Eller aya, biz yaya…
Antik Yunan’da Olimpiyat Oyunlarına kadınlar seyirci olarak dahi girememişler. Yetkililerin gözünden kaçarak, seyirci olarak sahaya giren kadınlar, yüksek bir tepenin üstünden atılarak öldürülmüşler.

Sevgili Hazirun,

Uzay turizminin ilk adımlarının atıldığı 21.yüzyılda Jeff’i konuklarıyla uzaya giderken izlediğimiz ekranda, kanal değiştirdiğiniz zaman Merve adlı bir kız çocuğunun hentbol sporu ile münasebetinin nasıl olup da olabildiğinin hikâyesini dinliyoruz. Kadın cinsi olarak bizler dünyalığımızı ironiye bana bana tüketiyoruz.

Yıllar evvel, yaklaşık otuz iki yıl önce ben on yaşındayken, okuduğum okulda bir uzun mesafe koşu yarışması yapılmıştı. Yaşadığımız semt bir nehir kıyısındaydı ve taşkınlara karşı yüzyıllar önce yapılmış bir setin üzerinde koşmaya götürülmüştük. Kız erkek diye ayrılmadan başlatılan bu koşuda beni geçen üç oğlanın ardından dördüncü olduğumu hatırlıyorum. Üçüne de gıcık olmuştum ama konu bu değil. Konu arkamda bıraktığım onca kız ve oğlan. O yaşımda bile bir kız çocuğu olarak neleri başarabileceğim konusunda nasıl kodlandıysam, en belirgin duygum şaşkınlık olmuştu. Kendimi koşarken hatırlıyorum; yanaklarım rüzgârda sallanıyor gibi geliyordu ve sadece havayı yararak ilerleyen bedenimin farkındaydım, yanından geçtiğim herkes benim için bulanık bir karaltıdan ibaretti. Hayır sonrasında bu konuda bir kariyerim olmadı gördüğünüz üzere. Kimse “olabilir” demedi, ben de olabileceğini hayal edecek bir ortamda değildim. Sadece bana belletilenden daha güçlü olduğumu fark ettiğim ilk anımdı. Güçlü derken bedensel yeterlilik anlamında söylüyorum, yoksa okulların “bilgi yarışması” olarak düzenlediği yarışmalarda o konudaki yeterliliğimiz konusunda hiç şüphem kalmamıştı. Yine de buradaki eşitlik bile sosyal rollerde her iki cinse de nasıl unutturuluyorsa kuytu köşede devran aynı şekilde dönmeye devam ediyordu.

Yıllar sonra Connel’in erkeklerle ilgili güncele dair tespitlerini okurken bu derin manipülasyona ve avunmalar tezgâhından geçirilen kadının kendilerine “biçileni” giyen hallerine bakınca aradan otuz küsur yıl geçmemiş de ben hâlâ geçtiğim oğlan çocuklarına şaşkınlıkla bakan o cılız kız çocuğuymuş gibi hissediyorum. Manipülasyon ve kabuller derken misal “Aaaa benim adam bana çok yardım eder” avuntusu kadar acıklı bir kendini kandırma hali yok bence. Bakın Connell o “yardım” ve toplumsal roller konusunda ne diyor:

“Kriz anlarında, işe ve okula yetişmek için zaman baskısı olduğunda, hastalıkta ve esas olarak ‘yardım’ biçiminde ortaya çıkan bu rol alma çoğu zaman geçici olmaktadır. Kalıcı olanın duygusal açıdan yavan, bir beceri üzerinde yoğunlaşan, mesleki saygınlık ve öteki çalışanlar üzerinde tekniğe dayalı bir egemenlik arzusunda ısrarcı ve gelişimini en üst noktalara kadar sürdürebilmek için çocuk bakımı ve ev işinden, bunları yapacak eş ve hizmetçilere sahip olarak mutlak özgürlük talep eden erkeklik…”*

ANTİK YUNAN’DA OLİMPİYAT İÇİN CAN VEREN KADINLAR…

Bu erkeklik, antik Yunan’dan günümüze böyle kurmuş tezgâhını. Yunanistan’da Olimpiyat Oyunlarına kadınlar, sahaya seyirci olarak dahi girememişler. Yetkililerin gözünden kaçarak, seyirci olarak sahaya giren kadınlar, yüksek bir tepenin üstünden atılarak öldürülmüşler. Oyunlar sırasında tek kadın olarak Demeter Rahibesi bulundurulmuş. Mezopotamya’da ve Mısır’da da kadınların böylesi bedensel yeteneklere sahip olanları kendi aralarında yarışmış, erkekler gibi açık ve törensel etkinliklere katılamamışlardır. Bu şekilde 19. yüzyıla kadar gelebiliriz. Hatta bakın hiç zorlanmadan yazının ilk paragrafında 21. yüzyıla kadar gelebildik Merve’yle.

