
Geçenlerde bir arkadaşımla otururken sosyal medyada Manifest müzik grubunun dansları gerekçe gösterilerek gözaltına alındığı haberini gördük. Haberi okuduktan sonra ikimizin de tepkisi başta benzerdi. AKP’nin aile yılında “kutsal aile” kurumuna zarar verebileceğini düşündüğü en ufak davranışa nasıl hemen sopa salladığı, nasıl da kadınların yaşamını daralttığı, seçimlerimize müdahale eden iktidarın sermayenin ihtiyaçlarına göre nasıl hareket ettiği, tam da bunlar karşısında laikliğe neden ihtiyacımız olduğu gibi noktalarda uzun uzun sohbet ettik ve ortaklaştık. Tam sohbetimizden yüzde yüz verimle ayrılacakken grubun dans ettiği görüntülere denk geldik ve arkadaşımın ağzından şöyle bir cümle dökülüverdi: “Ama bunlar da biraz danslarına dikkat etseymiş!” Son bir saattir laikliğe olan ihtiyacımız üzerinden kurguladığımız tüm tartışmamız bir anda tuzla buz olmuştu. İkimiz de AKP’nin son 23 yıldır sürdürdüğü politikalara muhalif iki genç kadın olsak da belli ki laikliğe ilişkin ikimizin kafasında farklı şeyler şekilleniyordu. O halde soralım: AKP’nin saldırıları karşısında nasıl bir laikliğe ihtiyacımız var?
Din düzeni yeniden dizayn etmek için kullanılıyor
Bu dönemde laisizmin ve sekülerizmin gündem olmasına neden olan birkaç nokta var. Bunlardan biri kadınların kıyafet, dans, davranış ve yaşayış biçimlerine ilişkin yürütülen politika ve söylemler. Bu söylemler ve politikalar devletin bütün kurumlarıyla örgütleniyor. Hatırlayalım; bu dönem kadınlar açısından skandal sayılabilecek “hutbeleri” ile gündeme gelen Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı “kılık kıyafet hutbesinin” neredeyse hemen ardından bir doktor, bir kadını giyinişi nedeniyle muayene etmeyi reddetmiş; bir de üzerine ipe sapa gelmez açıklamalarda bulunmuştu. Bu durum yalnızca genç kadınlar açısından değil, toplumun çeşitli kesimleri açısından da gündem olmuştu.İktidarın dinci gerici bir saldırı örgütlemesi yalnızca bu alanla sınırlı değildi; uzun süredir ÇEDES gibi projelerle eğitimin adım adım niteliksizleştirilmesi, dört bir tarafta Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Kur’an kursları, Diyanet’e ayrılan devasa bütçeler, medeni hakların – Diyanet’in miras hutbesini hatırlayın- hedefe konulması, boşanmalarda arabuluculuk adı altında kadınların hak kayıplarını artıracak “alternatif” bir hukuk uygulaması, müftülere nikah yetkisi gibi birçok hamleyi iktidar ortaya atıyordu. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı, Kamu Sözleşme Protokolü sürecinde kamu işçilerinin iş yavaşlatmasının “caiz” olmadığına ilişkin bir hutbe bile yayınlamıştı! Yani laikliğe ilişkin saldırılar kılık kıyafet ve dans eleştirileriyle başlamamıştı ya da yalnızca bununla sınırlı değildi. Biz buradan, dinin iktidar tarafından yasal, toplumsal, ekonomik düzeni yeniden dizayn etmenin bir aracı olarak kullanıldığını anlıyoruz.
