o güzel ifadesiyle acıyı bal eyledi, onu mücadeleyle yendi. Bu kokmuş sömürü düzenini değiştirip insan onuruna yakışır bir emek iktidarı kurma savaşını verenleri, dünyayı yorumlamak yerine değiştirmeyi yeğleyenleri savunmaya devam etti. Kendi de, savunmanlıkla sanıklık arasında gidip gelerek, o saflarda bulunmayı sürdürdü.
İDAM, YENİDEN Mİ?
Denizlerin davasının hukuki savunmasının ağırlığı, iyi bir ceza avukatı olan Halit Çelenk’in omuzlarındaydı. THKO savunmasında, davadaki tüm hukuksuzluklar ortaya kondu, iddia makamının ileri sürdüğü tüm kanıtların geçersizliği kanıtlandı. Emir kumanda zinciri içinde verilen kararla yapılan yargısız infazdan yani Denizlerin idamından itibaren Halit Çelenk’in hukuk mücadelesinin merkezine bir başka konu daha oturdu: Ölüm cezasına karşı mücadele.Konuya ilişkin bilimsel kaynakları temel almak suretiyle, idam cezasının çağdışılığını, “öç alma, kısasa kısas, kana kan isteme” gibi ilkel bir hukuk anlayışından kaynaklandığını, çekindirici hiçbir etkisinin olmadığını, geri dönüşsüz bir uygulama olduğunu, kişinin en temel, vazgeçilmez ve dokunulmaz hakkı olan yaşam hakkını ortadan kaldırdığı için çağdaş ceza hukukunda yerinin olmadığını, suçun her türünün sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklandığını, siyasal suçlarda verilen idam cezalarının ise -muhatabı kim olursa olsun- tamamen siyasal nitelikte olduğunu yıllarca yazdı, anlattı.
Ne var ki, 2000’li yıllarda AB uyum yasaları çerçevesinde kaldırılan idam cezası, referandum öncesinde cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’den yükselen idamı geri getirme talepleriyle yeniden gündeme oturdu. Öyle görünüyor ki, 2019 seçimleri ve öncesinde bu insanlık dışı, ilkel “ceza” bir kez daha siyaset malzemesi olarak piyasaya sürülecek. Belki de AKP’nin ileri demokrasisinin bir kanıtı olarak yasalarda yerini alacak ve sosyalistlerin, komünistlerin, demokratların, Kürtlerin başında Demokles’in kılıcı gibi yeniden sallanmaya başlayacak.
Her şeye karşın umutsuzluğa yer yok çünkü Türkiye emekçi halkları kendilerine giydirilmeye çalışılan bu yeni faşist giysiyi her koşulda reddetmeye devam ediyorlar. Bu durum, faşizme karşı kararlı, direngen, inançlı bir mücadelenin yükseleceğinin de önemli bir göstergesi.
Yeter ki Denizler gibi, Halit Çelenk gibi umudun insanda ve gelecek güzel günlerin ise kendi ellerimizde olduğunu unutmayalım.
İlgili haberler
Türkiye'den Amerika'ya işçilikten sendika başkanlı...
Alice Peurala, Türkiye’den Amerika’ya göçe mecbur bırakılmış Ermeni bir ailenin kızı. 14 yaşında çal...
Bir ömre ne kadar acı sığar? Ne kadar mücadele?
Yaşar Nezihe edebiyat tarihimizde ilk 1 Mayıs şiiri yazan kadın şair... Hayatı boyunca çile çekmiş,...
Ane’den Perihan’a bir Dersim ağıdı
Dersim Katliamı’nın 80. yıl dönümü bugün. Katliamından kurtulanlardan biri olan Ane Hatun tüm ailesi...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.