“Bence bugünkü kadınların cehaletle aptal ya da habis hale getirildiklerini tartışmaya gerek yok. Gözlemden gelen bir ihtimalle en azından öyle görülüyor ki insanlığı iyileştirmeye meyilli en sağlıklı sonuçlar kadınca bir devrimden beklenebilir.” (Kadın Haklarının Bir Müdafaası)
Yukarıdaki satırlar sıcağı sıcağına bir devrimin içinden yazılmış, 1792’de. Kadınların aklının sadece ev işlerine, süslenmeye, dikiş nakış işlerine ve en akıllısının uyduruk aşk romanları yazmaya yeteceğinin düşünüldüğü bir dönemden sesleniyor bize Mary Wollstonecraft. Tam bir devrim tanığı Wollstonecraft. Kendisi İngiliz, ama yukarıdaki satırlar bir dönem yaşadığı Fransa’da yazılmış. Evet, demiş Wollstonecraft, biz kadınlar aptal, kurnaz veya yalancı görünebiliriz ya da öyle davranabiliyor olabiliriz. Neden mi? Hayır, sevgili beyler, doğamız böyle olduğu için değil, yüzyıllardır bizi toplumdan soyutlayıp eve hapsederek sanki kocalarının kazandıklarıyla asalakça bir yaşam sürdürüyormuş gibi davrandığınız, o hor gördüğünüz “aklı ermez kadın” imajını siz yarattınız. Ve bunu sadece tüccar ya da meslek erbabı olarak değil, filozof olarak yaptınız, diyor ve birçok (erkek) filozofu kadının doğasını “yetersiz, korunmaya muhtaç” gibi sıfatlarla niteledikleri için eleştiriyor. Oysa “gözlemden gelen bir ihtimal”, yani Fransız Devrimi’nde kadınların oynadığı rol insanlığın yüzlerce yıldır kendi başına açtığı yaraları iyileştirecek bir devrim kadınsız olamadı, olamazdı da.
BİR KADIN FİLOZOFUN DOĞUŞU
1759’da doğuyor Mary, aslında varlıklı bir ailenin yedi çocuğunun ikincisi. Fakat babası riskli işlere giriyor ve mali olarak batıyor. O kadar ki Mary daha çocukken miras hakkından mahrum bırakılıyor. Ama Mary’nin karşılaştığı ilk şiddet bu ekonomik şiddet değil. Babası mütemadiyen annesini dövüyor, özellikle çok içtiği zamanlarda. Mary’nin anaç mizacı daha ilk gençlik yıllarında babası annesini dövmesin diye annesinin yatak odasını kilitleyip kapının önünde uyumasıyla beliriyor. Annesini koruyor Mary, babasından. Daha sonraları kız kardeşlerini kocalarından…HANIMEFENDİNİN REFAKATÇİSİ
Ailesinin yanında mutluluğu bulamıyor. Sık sık ziyaret ettiği dostları olmasa yapayalnız aslında. Birinin babası filozof ve bilim insanı. Bol bol kitap okuyup, derslere katılma fırsatı buluyor bu evde. Ama ona asıl kendine güveni aşılayan Fanny Blood. Artık ailesinin yanında duramayacağını anlayan Mary 19 yaşındayken bağımsız bir hayat kurma kararı alıyor. İşçi değil ya da işçi bir aileden gelmiyor. Öyle olsaydı zaten çoktan çalışmaya başlamış olurdu. Meslek bilmiyor. Tek bildiği okudukları, görgüsü, edep adap bilgisi ve fikirleri. Böylece zengin bir dulun yanına “hanımefendinin refakatçisi” olarak işe başlıyor.Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak mı denir böylesine? O kadar aksi bir kadın çıkıyor ki karşısına Mary yine mutsuz. Kısa bir süre sonra annesinin ölüm döşeğinde olduğu haberi geliyor ve Mary işi bırakarak annesine bakmak üzere ailesinin evine dönüyor. Kısacası, ilk bağımsız hayat kurma denemesinde işler pek iyi gitmiyor. Annesi ölüyor. İşe geri dönmüyor Mary, Fanny ve ailesinin yanına taşınıyor. Birlikte bir ütopya kuruyorlar. Mary, kız kardeşleri ve Fanny, birbirlerini duygusal ve mali olarak destekleyecekleri bir yaşam alanı kurmak istiyorlar. Londra’da bir okul açıyorlar, muhalif bir topluluk oluşturuyorlar. Ama ne gelişen kapitalizm ne de arkadan çekiştiren gelenekler yakalarını bırakmıyor. Fanny evleniyor ve hiçbir zaman iyi olmamış sağlığını düzeltmek üzere kocasıyla birlikte Kıta Avrupasına gidiyor. Bir süre sonra sağlığı kötüleşince ona bakmak için Mary de gidiyor yanına, ama nafile. Mary gidince okul da batıyor.
