54’ümde kazandığım hayatımı şimdi nakış gibi işliyorum
‘Yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamasın’ diye verilen kararlar, bizi daha beter bir yaşama mahkûm bırakıyor.

Sekiz çocuklu bir ailenin ilk çocuğuydum. Bizim oralarda, ilkokulu bitiren her kız çocuğu gibi 14 yaşında nişanlandım. Ben 15, o ise 19 yaşında, aile rızasıyla resmi nikâh ile evlendirildik.

Annem de 13 yaşında, iki kayınvalide, elti ve görümcelerin olduğu kalabalık bir ailenin oğlu ile evlendirilmişti. Kavganın eksik olmadığı bir evde, korkular içinde bir yaşam süren annem, “Karışanı olmaz” diyerek evlendirdi beni. İtiraz edecek yaşta değildim. O yaşta başka bir seçeneğim var mıydı? Onu da bilmiyordum.

Eşim ve onun üvey annesiyle yeni hayatıma alışmaya çalışıyordum ki evliliğimin 29. gününde ilk dayağımı yedim. Akşamüstü sohbet ederken eşimin askerlik meselesi açıldı, kayınvalidem birden ağlamaya başladı. Eşim geldi, “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Cevap alamayınca, “Sen mi bir şey yaptın?” diye bana vurmaya başladı. Ağzım, burnum kanlar içinde kalana kadar dövdü. Sonunda kayınvalidem “Onun bir suçu yok, sen askere gidersen bizim halimizin ne olacağını düşündüm, ağladım” dedi. Eşim şaşkındı, bana dönerek “Yüzünü yıka, giyin, sinemaya gidiyoruz” dedi. Attığı dayağı telafi etmeye çalıştı. Hayallerim yıkılmış ve çok korkmuştum. Evlilik bu muydu? Hep böyle mi olacaktı? Sonra her söylediğini itirazsız yapmaya çalışsam da havadan sudan sebeplerle dayak atmayı sürdürdü. Annem babam duyarsa üzülürler diye, utancımdan kimseye bahsetmiyordum. Ne yapacağımı bilemiyor, moraran yerlerimi “Kapıya, pencereye çarptım” diyerek kapatmaya çalışıyordum. Böyle öğretilmişti ve acımı sessizce içimde yaşıyordum.

Bunca dayağa rağmen, ayrılmayı hiç aklıma getirmedim. Onu anlamaya çalışıyordum. Şimdiye kadar sevgi görmemiş, hor görülmüş, hep itilip kakılmıştı. Askere gidince olgunlaşacağını umuyordum. Askerliği bitti fakat bir değişiklik olmadı, aynı sinirli hali devam ediyordu. İlk çocuğumuz doğdu, çocuğun ağlamasına dayanamıyordu, “Sustur onu, yoksa boğacağım” diyordu. Çok korkuyordum, o duymasın diye köşe bucak kaçıyordum. Kızım iki yaşındayken bir de oğlum oldu. Ben 19, o ise 23 yaşındaydı. Çalışkan ve hırslı biriydi. Kendi işini açmıştı. Ekonomik durumuz oldukça iyiydi. Dayaklar ise devam ediyordu.

NEREYE GİDECEKTİM?

İşini daha da büyütmüştü ki ekonomik kriz başladı, borçları arttı. Borçları arttıkça öfkesi arttı, havadan sudan sebepler yetiyordu dayak atmasına, çocuklar da bu dayaklardan nasibini alıyordu. Dövüyor, ağızlarını burunlarını kırıyor, sonrasında ise onları hediyelere boğuyordu.

