İstanbul, taşı da toprağı da altındır deyip tasını tarağını toplayıp da gelen taşralıya göre; hayatın daha kolay ve rahat sürdüğü, suyu/elektriği/ısınma imkanlarına sahip, aile bağlarını koparan, hafta sonlarını büyük alışveriş merkezlerine hapseden bir koca dünya.
Nasıl olmuşsa parayı bulmuş birilerine göre; geceyi gündüze, gündüzü geceye deviren, ışıltılı hayatların kucakladığı, günlerin boğaza nazır yalılarda yahut gökyüzüne kavuşan rezidanslarda dans ettiği, alkolün, uyuşturucunun ve daha bir dolu kafa yapıcıların el altında, cesurca dolaştığı bir küçük Amerika.
Hasbelkader çok daha eskilerden aile büyüklerinin büyük umutlarla gelip yerleştiği; kültürel mirasını terk etmiş, dilini, mutfağını, örf adetini çoktan unutmuş, zamana göre yeterli eğitime sahip, dünya görüşü olan memur/işçi ana babaların evladı olarak bu şehre doğan, kıt kanaat büyütülen ama ille de üniversite okutulan, hayat garantisi saydığı altın bileziğini gururla takan, insana hizmete adanmış, vatanını seven, bu uğurda verilen hayatların kıymetine sahip çıkma bilinciyle yetişen benim gibiler içinse; yorgunlukların, her tür hengamenin, koşturmaların, ekmek kavgasının, gidişlerin, bitişlerin, yozlaşan insan ilişkilerinin, emeği hiç etmenin, sonuna kadar sömürülmenin, infaz edilen adaletin, hak ihlallerinin, kendinden geçmiş tüm hallerin, kahkahalara karışan gözyaşının müsebbibi bir matrix oyunlar şehri.
Bu şehirde mutlu başlayan hayatlar yıkılıp, üzerine mutsuzluklar inşa edildi, en az çeyrek yüzyıldır.
İş- ev arasına sıkışan, sosyal hayata ekonomik de bedensel de gücü olmayan, yaşamaya çalışan, yaşadığını zanneden, ruhuna yitik bir neslin üyesiyim ben.
Bana da, benim gibilere de acıyorum artık! Kibrit kutusu misali kurduğum küçük dünyamda zorunlu haller dışında yalnız kalma isteğim de bundan ileri gelir. Ayakları yere basan bir adanmışlık hikayesi yazdım ellerimle, kendime. Yeni bir adanmışlık hikayesi yazmaya hevesli, üniversite eğitimin 6. sınıfına ayak basan bir evladım var. Pek ciddi sağlık sorunlarıma rağmen yıllardır evladımın eğitim ve gündelik giderleri için programlamak zorunda olduğum bir hayatı sürüyorum. İyi ki anneyim, elbette şikayetimin sebeb-i misali çok başka! Yaşama koşullarım, kim olduğumu ve ihtiyaçlarımı unutturmak suretiyle elimden aldı gülüşlerimi ve bu sistemin içinde iyice ezildim artık. İşte bu ağır...
Yaşım yarım yüzyıl kadar ve memur bir ailenin özverilerle okuttuğu 3 evladından büyük olanım ben. Zorluklarla dolu üniversite eğitimim sonrası, dolu dolu 27 yıllık çalışma hayatımın devamında da debeleniyorum hala. Çünkü dinlenmek, gezmek, eğlenmek lüksüne sahip olamayacak kadar az kazancım..
Ve bazen soruyorum kendime:
-Mutlu muyum, diye..
Yani Nazım’ın da Abidin Dino’dan çizmesini istediği mutluluğun resmi bu muydu yoksa?
Şimdilerde daha da eminim ki azı kalmış, çoğu adanmış bir hayat yolculuğum oldu benim. Yani yolumun çoğu mutluluktan geçmedi. Bu cümleyi okuyorsanız sizin de içinizden "Benim de" demenizi duyar gibiyim. Biliyorum ki, bu şanssızlıkta yalnız değilim.
Yaşım başım büyüdükçe, hak ettiklerime karşılık, elde ettiklerimi de sorgular oldum: Nasıl sahip olunduğu bilinmeyen son model jeeplerin amaçsız ve fütürsuz insanlarını, her türlü imkana sahip akranlarımı, dünya çapında tatil yapma imkanı olanları, baştan ayağa en pahalı markaları kuşananları...
Hepimiz vardık bu coğrafyada geçmişten bugüne. Tek eşitliğimizdi aynı havayı teneffüs etmek. Ve geç de olsa öğrendik ki doğduğumuz ev kaderdi ve tekrarı olmayan bir bitişti, dönüş bileti olmayan şu hayat...
Fotoğraf: Canva pro yapay zeka görsel oluşturma aracı
İlgili haberler
Sizce mutluluk nedir?
En çok kadınlar bilir mutluluğu da mutsuzluğu da. Biz de kadınlara sorduk mutluluğu?
İkinci şans
‘Aşındırmadığı hastane, umut ışığı aramadığı doktor kalmadı. ‘Kız çocuğuydum ne de olsa aynaya bakma...
Suat Derviş’le İstanbul’da bir gece
Kan için 5 lira bulmak savaşı ile milyoner düğününde yaşanan şatafat; karşıtların çatışmalı bir sarm...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.