BİR TÜRÜN İLKİ
Fanny’nin ölümü, okulun batışı, edebiyata ilk adım… Yaşamak için ne yapmalı? Soylu ailelerde mürebbiyelik yapmaya başlıyor Mary. Bu dönem yaşadığı sıkıntıları, genç bir kadının çalışmak için bu kadar kısıtlı seçeneklerinin olmasını Kız Evlatların Eğitimi Üzerine Düşünceler’de (1787) tartışır. Fakat mürebbiyelik yılları da boşuna yaşanmıyor tabi. Yaşadığı her deneyimi düşünsel bir ürüne çevirmeyi çok iyi beceren Mary daha sonra çocuklarla olan ilişkisinin bir ürünü olarak Gerçek Hayattan Orijinal Hikayeler’i (1788) yazacaktır. Bir gün canına tak eder ve mürebbiyeliği bırakır yayıncı bir arkadaşıyla çalışmaya başlar. Fransızca ve Almanca öğrenir, çeviriler yapmaya, kitap değerlendirmeleri yazmaya başlar. Bu camiadaki birkaç kadından biridir. Kız kardeşine yazdığı bir mektupta, “Bir türün ilki” olmak istediğini yazar. Yayınevi için çalışması dönemin aydın çevresine girmesini ve birçok filozofla tanışmasını ve tartışmasını sağlamıştır.Ne var ki yaşadığı platonik bir aşk deneyimi İngiltere’den Fransa’ya kaçmasına sebep olur. Henüz Londra’dayken Devrimi selamladığı İnsanların Haklarının Bir Müdafaası (1790) kitabını yazmıştır. Kadın Haklarının Bir Müdafaası ise artık devrimin içinden yazılmış, “gözlemlerine” ve fikirlerine dayalı bir kitaptır. Burada yeniden aşık olur Mary, maceraperest bir iş ve diplomasi adamına. İlk kız çocuğunu bu koşullarda doğuruyor. Aşık olduğu adamın kendisinden soğuduğunu fark eden Mary iki intihar deneyimi yaşamıştır. Ve çok ilginç bir şekilde kendi intiharının ne kadar akılcı olduğunu yazmıştır.
GEÇ GÖRÜNEN DEĞER
Aykırıdır Mary ve bundan da çok çekmiştir. Londra’ya döndüğü yıllarda anarşist William Golwin ile aşık olup evlenirler. Bu evlilik, Mary’nin daha önceden resmen evli olmadığını, ilk çocuğunun evlilik dışı olduğunu ortaya çıkarınca bir çocuğun bir evliliğin değil de bir aşkın ürünü olmasını kaldıramayan insanlar uzaklaşırlar çiftten. Yan yana iki eve taşınır Mary ve William; biri bir eve diğeri öbür eve. Kendi bağımsız hayatlarını aşklarıyla birlikte korumayı becerebilmek için. Ne yazık ki Mary’nin ikinci doğumu onun hastalanmasına sebep olur ve birkaç gün sonra henüz 38 yaşındayken hayata veda eder.18.yy’ın bu aykırı kadın resmen bir yüzyıl boyunca –her ne kadar tekrar gündeme getiren onlar olsa da- feministler dahil olmak üzere düşün camiasında görmezden gelinir. Ancak, 1830’larda Amerika’nın LowellMill adlı fabrika-kasabasında ayaklanan fabrika kızları yüksekçe yerlere çıkıp birbirlerine Mary’nin sözlerini haykıracaklardır.
İlgili haberler
İsviçre’de kadına oy hakkı: Trajikomik bir refer...
İlk kez “Biz de karar vermek istiyoruz, kanton yasası değişsin” diyen Zürihli kadınlar, 1868’de oy h...
İngiltere’de 'tampon vergisi' kürtaj karşıtlarına...
İngiltere'de kadınların regl döneminde kullandıkları ürünlerden 'lüks vergisi' alınması ciddi bir ta...
Charles Dickens’ın gölgesinde kalmış bir kadın: Öt...
Catherine Dickens bir yazar, aktris ve çok iyi bir aşçıydı ama bütün meziyetleri evliliği yüzünden g...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.