Bu enkazı biz kaldıracağız!
25 Kasım, tüm dünyada kadınların bu dünyanın halklar için; kadınlar ve çocuklar için ‘enkaz’ haline getirilmesine karşı hep birlikte mücadele ettikleri bir gün…

İzmir’de yaşanan deprem sonrasında onlarca insan yaşamını yitirdi, yüzlerce insan yaralandı, binlerce insan evsiz kaldı. Depremin toz dumanı arasından görünen gerçekler ise, insanları ölüme, yaralanmaya, evsiz kalmaya terk edenin “doğal” bir afet olmadığını apaçık ortaya serdi.  

Bu ülkede daha önce de yüzlerce can kaybettiğimiz depremler yaşadık… Her birinin ardından çok konuşuldu; insan hayatına değil sermayeye, ranta yatırım yapıldığı… Depreme karşı alınabilecek önlemlerin bile bile ihmal edildiği, insanların göz göre göre ölüme terk edildiği.

Ama bütün olup bitenin esasının bir “sınıf” meselesi olduğu herhalde en çok bu depremden sonra bu denli yaygın bir biçimde, geniş kesimlerce konuşuldu, tartışıldı. Depremin ardından ekrana çıkan Ahmet Ercan’ın veciz bir biçimde ifade ettiği gibi; “Depremde yoksullar ölür, zenginler ölmez, bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa deprem o kadar öldürücü olur” sözü yoksulluğun ne demek olduğunu iyi bilenleri çok düşündürdü.

Tevekkeli değil bu sözlerin yaygınlaşması… Ercan’ın hatırlattığı gerçeği milyonlarca yurttaş hayatının sıradanlaştırılan başka “küçük” felaketlerinde her gün tecrübe ediyor: iş cinayetleri, bir işçi hastalığı haline gelen pandemi, mevsimlik işçi olarak çıkılan yolda, maden ocağında, fabrikadaki patlamada, yoksulluk intiharlarında… “Bireysel tercihleri” nedeniyle değil, yoksulluğun ve çaresizliğin dayattığı mecburiyetler nedeniyle ölüyor insanlar. Ölüme giden yol, sınıfsal… Ve pandemi koşullarında iktidarın “sınıfsal” tercihlerini gözümüze sokarcasına her fırsatta uyguladığı “patronlara teşvik, halka fatura” politikası, artan işsizlikle, yoksullukla, eve ekmek götürememe derdinin büyümesiyle sinir uçları daha da hassaslaşan halk için daha görünür hale geldi.


KENDİLERİNE BAŞKA BİR ÜLKE KURDULAR, BİZİM GERÇEKLERİMİZLE DALGA GEÇİYORLAR! 

Daha geçen haftalarda, Recep Tayyip Erdoğan, toplu açılış töreni için gittiği Malatya’da “Evimize ekmek götüremiyoruz” diyen esnafa “Bu bana abartılı geldi, al bu keyif çayını iç” diye yanıt verdi. İktidar ortağı MHP liderinin askıda ekmek kampanyası yapmasına, yine Erdoğan “Eve ekmek götüremiyor diye bir şey mi var bu ülkede” diye çıkıştı. Bu halden bilmezliğin, halktaki rahatsızlığı arttırdığını görünce de, yıllar önce gündeme gelmiş olan 50 bin dolarlık Hermes çanta, iktidarın halka kuru ekmeği çok görürken kendi şatafatına duyulan öfkeyi dindirmek için tekrar meydana çıktı; Hürriyet gazetesi yazarı Hande Fırat, Emine Erdoğan’ın Hermes çantasının aslında “çakma”, Emine Hanım’ın da aslında “tutumlu” bir insan olduğunu yazdı.

İzmir depreminde insanlar henüz enkaz altındayken, İzmir’e gitmeden partisinin olağan kongrelerine son sürat devam eden Erdoğan, depremin yarattığı yıkımın göz göre göre gelmesine öfke büyürken, hükümetin atmadığı adımları “vesayetçi zihniyete” bağladı: “Vesayetçi zihniyetin en çok ihmal ettiği alanlardan biri de afetlere dayanıklı yapı inşasıdır” dedi. 1994 yılından son seçimlere kadar İstanbul’u, 18 yıldır da ülkeyi yöneten kendileri değilmiş gibi… İktidarın küçük ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında “Keşke birkaç metrekare fazla pay alma uğruna riskli binalarda oturmak tercih edilmeseydi” dedi. Mersin Akdeniz Belediye Başkanı AKP’li Mustafa Gültak “Cebimizden de biraz para verip sıfır ev alacağız, her şey devlet tarafından yapılamaz” dedi.