DANGIL DUNGUL DANGAL

Sanırım bundan dört sene önceydi. Evde Amir Khan’ın Dangal adlı filmini ailecek gözyaşları içinde izlemiş, iki kız çocuğunun kendi hayaline onları güreşçi yaparak ulaşan babalarının Hindistan’da yaşadığı mücadeleye tanık olmuştuk. Neresinden tutsak elimizde kalacak bu hikâyede güreşçi olarak başarıya ulaşan o iki kız çocuğunun yukarıdan bir bakışla yine de babalarının arzusunun nesneleri olarak karşılarına çıkan onlarca saçmalıkla ve cinsiyetçilikle mücadelesine tanık olmuştuk. Filmi birlikte izlediğimiz çocuklarımın babası kız çocuklarına empati yapan duygusallığını film bittikten sonra içinden çıktığı tezgâhın süzgecinden süzememiş bir düz adamlıkla akşamki basketbol maçına oğlumuzu da götürmeyi teklif etmişti. Oysa bizim hem oğlumuz hem de kızımız vardı. Onu niye götürmek istemediğini sorduğumda “onun ilgisini çekmeyeceğini” biraz da yaşının küçüklüğüne vererek açıklamaya çalışmıştı. Oysa ikimiz de biliyorduk ki aslında oğlumuzun bu tip spor müsabakalarına zerre kadar ilgisi yoktu ve bunu zorla o oluşturmaya çalışıyordu. Yine ben biliyordum ki bu çocuk birazcık top yuvarlayabilse o da tıpkı filmdeki baba gibi kendi yarım kalan futbol kariyerini ona tamamlatmaya çalışabilirdi.

SPORDA VAR OLMANIN DAYANILMAZ EZİYETİ

Spor hayatına başlayabilmiş kadınların da o camiada var olma çabası erkeğinkinden yüz kat eziyetli. Kısa bir süre önce ünlü tenisçi Nadal, “Kim daha fazla izleniyorsa o daha fazla para alır” diye erkek bir sporcu olarak reklam gelirlerinden daha fazla pay alabileceğine dair bizim ülkemizde gündem bile olmayacak komiklikte kalan bir açıklama yapmıştı. Durun önce bir sporcu olabilelim de sonra alacağımız payı tartışırız yani. Spor yayıncılığı da aynı tezgâhta. İzlenirlik ölçümlerinde kadın ligiyle erkek ligi arasında bariz bir fark olmamasına rağmen belli spor kategorileri öylesine parsellenmiş ki yine o camiadaki erkek yöneticiler tarafından seçilen ve parlatılan müsabakalar erkek müsabakaları oluyor. 2002 yılında Doğubeyazıt’ta görev yaparken ilçenin tek pastanesinde alışılmadık bir kalabalık görünce içeri girmiş ve televizyondaki kadınlar arasında bir basketbol maçını nefes nefese izleyen bir yığın adamla karşılaşmıştım. İçlerinden kaçının kızlarının eline basketbol topu verip “şort giyilerek” oynanan bu oyun için teşvik edeceğini tartışmaya bile gerek yoktu bence.

Bu yazıda çok geri gitmedim. Benim için dün de bir tarih. Akşamüstü tarlalık bir alanda yürüyüşten dönerken karşılaştığım bir komşu amca, iyi niyetli bir biçimde o ıssız yerlerde yürümemin ne kadar güvenli olduğunu sordu bana. Ben ondan korkmazken o kendi cinsi konusunda beni uyarmak zorunda hissetmişti. Korkudan ve utançtan kurtulup yürüyebilirsek çok yollar gideriz gibi geliyor bana. Baksana millet gitmiş taaa uzaya!

* Connell, R. W. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. (Çev. Cem Soydemir). İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Görsel: Freepik

İlgili haberler
İşyerindeki tacize karşı tek güvencemiz birliğimiz

Sultangazi’den işçi Mevhibe Akdeniz, işyerlerinde yaşanan tacizi anlattı: ‘Bu atölyede tek iyi bir ş...

İyi ki kadın dayanışması var!

Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği'ne, mahalleden bir esnafın yönlendirmesiyle gelen, zorlukları...

Bir kız öğrenci yurdu, mescit odası ve ortak hikay...

Belki o mescit odasında paylaşılan taciz ve tecavüz hikayelerini anlatmaya ne ömrüm ne de gücüm yete...