İçine itildiğimiz karanlığa karşı gücümüz yanımızdaki kız kardeşimiz
Kolektif olarak inşa edilen bir alanla ancak kolektif bir mücadele vererek başa çıkabiliriz.

Toplumsal olanın bilime konu olduğu veya gündelik akışında olduğu tüm alanlarda bugün çarpıtılmış gerçeklerle karşılaşıyoruz. Yalnızca bugünle sınırlamak yersiz olacak ki tarihsel süreçlerde insanın öznesi olduğu tüm tanımlamaların anti-tezini bulmak mümkün oluyor. Psikoloji bilimi de tüm var olan tahakküm alanlarından azade değil. Bugün hâlâ Avrupa-ABD odaklı akademik çalışmaların yaygın olarak ele alındığı somut ve tartışılan bir gerçeklik. Buradan hareketle diyebiliriz ki öz farkındalığa, öz benliğe yapılan vurguların, kişileri var oldukları toplumsal-ekonomik-kültürel koşullardan bağımsız olarak ele alan söylemlerin yaygınlaştırılması tesadüf değil. Tüm yaklaşımlar incelendiğinde insan bilincinin toplumsal hafızasına dair vurgular, kaynaklar ve araştırmalarda açılan alanlar çok kısıtlı. Yine de hakikatin peşinde koşan bilim insanlarının çalışmaları günümüzü aydınlatıyor. Örneğin Libet deneyleri kişilerin karar alma süreçlerinde iradesinin olduğu gerçekliğini şüpheye düşürecek sonuçlarla karşılaştılar. Sovyetler’deki bilim insanları (Luria, Vygotsky) ise topluma ait olan süreçlerin “toplumsal çevre, iletişim dili vb.” kişilerin davranışlarındaki etkilerini konferanslarda birçok kez dile getirdiler. Fransız Sosyolog Durkheim ise direkt olarak intiharın toplumsal koşullarla bağlarını açıkladığı çalışmalarıyla vakanın intihar davranışına yönelmesindeki etkenlerin çoğunlukla çevresel faktörlerden kaynaklandığını ortaya koydu. Tüm bahsi geçen bilim insanları psikolojiye toplumun aracı olarak yaklaştılar, yeniden düzenleyicisi olarak değil. Ana akımın ise “Kendinin kurtarıcısı olma” şiarını küresel çapta yayması bugün bir bir kişilerde ilk olarak kendini sorumlu görerek suçlamaya ve karamsarlığa düştüğü süreçlerin gelişmesi kapısını araladı. Halbuki gelecekten umudumuzun kalmaması ön kabulüne sahip olmamızı gerektiren koşullarla birey olarak mücadele edemeyiz, etmemeliyiz. Kolektif olarak inşa edilen bir alanla ancak kolektif bir mücadeleyle başa çıkabiliriz.

TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL İZDÜŞÜMÜ NE?

Türkiye’de yeni eğitim dönemimize tıpkı bir sene önce olduğu gibi yaşam şartlarının tüm gençlik kesimleri için yeniden zorlaştığı bir atmosferde girdik. Gençlerin “hayatta kalma” imkanları giderek daralırken Türkiye’nin birçok şehrinden sıra arkadaşımızın intihar haberlerini almaya başladık. Üniversite rektörlüklerinin, öğrencilerin hayatlarını sonlandırmayı tercih ettiği senaryoları yaptıkları açıklamalarla “elim bir hadise” olarak değerlendirmesi kayıtlara geçti. Biliyoruz ki intihar oranlarının AKP iktidarında seneden seneye artması tesadüf değil. Vatandaşlar olarak intiharın ardındaki sebeplerin aydınlatılmasını talep etmek en öncelikli görevimiz. Yazının ilk bölümünde intiharın toplumsallığı üzerine konuştuk. Peki Türkiye’nin toplumsal izdüşümü bugün hangi gerçekliği sunuyor? Ekonomik koşulların kıskacında ÖSYM sınavlarına hazırlanmak için kaynaklara ulaşmak ve haliyle sınav süreci özellikle genç kadınlar için yük oluyor.

ÖĞRENCİLERİN YAŞAMINA EN DİREKT MÜDAHALE

Üniversite eğitimine katılabilmek üniversiteli genç kadınlar için “kendi hayatını edinme” imkanı sunuyor. Devlet ise evlenmek isteyenlere faizsiz krediler vererek erken yaşta evliliklerin artmasına olanak sağlıyor. Biz kaynakların kamu yararına olacak şekilde kullanılması için taleplerde bulunuyoruz. Örneğin üniversitelerde, KYK’lerde, kamu kurumlarında psikolojik danışmanlıklara ulaşmak bile küçük bir azınlığın şansı ve bu koşulları iyileştirmek yönetimin sorumluluğu. Fakat hükümet sorumluluk almıyor değil, KYK’lerde özellikle taşra üniversiteleri alanlarında bazı cemaatlerle birlikte faaliyet yürütüldüğü haberlerini alıyoruz sosyal medyadan. Özellikle kadın yurtlarında ek olarak idare ve güvenlik birimlerinin öğrenciler üzerindeki giriş-çıkış denetimi, özel hayatın gizliliğini aşan sorgulamalar yapmak görev tanımı edinilmiş bir düzeyde. Öğrencilerin yaşamlarına direkt müdahale ettikleri bu koşulların karşısında yaşama hakkımız duruyor.

GÜCÜMÜZÜ YANIMIZDAKİNDEN ALIYORUZ

Var olan psikosağlık sisteminden faydalanmaktan söz edeceksek de “Yoksullara ilaç, varsıllara terapi” mantığıyla işletilen ve çürütülen bir hizmetle karşı karşıyayız. Dayatılan tüm koşullardan sonuç olarak kadınlara geleceksizlik fikrinin çıkması asla tesadüf değil. Umutsuz ve kaygılı duygu durumundan çıkmayı tercih ettiğimizde ise bu terapi hizmetine ulaşamamak da aynı şekilde. Kız kardeşlik köprüsünü kurduğumuz tüm alanlar tam da bu yozlaşmış sistemin karşısında bir mücadele ağı örmek ve yalnızlaşmamak için. Deneyimlerimizden de biliyoruz ki genç kadınlar olarak umutsuzluğun en çok kök saldığı dönemlerdeki dayanışma ve talep etmedeki ısrarımız kazanımlarla sonuçlanabiliyor. En somut örneğini güvenli kampüs talebiyle yan yana gelerek üniversitelerde CİTÖB’leri etkin olarak tesis etme zeminini hazırlayan genç kadınlarda görüyoruz. Hiranur Vakfı davasında adliye dışında dava kararını bekleyen kadınlardan, ücretsiz yemek için mahalle mahalle dolaşan kadınlara uzanan bir mücadelemiz var. Tam da bu yüzden gücümüzü yanımızdaki kız kardeşimizden alıyoruz.

Fotoğraf: Evrensel

İlgili haberler
İntiharların, ihmallerin üzerini örtenlerin karşıs...

'Bu süreç bize gösterdi ki yaşamak için yemek yemek, barınmak, su içmek ne kadar elzemse; daha iyi b...

Aydın'da KYK yurdunda arızalanan asansör düştü, 1...

Aydın'ın Efeler ilçesinde bulunan KYK yurdunda arızalanan asansör düştü, 1 öğrenci hayatını kaybetti...

Bir asansör nasıl bir cinayet aleti haline dönüştü...

Bir asansörün üniversite öğrencilerinin canının sınandığı bir cinayet aletine nasıl dönüştüğünü öğre...