AKP ve ortakları iktidarın nimetlerinden faydalanarak kazandıklarıyla adeta dünya gerçeklerinden uzak bir ülke kurmuşlar da orada yaşıyor, konuşuyor gibiler…

Halktan toplanan deprem vergisi 35 milyar dolar. 685 bin konut riskli. İmar Kanunu son 18 yılda 22 kez değiştirilmiş. En son 2018’de seçime gitmeden önce imar affı çıkarılmış. Meclise sunulan 58 deprem araştırma önergesi iktidar tarafından reddedilmiş. Ülke genelinde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı 18 bin 60 eğitim kurumu binasının depreme dayanıklı olup olmadığına ilişkin inceleme yapılmamış, büyük onarım ihtiyacı bulunan okul ve kurumların onarım talepleri karşılanmamış. Gerekçe: Bütçe yok! İzmir depreminde enkazlar yerde dururken, Meclisteki bütçe görüşmelerinde HDP’li vekillerin okulların depreme dayanıklı hale getirilmesi için MEB’in yatırım bütçesi 10 milyar lira artırılsın önerisi, AKP ve MHP’li vekillerin reddiyle rafa kalkmış… Bu sırada Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi yüzde 23 artırılarak 7 bakanlığın bütçesini geride bırakmış... 2021’de Cumhurbaşkanı’nın hesap vermeden kullanacağı örtülü ödenek miktarı, yedek ödenekle birlikte 16 milyar liraya çıkmış… Sarayın 10 milyonluk harcamalarını saymıyoruz bile… 99 depreminde devrin iktidarı insanlar enkaz altındayken mezarda emeklilik yasasını çıkarmıştı. Şimdi yine insanlar enkaz altındayken çıkarılmak istenen torba yasayla mezarın üstüne beton dökülmek isteniyor.

Bir yandan her gün en az 4 kadının boşanmak istediği için, ilişki teklifini kabul etmediği için, haksızlığa, şiddete boyun eğmediği için katledildiği, yoksulluğun şiddeti katmerlendirdiği, kadın intiharlarının arttığı haberleri gelirken; Aile, Sosyal Hizmet ve Çalışma Bakanlığının bütçesinden kadına yönelik şiddetin önlenmesi, kadınların kendi ayakları üzerinde durarak, çocuklarla birlikte yeni bir hayat kurabilmesi için kişi başı 3 TL ayrılıyor… Kadınların hayatını bozuk para gibi harcıyorlar yani…

Yükselen döviz, artan masraflar, zamlı faturalar, kiralar, krediler, borçlar çığ olup emekçilerin üzerine düşüyor.

Milyonlarca genç sokakta iş ararken işsizlikle, umudunu kaybeden bunalımla;

İşçiler işyerinde ücretsiz izin tehdidiyle, işten atılma korkusuyla;

Avukatlar, gazeteciler hak ararken tutuklamalarla, mesleğine yapılan saldırılarla;

Korunmasız bırakılan doktorlar, hemşireler, hastane çalışanları kovid-19’la, şiddetle, haklarının ödenmemesiyle;

Ve kadınlar, yoksullaşan mutfakla, evde artan şiddetle, her an bir cinayet tehdidiyle;

Herkes kendi nefes aldığı yerde bir yaşam kavgası veriyor.

Üstümüze adeta iktidarın sermaye seviciliğiyle yarattığı yıkımın enkazı çökmüş durumda. Nefes almak giderek zorlaşıyor. Kendimizi, “Sesimi duyan var mı?” diye bağırırken buluyoruz…


