İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!
Nasıl oldu da 10 yıl gibi kısa bir süre içinde ilk imzacısı olmakla övünülen bir sözleşmeden, ilk çıkan devlet oldu Türkiye?

11 Mayıs 2011 tarihinde, İstanbul’da Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında “İstanbul Sözleşmesi” imzaya açılmıştı. Dönemin (ve şimdinin) AKP hükümeti, sözleşmenin hiçbir maddesine çekince koymadan ilk imzacı oldu. Bu imzada elbette kadın hareketinin uzun yıllardır sürdürdüğü mücadelenin ve şiddete karşı somut politika talebinin de etkisi vardı.

Aradan geçen 10 yılın sonunda ise bir gece yarısı Cumhurbaşkanı kararı ile milyonlarca kadının karşı çıkmasına rağmen, “Sözleşme’yi uygula” taleplerine kulak tıkanarak, Sözleşme’den çıkılmasına karar verildi. Uluslararası bir sözleşmeden tek bir kişinin kararı ile çıkılması ise, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin hukuk ve kanun güvenliğini ne kadar tesis ettiğini de ortaya koyması açısından vahim bir örnek oldu.

Oysa Anayasa’nın 90. Maddesi gereğince, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası bir sözleşme kanun hükmünde kabul edilmektedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine dahi başvurulamaz. Ayrıca, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınacağı da Anayasa’nın aynı maddesinde yer almaktadır. Bu açık düzenlemeye göre, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen İstanbul Sözleşmesinden tek imzalı bir karar ile çıkılması bir yana, Sözleşme öncelikle uygulanması gereken nitelikte bir düzenlemedir.  

10 YILDA NE DEĞİŞTİ?

Peki nasıl oldu da 10 yıl gibi kısa bir süre içinde ilk imzacısı olmakla övünülen bir sözleşmeden, ilk çıkan devlet oldu Türkiye? Hani diyordu ya hükümet, “İstanbul Sözleşmesi de 6284 sayılı Kanun gibi kadınlara AKP’nin bir hediyesi” diye, ne oldu? 6284 sayılı kanun Mecliste 8 Mart tarihinde kabul edilmişti, müjde diye duyurulmuştu. İstanbul Sözleşmesinin onaylanması da Mecliste 24 Kasım tarihinde görüşülmeye başlandı, 25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı mücadele gününe atfen. Üstelik bugün, Sözleşmeden çıkılması gerektiğini savunan AKP milletvekilleri tarafından jet hızıyla, komisyondan geçirilerek Meclise getirildi aynı gün. 247 milletvekilinin 246’sı kabul oyu verdi. “Şahsi meselem, hızlandırmak için elimden ne gelirse yaparım”cılar, Sözleşmeyi ilk imzacı olarak iç hukukta onaylamanın gururunu yaşadıklarını söyleyen ne oldu da bugün pişmanız noktasına geldi?   

Sözleşme'nin imzalanmasından bugüne geçen 10 yıl biz kadınlar açısından acı bir süreç oldu. Aile içine hapsedilen, her gün vahşileşen cinayetlere kurban giden, çalışma yaşamında en güvencesiz, düşük ücretli işlere mahkum edilen, çocuk bakımı ve ev işleri cenderesine daha çok hapsedilen bir hale getirildik. İş istediğimizde krizin sorumlusu ilan edildik. Giderek vahşi bir biçimde öldürülen kız kardeşlerimiz için sokağa çıktığımızda, tepkiler büyüdüğünde “sıfır tolerans” lafları edip genelgeler yayımlayanlar, bugün var olan yasaları uygulamaz, yasaların uygulanmasını garanti altına alan uluslararası sözleşmeleri bir gecede tarumar eder hale geldiler.

