İşsizlik, yoksulluk, çevre baskısı ama özellikle de bakım yükü, kadınları düzensiz, kayıt dışı, güvencesiz ve çok düşük ücretlerle çalışmaya itiyor. Kadın emeğinin böylesine sömürüldüğü en yaygın çalışma biçimlerinden biri de ev eksenli çalışma. İstanbul’da özellikle yoksul mahallelerde hemen her evde ev eksenli çalışan bir kadınla karşılaşmak mümkün. İkitelli’de yaşayan Fatma Başer onlardan biri. Evini adeta bir fabrikaya dönüştüren 34 yaşındaki Fatma Başer’in yaşamı, ev eksenli çalışan kadınların durumunu tüm çarpıcılığıyla yansıtıyor.
‘HİÇBİR ZAMAN GEÇİNEMEDİK’
Fatma’nın iki çocuğu var; biri ilkokula gidiyor, diğeri ise henüz 4 yaşında. Eşi bir restorantta servis yapıyor; aldığı asgari ücret. “Eşimin maaşı anca işsizlik döneminden kalan borçları ödüyor” diyerek anlatmaya başlıyor Fatma: “Eşimin tiroid hastalığı var, potasyum seviyesi yükselince yoğun bakıma kaldırılacak kadar rahatsızlanıyor, o dönemlerde çalışamıyor. Yedi ay önce yine rahatsızlandı, sonrasında 6 ay iş bulamadı. Ondan öncesinde günlük işlerde çalışıyordu zaten, düzenli bir iş bulamıyordu. Şimdi işsizlik döneminden kalan borçlarımız var; bir de çocuk, ev masrafları, kira, fatura... Asgari ücretle zaten hiçbir geçim sağlayamıyorsun. Eğer ev kendininse, eğer hiçbir borcun yoksa, sadece bir tek faturan varsa, çoluk çocuğun da yoksa mükemmel bir şekilde geçinirsin. Diğer türlü asgari ücretle geçim imkansız. Biz de hiçbir zaman geçinemedik zaten. Anca toparlamaya çalışıyoruz.”Eve gireni yetirmek, idare etmek Fatma’ya düşüyor. Her şeyden kısmak yetmeyince, çocuklara bakacak kimse de olmayınca, o da çareyi ev eksenli çalışmakta bulmuş. Şimdilerde ampul duylarını yuvalarına vidalıyor. Kilolarca ağırlıktaki çuvalları eve taşıyor ve günde en fazla üç saat uyuyarak, durmadan çalışıyor...
‘BİR AYDAN FAZLA DOĞALGAZSIZ, SUSSUZ YAŞADIK’
Eşinin en son işsiz kaldığı dönemi çok zor geçirdiklerini aktarıyor Fatma: “Hiçbir şey ödeyemedik. Kira, fatura borcu birikti. Doğalgazım, suyum, elektriğim kesildi. Evde hiçbir şey yoktu. Çocukları battaniyelerin altında ısıtmaya çalıştım. Su olmadığı için lavabo kör tapasının altından sızan suyu biriktirip kullandım. Küçük tüple idare ettim; bitince doldurtamadığım için çocuklarımı ekmek ve peynirle besledim. Bir aydan fazla böyle yaşadık. Doğalgazsız, susuz. Şimdi kocamın aldığıyla o borçları ödemeye çalışıyoruz. Hala çok borç var.” Ne hiçbir yerden yardım alabilmiş ne de destek görmüş. “Kimseden destek görmedim çünkü kimsenin öyle destek olabilecek durumu yok. Herkes o kadar zor geçiniyor ki... Kapısını çalıp birinden bir şey istemeye utanıyorsun. Evden çıkıp sağa sola gidemiyorum, bakkal yolumu kesiyor, ‘paramızı ne zaman vereceksin’ diye, ama yok! İlla ki insanlar borcunu istiyor. Aldığım hiçbir borcu geriye ödeyemedim. Ha bugün ha yarın derken hep kaldı. Artık yüzüm kalmadı insanlarla yüz yüze gelmeye...”‘ÇOCUKLARIMIN HER ŞEYİNİ KISIYORUM’
Geçinebilmeleri için Fatma’nın doğru dürüst uyumadan evde üretim yapması da yeterli olmuyor. Bir de ‘tasarruf’ edebilmek için zaten kısıtlı olan harcamalardan daha da kısmanın yollarını arıyor. “Evde boşa harcama yapmamaya çalışıyorum, dolabımdan kısıyorum, yemeğimden... Çocuğumdan kısmamaya çalışıyorum, ama mecbur yemesinden kısmak zorunda kalıyorum. Bakkaldan bir şey istediğinde alamıyorum, niye çünkü cebimde 2-3 lira oluyor. Onu da ‘ertesi günümüz de var’ diye harcamıyorum. Çocuğumun beslenme çantasına bir şey koyamıyorum. Ne koyabilirim? Çocuklarımın her şeyini kısıyorum aslında...”Buzdolabını açıyor. Biraz peynir, yoğurt, yumurta ve koladan başka göze çarpan bir şey yok. “Eşim yoğurdu iş yerinden getiriyor, kolayı iş yerinden getiriyor, şu peynir dün işyerindeki makarnadan kalmış, onun dışında yumurta var, başka bir şey yok... Siz söyleyin, akşama ne yemek yapacağım bunlarla?” diye soruyor.
BİN TANESİ OTUZ LİRA!