Tutunulacak bir dalmışçasına laiklik
Laisizm tarihsel olarak mülkiyet sahibi sınıfın çıkarlarına uyum sağlayan bir sekülerleşme biçimi olarak ortaya çıkıyor. Bu anlayış, genellikle üç noktaya odaklanıyor: Devletin din kurumlarından biçimsel bağımsızlığını garanti altına almak, bireysel özgürlükleri öne çıkartmak fakat bu özgürlükleri sınıfsal eşitsizliklerden bağımsız ele almak; üretim ilişkilerinin onun dönüştürdüğü aile ve toplumsal kurumların temel yapısını çok sınırlı değişikliklerle korumak. Aslında laisizm, geçmişte burjuvazinin yani patron sınıfının, aristokratlara, büyük toprak sahiplerine ve onların egemen olduğu yönetim biçimine, monarşi ve dini kurumların iktidarlarına yönlendirilmiş bir ok niteliği taşıyor. Ancak laisizm yalnızca burjuvazi için bir silah değil, aynı zamanda işçi ve emekçiler açısından da toplumsal yaşamda dönemin dini kurumlarının kısıtlamalarından görece arındırılmış bir şekilde var olabilmesini sağlayan bir araç. Görece diyoruz çünkü burjuvazi iktidarı kazandıktan sonra din ve dini kurumlarla kendi egemenliğini garanti altına alan başka bir ilişki kurmaya da başlıyor. Yani burjuvazinin işçiler iş bırakırken “Günahtır!” diyen ve buna işçi ve emekçileri ikna etmeye çalışan bir aktöre ihtiyacı doğuyor. Dolayısıyla dinin toplumsal hayata müdahaleleri yine burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda dönem dönem kısıtlanıp dönem dönem artırılıyor; bu süreçte toplumsal düzenin ekonomik ve yapısal temellerine ise dokunulmuyor.Tek adam iktidarının yoğunlaşan saldırıları seküler bir yaşamın kırıntılarına dahi hasret kalınacağına ilişkin bir korkuyu da yaratıyor. Ancak bunların karşısında laik bir devlet ve seküler bir yaşam talebinin savunusu, dini kendini yeniden üretmek için araçsallaştıran bir sömürü sistemiyle ve aile kurumunun bugünkü haliyle tartışmadan, kutsalları ve gelenekleri hedef almayan bir pozisyonda ataletini korudukça, var olan kırıntıların da kaybolmasının kolaylaştığını görmemiz gerekiyor.
“Ama bunlar da biraz danslarına dikkat etseymiş” cümlesinde gizlenen ve bugünün toplum yapısını “normal” kabul eden ifadelerle de çarpışmadıkça kadınların yaşamını seküler bir zeminde kuramayacağımız açık. Çünkü benzer söylemler başka yerde şöyle karşımıza çıkmakta; “Bu kadar açık giymeseymiş”, “O da bu saatte dışarıda gezmeseymiş”, “Şarkısında bu kelimeleri kullanmasaymış.” Bu cümlelerin her biri, eşitsizliği durmaksızın dört bir yanda üreten; kadınların emeklerini, yaşamlarını korumaktansa onlara dünyayı dar eden bir sistemin ürettiği gerekçeler. Dolayısıyla işçi, emekçi, öğrenci kadınlar için laiklik ve seküler bir yaşam savunusu, sistemin büyüttüğü eşitsizliğin ortaya çıkarttığı ve o eşitsizliği değiştiren bu “gerekçeleri” bertaraf ederek bir mücadele yürütmekten de geçiyor. Dini söylemlerle güçlendirilmiş bir ahlak ve kutsal aile söylemlerine karşı da mücadeleyi gerektiriyor.