Bir gün, komşu ile turşu yapıyordum. Eve elinde büyük bir rakı şişesi ve yanında misafir ile geldi. Sofralarını hazırladım, ara sıra ihtiyaçlarını soruyor işime devam ediyordum. Çocukların ikisi de uyumuştu. Rakıları bitince, o zamanlar 10 yaşlarındaki kızımı uyandırarak apartmanın alt katındaki bakkala rakı almaya gönderdi. Bakkal kapanmıştı. Çocuğa “Git, bakkalı uyandır, rakıyı al gel” dedi. “Bu saatte çocuğu gönderme” diye itiraz edince birden kafamı duvarlara vurmaya, saçımdan tutup sürüklemeye başladı. Bir ara elinden kurtulup kaçabildim, apartmanın arkasına saklandım. Komşuların kapılarına dayanıp, tekmelemeye başladı, polis çağırmak zorunda kaldılar, gözaltına alındı. Ben kafam, gözüm şişmiş bir durumda, gece yarısı başka bir yol olduğunu bilmediğimden, evimin yolunu tuttum tekrar.

Polisler halimi gördüler, ifademi aldılar, “Bir gece tutun, siniri yatışsın, sonra bırakın” dedim, ama şikâyetçi olamadım. Canım acıyordu fakat üç çocuk ile nereye gidecektim, nasıl yaşam sürecektim? Ertesi gün salıverildi. Beni bir daha dövmedi ama bu sefer de çocuklarım her gün babalarının öfkelerinden kaçacak delik arıyorlardı. Benim için bu, daha büyük bir acıydı.

‘YETER ARTIK’ DEDİĞİMDE 54 OLMUŞTUM

Oğlum askere gidene, büyük kızım evlenene kadar baba dayağına maruz kaldı. İşleri her geçen gün kötüye gidiyordu, borcu arttıkça siniri artıyordu. Ev elden gitti, eşyalar gitti, kendisi cezaevine girince ben de küçük kızım ile birlikte büyük kızımın yanına sığındım. Bir yıla yakın onların yanında kaldım. Yaşlı, hasta bakımı, dikiş ve oğlumun desteği ile toparlanmaya başladım. Eşim ise cezaevinden çıktıktan sonra bu sefer de tefecilere bulaştı. Bıçak kemiğe dayandı ve “Yeter artık” deme gücünü, 54 yaşındayken kendimde buldum. Onun, benim ve çocuklarımın başına musallat olacağı ihtimali o zamana kadar ayrılık kararımın önüne geçmişti. “Tamam, artık bitti” dedikten iki ay sonra kapıma dayandı. Komşuların ve polisin müdahalesi ile evden uzaklaştırıldı.

HAYALLERİMİ NAKIŞLARA İŞLİYORUM

15 yaşımdan itibaren “Geçecek” diye bekledim, geçmedi. 60 yaşıma yaklaştım, hâlâ hiçbir gelirim yok, evimin geçimini dikiş nakış yaparak sağlamaya çalışıyorum. Nakışlara işliyorum hayallerimi. Kin beslemiyorum, sadece üzülüyorum, geçen bunca acı, öfke dolu günlere, bizlere yaşattıklarına, kaçırdıklarımıza... “Yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamasın” diye verilen kararlar, bizi daha beter bir yaşama mahkûm bırakıyor. Geçen bir ömre üzülmekten çok, yaraları sarmaya çalışmak, her şeye rağmen ayakları üzerinde durmak, kötü günleri geride bırakmaktan başka seçeneğimiz yok.

İlgili haberler
Geçim derdi, kriz, taciz, şiddet, ayrımcılık... Bi...

Bir dokunduğumuzda bin ‘ah’ işittiğimiz kadınların kimi işsiz, kimi bulduğu işlerde zorlu koşullara...

Maltepe’de şiddete karşı büyüyen kadın dayanışması

‘Artık kime güveneceğimizi şaşırdık. Çocuklar da çok tedirgin. Devlet buna bir el atsın, en ağır cez...

‘Kadınlar! Hayatta kalanlar ve sesi duyulmayanlar...

Kadınlar her ne kadar farklı coğrafyalarda olsalar da talepler aynıydı: Şiddetin son bulduğu eşit ve...