MESELE KAĞIT ÜSTÜNDE YAZILANLAR DEĞİL

Kadın cinayetleri artarak devam ediyor. Meselenin salt kanun çıkarmakla, sözleşme imzalamakla çözülmeyeceğinin göstergesi oldu bu 10 yıl. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı kararı ile çıkan AKP’nin temel argümanlarından biri de, “Bizim kendi kanunlarımız var” oldu. “6284 sayılı Kanun var” diyerek yazılı metnin arkasına sığındı iktidar. Ancak, kanunların adını anarken uygulanması için bir tek somut adım atılmaması, üstüne bir de şiddet faillerini kollayan uygulamalara söylemlere imza atılması kadınların hayatlarını daha güvensiz hale getiriyor maalesef. Kadınları maddi anlamda koruyacak olan nafaka, geçici yardım gibi mekanizmaların ortadan kaldırılmaya çalışılması da ayrı bir hak ihlali. Ayrıca, kolluk kuvvetlerinin ve Savcılıkların tedbir kararlarının uygulanmasını takip etmemesi, tedbir kararlarının ihlalleri hakkında gerekli işlemlerin uzun süreçlere yayılması veya hiç yapılmaması... gibi birçok hak gasbı örneği sıralanabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2014 yılında KADEM’in düzenlediği Kadın ve Adalet Zirvesi’nde sarf ettiği “Kadın ve erkek eşit değildir, fıtrata ters” cümlesi ile zirveden başlayan söylemle birlikte kadınlar açısından ayrımcı uygulamalar ve şiddet, giderek artan şekilde kendini gösterdi.  AKP iktidarı Sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmek yerine ‘çığlık atın’ gibi tavsiyelerde bulundu. Veya “Kadına şiddet abartılıyor”; “kadına yönelik şiddet algıda seçicilik”, “Şiddet sadece kadına yönelik olmuyor ki, erkekler de şiddet görüyor” denilerek etkili bir mekanizma oluşturmadı.

Kadınlar ise bu güne kadar sürdürdüğü mücadele le İstanbul Sözleşmesi’nden, haklarından ve hayatlarından vazgeçmediğini gösterdi. Cumhurbaşkanı’nın Sözleşme’den çıkış kararı gereği 1 Temmuz’da son bulacak olan İstanbul Sözleşmesi’nin savunulması için bulunduğumuz her alanda Sözleşmeyi savunmaya devam edelim. Hayatımız kimsenin iki dudağı arasında değil, haklarımız kimsenin gece yarısı aldığı kararlarla gasbedilemez!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDEN ÖNEMLİ?
İstanbul Sözleşmesi'nin önemli farklarından birisi, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak düzenlemesi. Kadına yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali olarak düzenlenmesi demek, şiddetin bir aile içi mesele olarak ele alınmasının da önüne geçen bir uygulama olmasını gerektirmektedir. Sözleşme'nin Anayasa’nın 90. Maddesi kapsamında öncelikli olarak uygulanması gerekir. Hükümetin, Sözleşme kapsamındaki yükümlülükleri gereği, kadına şiddetin önlenmesi için farkındalık yaratmak için çalışması, örneğin, kadına yönelik şiddet konusunda uygulayıcılara (yani emniyet kuvvetleri, savcılar, hakimler) özel eğitimler verilmesi, müdahale ve rehabilitasyon programları düzenleme, medyanın kadına yönelik şiddeti ele alışının irdelemesi gerekmektedir. Şiddet gören kadınlar için sığınmaevleri, 24 saat hizmet veren çağrı merkezleri açması, cinsel şiddete uğrayan kadınlar için mağdurun kolay erişebildiği, fiziki ve psikolojik tedavi ve destek sağlayacak merkezler kurulması için çabalaması, bütçe ayırması gerekmektedir. Hukuk uygulayıcılarının koruma emirlerinin zaman geçirilmeden çıkarılması, kadının şikâyetini geri alsa dahi savcılık makamının soruşturmayı devam ettirmesi, zoraki evliliklerin, ekonomik ya da yönetimsel bir külfet oluşturmadan feshine imkân tanıyan yasal düzenlemeler yapılmasını sağlamalıdır.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmiyoruz çünkü...

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedildiği açıklanan İstanbul Sözleşmesi nedir? Kadın...

Sınırların Ötesinde: Pandemiyle derinleşen kadın i...

Pandemi patronlar tarafından düşük ücrete, ağır koşullarda işçi çalıştırmak için kullanılırken özell...

73 yaşındayım, hâlâ çalışıyorum…

‘Bu ekonomik kriz hayatımızdan hiç gitmedi ama hayata bir şekilde tutundum. Hâlâ merdiven temizliğin...