Eline “üç beş bir şey geçsin” diye ev eksenli çalışmaya başladığını söylüyor. Fatma. “Oturuyorum sabaha kadar duy takıyorum ki bir haftada biteceğine üç dört günde bitsin ki elime para geçsin. Bin tanesini 30 liraya yapıyorum. Genelde gece çalışıyorum mecburen, gündüz çocukları okula gönderiyorum, ev temizliği, çocuğu okuldan alma, ödevlerini yaptırma derken akşam oluyor zaten. Akşam 9’da oturup sabah 6-7’ye kadar çalışıyorum, çocuğumu yolcu ettikten sonra 2-3 saat yatıyorum” diye anlatıyor. Bu şekilde çalışarak ayda en fazla 500 lira kazanbiliyor. Daha ucuza çalıştığı ya da hiç iş gelmediği de oluyor. Özellikle çuvalları indirip kaldırırken çok zorlandığını belirten Fatma, bu yüzden bel fıtığı olmuş.Salonun bir köşesine topladığı çuvalları gösteriyor. Altı koca çuval içinde duran, vidalanmış bin tane duy... Toplamının ederi 30 lira! Onları gelen araca taşımak da yine, bel fıtığı olan Fatma’ya düşüyor.
EN AĞIRI ‘YETERSİZLİK’ DUYGUSU
Fatma kendisine en ağır gelen duygunun “çocuklarına yetememek” olduğunu dile getiriyor: “Evdeyim ama onlarla hiç vakit geçiremiyorum. Alıp bir parka götüremiyorum, çünkü bu işi yapmalıyım, onları bir şekilde doyurmam lazım. Ne kadar uğraşsam da hiç özgüvenim yok. Bazen bir işe yaramadığımı düşünüyorum. Evde çocuklarıma doğru düzgün annelik yapamıyorum, eşime destek olamıyorum, şuradan buradan kısayım desen bu sefer de çocuklarıma haksızlık yapıyorum. İnanın ben kaç bayramdır çocuklarıma bayramlık almıyorum, çocuklarım başkasında görüyor bayramlıkları. Oysa bu çocukları dünyaya ben getirdim, hep yetersiz hissediyorum.”AYNADA KENDİME BAKTIĞIMDA ‘GEÇECEK’ DİYORUM
Uykuya bile vakti yokken, cebinde üç kuruş para yokken kendisiyle ilgilenmek, kişisel ihtiyaçlarını düşünmek Fatma için büyük bir lüks! “Kendimi zaten geçtim. İstemez misin kendin için bir şeyler yapmak, herkes ister, ama anne baba olunca kendini zaten düşünmüyorsun” diyor. Onun kendiyle ilgili bütün çabası ayakta kalabilmekle ilgili. “Aynada kendime baktığımda ‘geçecek’ diyorum, kendime moral veriyorum. Yıkılmamaya çalışıyorum, ‘bunları da atlatacaksın, geçecek, sabret’ diyorum. Sonra gelip yine işlerin başına oturuyorum. Öbür türlü, n’olacak diye düşündüğümde, hep strese giriyorum ‘çabalasam da çabalamasam da olmuyor’ diye iş yapamaz hala geliyorum.”‘ÇOCUKLARIMI EMANET EDEBİLECEĞİM DEVLET KREŞİ İSTİYORUM’
Fatma Başer, küçük çocukları olduğunu ve onları bırakabileceği hiçbir yer olmadığı için ev eksenli çalışmaya mecbur kaldığını ifade ediyor. “Bir mesleğim, okumuşluğum yok, asgari ücret alacağım en fazla. Onun da çoğunu kreşe vermek zorunda kalacağım. Neden aldığımı kreşe vereyim? Öteki çocuğum da okuldan geliyor üçten sonra, ne yapacak?” diye soran Fatma, yerel seçimlerde verilen “mahallelere kreş açacağız” sözünü tutulmasını istiyor: “Öyle kötü bir zaman ki kimseye güvenip çocuğunu emanet edemiyorsun. Çevremde emanet edebileceğim kimse de yok zaten. Mahallede de kreş yok. Sıbyan mektebi kalıyor geriye, ona da güvenemiyorsun. Çocuğumun başına orada bir şey gelse, kime hesap soracağım belli değil. Ben çocuklarımı emanet edebileceğim bir devlet kreşi istiyorum. Bizden oy isterlerken mahallelere kreşler açacağız dediler, lafta kalsın istemiyorum. Kaymakamlığa gidip boynumu büküp de yardım istemek, yalvarmak istemiyorum. Elim ayağım tutuyor, çalışabilirim, ben niye çocuğumu kreşe verip çalışamayayım? Neden devletim bana bu fırsatı vermiyor? Sen bana bir söz verdiysen tutacaksın. Bizi sıbyan mekteplerine mecbur bırakmasınlar.”İlgili haberler
#BöyleGitmez Pendik’ten Jale anlatıyor...
Güvencesiz işler, ağır, sağlıksız koşullar, işsizlik tehdidi, bol deneyimli cv metni, karşılığında a...
#BöyleGitmez Sultangazi’den Aysel anlatıyor...
Büyük fabrikaların uzantısı haline gelen yoksul evlerde, binbir emekle saatlerce çalışarak kazanılan...
Sıbyan mektepleri gerçeği: Çocuklarda travma, aile...
Çocuklarının ömür boyu taşıyacakları travmalar yaşadığının farkında oldukları halde sıbyan mektebine...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.