SESİMİZİ DUYAN OLUR, BİZ BAĞIRIRSAK EĞER!
İşte, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ne bu koşullarda gidiyoruz. Ve bu koşullar bize, bizim topraklarımıza, coğrafyamıza özgü değil…
Dünyanın dört bir yanında, bizlerle çok benzer yaşamları sürmek zorunda bırakılan milyonlarca kadın, bizimle çok benzer biçimde ağır yaşam ve çalışma koşullarının, korkunç bir şiddetin, diktatör namzedi yöneticilerin zorlukları katlayan politikalarının, haklarına yönelik saldırıların, en temel hakların kullanılamaz hale gelişinin ağırlığı altında nefes alıp vermeye çalışıyor.
Bizi giderek daha çok birbirimize benzetenler, birbirlerine benzeyerek, birbirlerinden feyz alarak, destek alarak uyguluyorlar sömürü ve şiddet politikalarını… Bakın Polonya’ya; on binlerce kadın kürtajın yasaklanmasına karşı haftalardır sokakta… Nasıl ki Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi “Aileyi dağıtıyor, kadınlara çok fazla hak veriyor, erkekleri korumuyor” diye topun ağzına konuluyorsa, aynı cümlelerle saldırıya uğruyor Macaristan’da da. Bu ülkede iktidar sözcüleri her gün bir vesileyle ekranlara çıkıp halka “sabır” telkin ederken, kadınlara “evi her ne pahasına olsun ayakta tutma” çağrısı yaparken, Malezya’da Kadın Bakanlığı ülkeyi kadınlara “evde makyajlı şık dolaşıp, kocalarına dırdır yapmama” tavsiyesi yapan afişlerle donatmaya kalkıyor. Türkiye’de her gün pek çok sağlık emekçisi kovid-19 nedeniyle ölürken, canları hiçe sayılırken, Zimbabwe’de hemşireler onlar aynı koşullar altında çalıştıran hükümete karşı haftalardır grevde. Her gün adalet sarayından adalet çıkmamasına isyan ederken bu ülkede biz; Brezilya’da kadınlar zengin bir adamın adeta seri tecavüzcü olarak yoksul kadınlara şiddet uygulamasını aklayan yargıya öfke kusuyor sokaklarda, medya kadınları suçluyor, devlet başkanı protestocu kadınları “abartmakla” suçluyor… Biz Türkiye’de güvenceli iş ve gelecek hakkını yok etmeyi planlayan istihdam paketiyle karşı karşıyayken, Endonezya’da büyük oranda gençlerin oluşturduğu on binlerce kişi, işçi haklarını gasbeden “yeni iş yasasına” karşı Jakarta’da Başkanlık Sarayı önünde eylemde…
Dünya olağanüstü bir dönemden geçerken, iktidarlar faturasını emekçi halkların omzuna yıkmak istedikleri yıkım politikalarını “olağanüstü” yollarla hayata geçirmeye çalışıyor. Baskı artıyor, otoriterlik yükseliyor, polis şiddeti katmerleniyor, hak hukuk, halk iradesini temsil eden parlamentolar askıya alınıyor, toplumsal muhalefet kurumları kapatılıyor, olağanüstü hal yöntemleriyle tek adam iktidarları “Ben istedim oldu”yla yönetmeye girişiyor, grevler yasaklanıyor, toplu iş sözleşmeleri askıya alınıyor…
Yani dünya, patronlar için bir “cennet” olsun diye, milyonlar için bir enkaza dönüştürülüyor…
25 Kasım, tüm dünyada kadınların bu dünyanın halklar için; kadınlar ve çocuklar için “enkaz” haline getirilmesine karşı hep birlikte mücadele ettikleri bir gün…
Hani dedik ya; herkes kendi nefes aralığında bir yaşam kavgası veriyor. Kendimizi, “Sesimi duyan var mı?” diye bağırırken buluyoruz, diye…
Sesimizi duyan olur, biz bağırırsak eğer!
Bu 25 Kasım’da bize enkaza dönmüş bir yaşamdan başka hiçbir şey vadetmeyenlere karşı yapmamız gereken şey çok açık. Enkazın yaratıcıları nasıl örgütlülerse, bizim de o kadar, onlardan daha fazla örgütlü olmamız gerek. Bunun zorunluluğunu da, mümkünlüğünü biliyoruz. Bu enkazı biz kaldıracağız; yerine kimsenin nefesinin yoksullukla, şiddetle, açlıkla, felaketlerle kesilmeyeceği yeni bir dünya kuracağız!


İlgili haberler
Her türlü yoksunluğa çözüm; örgütlü mücadele

Kötülük diye tarif ettiğimiz bütün günahı bir yıla kestiğimiz sorunların sebebi ne? Giderek artan yo...

Kötü çalışma koşullarına da şiddete de boyun eğmey...

Kötü çalışma koşulları altında tekstil işçiliği yapan Deniz, bu koşullara boyun eğmeme mücadelesi ve...

Meselenin ‘Köken’ine inen bir eylem kılavuzu

Engels’e göre eşitsizlik, özel mülkiyetin kamusal alana egemen olan erkeğin elinde yoğunlaşması, üre...