İşçi ve emekçi kadınlara saldırı planı
AKP’nin 20 yılı aşan iktidar pratiğinde “aile” daima kutsanan bir kurumdu. Bugün ise iktidar aileye methiyeler düzmeye devam ediyor, aile yılı politikalarıyla kutsal ailesini korumaya çalışıyor. Aile bütünlüğünü korumak, kuşaklar arası dayanışmayı güçlendirmek, toplumsal değerleri diri tutmak... Ama soralım: Hangi aileden söz ediliyor? Hangi bütünlükten? Hangi değerlerden? Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2024’te 394 kadın öldürüldü, 259 kadın ise “şüpheli” şekilde hayatını kaybetti. Bu cinayetlerin büyük bir kısmı kadınların ailelerindeki erkekler tarafından gerçekleştirildi. Bu ülkede kadınlar, en çok “aile ocağı” denen yerde öldürüldü. AKP’nin kutsal ailesi böyle bir aile ancak bu aileyi yaratan koşullar, AKP’nin yapbozun sadece küçük bir parçası olduğunu bize gösteriyor.MESEM’lerde, atölyelerde ucuza sömürülebilecek çocukları yaratmakla, işçi ve emekçilerin hayatta kalabilmeleri için gerekli olan her türlü hizmeti daha ucuz maliyetle çözmekle; borçların, ideolojilerin, -yöneten sınıfın ailesinin dışında- asla sahip olamayacağı o servetin yeniden üretiminde görevlendirilmiş bir ailedir iktidarın tartıştığı aile. Bu ailenin içinde kadınlar ise “cefakar annedir, bu cefakarlıkla yüklendiği tüm angaryanın üzerine çocukları ve kendi geçimi için de en kötü koşullarda en ucuza çalışır” kadınlar. Tüm bu koşullarda muhafazakar da olsa seküler de olsa ezilir, çalıştığı yerde emeğine el konulur. İktidarın dinci gerici saldırıları ise bu ezilmişliğin ve sömürünün dini kisvelerle ağırlaştırılmasını, meşru gösterilmesini sağlar. Çocuğunu Kur’an kursuna gönderen kadınlara bir hoca, “çalışma” diyebilir ancak parasını istemeye de devam eder. Aile içinde gördüğü şiddete karşı kadınlar onu koruyabilecek yasaların uygulanması yerine müftülüklere, dini “barıştırma” kurumlarına gönderilir, eşitlik ve şiddetsiz bir yaşamın karşısına bir anda “fıtrat” çıkıverir. Bir kadının iş yerinde daha fazla sömürülmesinin bir aracı olarak ustabaşıdan, müdüründen gördüğü şiddet Diyanet’in hutbelerine dayanılarak “ne giydin” sözleriyle meşru görülemeye başlanır. İktidarın değiştirmek istediği Medeni Kanun, miras hakkı, Diyanet’in hutbeleri ile milyonların hedefine konur. Kadınların işte, eğitimde, toplumdaki tüm varlığı onların dünyaya bakış açısından, inancından bağımsız dinin aileyi ve toplumu, sömürü sisteminin devamlılığı için düzenlemesiyle tehlikeye girer, keza giriyor. İktidar aile ve dini söylemleri birleştirerek her türden işçi ve emekçi kadına saldırıyor.
Karanlığı yıkmaya
İşte bu yüzden laiklik kadınların yaşamsal taleplerinden biri haline geliyor. Çünkü dinin toplumsal yaşamı kuşattığı, burjuva iktidarının kendi iktidarını var etmek için kullandığı operatif bir araç olduğu her an, doğrudan kadınların hayatını daraltıyor. Patronun, devletin ve erkek egemen düzenin elinde din; kadınların hayatlarını evin çevresinde sınırlamanın ve ucuz işgücü olarak sömürmenin aracına dönüşüyor. Bu sebeple bu talepler işçi sınıfı mücadelesinin de bir parçasıdır.Kadınların kurtuluşunu hedeflemek için meselenin en başına göz dikmek gerekiyor. Kadınların, gençlerin, çocukların sömürüldüğü bir düzene çomak sokmak gibi bir dert olacaksa eğer, bu sömürüyü yaratan koşullarla uzlaşmanın ötesine geçmeli, işçi, emekçi kadınları zincirleyen sistemi yıkmayı hedefleyecek kadar gözü kara olunmalı. Gerçek bir bir laiklik talebinin, eşit, özgür, sınıfsız bir yaşam talebiyle birleşmesi ve yükselmesi gerekiyor.
Fotoğraf: Yapay zeka tarafından üretildi
İlgili haberler
Dosya| Kadın emeği sömürüsünün can simidi: Yeni orta vadeli program
Dergimizin Ekim sayısında hazırladığımız dosyada Erdoğan- Şimşek'in yeni orta vadeli programına merek tuttuk.
Filistin için ne yapabilirim ki?
‘Dünyanın gözünün Filistin’e çevrilmesi; Fransa, İspanya ve İtalya’da Filistin mücadelesinin sesinin yükselmesi kadınların mücadelesiyle çok ilgili, çok iç içedir.’
Metal işçilerinin mücadelesi: Emeğin, ekmeğin, onurun mücadelesi
'Emekçiler ayağa kalktığında hiçbir sözleşme dayatması kader değildir.'
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN