Karine Tuil’in romanından uyarlanan ve ilk gösterimi 2021 Venedik Film Festivali’nde yapılan Yvan Attal’ın son filmi İnsani Şeyler (Les Choses Humaines) 41. İstanbul Film Festivali kapsamında ülkemizde de seyirciyle buluştu.
Bir sebepten İstanbul’da bulunmam ve boş olan birkaç saatimi festival filmlerinden birini izleyerek geçirmek istemem üzerine o saatlerdeki filmler için ufak bir araştırmaya giriştim. Çok fazla alternatifim yoktu ancak bir cinsel saldırı hikâyesi olduğunu okuduğum İnsani Şeyler’e de biraz mesafeliydim açıkçası. Öyle ya; klişe bir kadın hikâyesi olabilir, yanlış politik mesajlarıyla canımızı sıkabilirdi. Biraz da birlikte gideceğimiz arkadaşların motivasyonuyla iyi ki izlemişim dediğim bir filmi izlemiş oldum. Sonunda söyleyeceklerimi baştan söylemek pahasına şunu diyebilirim ki; baştan sona düşündüren, film boyunca birkaç kere fikir değiştireceğiniz ve sonunda izlediğiniz filmden memnun olarak çıkacağınız güzel bir film olmuş, denk gelirse kaçırmayın. Filmi sürprizini kaçırmadan aktarmaya çalışacağım, umarım başarabilirim.
Film, ünlü ve güçlü bir televizyoncu olan Alexandre’ın babasının alacağı onur ödülü törenine katılmak için birkaç günlüğüne Paris’e gelmesiyle başlıyor. Alex, Amerika’da Stanford Üniversitesinde eğitim alan, hangi ünlü Amerikan şirketinde çalışacağına henüz karar verememiş, “başarılı” bir genç. Yine tanınır bir feminist olan annesi ve babasının ayrılığından dolayı parçalanmış ailesiyle sorunları olan, kendinden büyük bir kadına âşık Alex’in gözünden izliyoruz filmin ilk bölümünü. Alex ve babası sınıf kinimizi bileyedursun, annenin katıldığı bir televizyon programında başka bir kadınla yaşadığı tartışma bizi de tam da memleketimizin de hâlihazırda gündeminde olan bir tartışmaya, göçmenlerin cinsel suçlardaki payına çekiveriyor. İki kadın arasındaki tartışmanın absürtlüğü suçun bireyselliğini düşündürtüyor. Yani cinsel suçlarda failin göçmen mi yerli mi olması neden önemli olsun ki? Peki, suç gerçekten bireysel mi? Film ilerleyen aşamalarda tekrar tartıştıracak bu soruyu bize.
DEĞİŞMEYEN YARGI EZİYETİ
Babası için Paris’e gelen Alex ünlü, zengin ve son derece yoğun olan televizyoncu babasıyla bir türlü görüşemeyince annesini ziyaret ediyor. Annesi, yeni sevgilisi ve sevgilisinin 17 yaşındaki lise öğrencisi kızı Mila’yla yaşıyor. Anne yemekten sonra Alex’in eski arkadaşlarıyla bir partiye katılacağını öğrenince muhtemelen ilişkilerini geliştirmek için Mila’nın da onunla gitmesini istiyor ve evden Mila ve Alex beraber çıkıyor. Ertesi sabah Mila aşırı dindar annesiyle beraber polise gidip Alex’ten bir önceki gece partide kendisine tecavüz ettiğine dair şikâyetçi oluyor. Bundan sonra 30 ay sürecek ve tüm taraflar için eziyete dönecek yargılama süreci başlıyor. Üstelik adli yargılama değil sadece, ünlü isimlerin işin içinde olması tüm kamuoyunu da yargılama sürecine katıyor.
Mila’nın gözünden izlediğimiz bu bölümde, zaten hayatı boyunca unutamayacağı şeyi ona yaşatanın cezasız kalmamasını istediği için Mila’ya yaşatılanlar biz kadınlar için çok tanıdık, öfkemi kontrol etmekte zorlandığım kısımlar da tam da buralar. Mila’nın yaşadığı korkunç şeyi defalarca teker teker annesine, polise, psikoloğa vs. diğerlerine anlatmak zorunda kalması, her anlattığında tekrar aynı acıyı yaşaması izleyenin de boğazında bir çift elle bu kısımları izlemesine neden oluyor. Ki hakkını yememek lazım en azından bizim memlekettekilerden daha anlayışlı polislere, ebeveynlere anlatmak zorunda kalıyor diye bir tık da olsa rahatlamıyor değil insan… Bu noktada annelerin olaya yaklaşımı da dikkat çekmeye değer. Mila’nın koyu dindar annesinin kızının en çok yanında olması gereken zamanda dini ayine gitmesi de şaşırtmıyor bizi, onları terk ettiği için Mila’nın babasını suçlaması da. Ancak Alex’in annesinin oğlunun asla böyle bir şey yapmayacağına dair reddedişinin sonrasında “Bir anne olarak kabul edemiyorum ancak bir kadın olarak oğlumun bu suçu işlediğini biliyorum” noktasına evirilmesi içimize su serpiyor.
YARIN DEĞİL HEMEN ŞİMDİ DEĞİŞMELİ
Cinsel suçlar özgünlüğü nedeniyle biraz karışıktır malum ve genelde rıza tartışması yapılır. Filmde de Alex’in kendini savunduğu tek nokta Mila’nın da rızası olduğu yönünde. İşin acı tarafı bunu salt kendini savunmak için söylemiyor oluşu. Olanların gerçekten Mila’nın rızasıyla yaşandığı konusunda çok emin. Yaşıyla, sınıfsal pozisyonuyla, karakteriyle Mila’nın üzerinde kurduğu tahakküme dair hiçbir fikri yok. “Hayır” dememenin, diyememenin rıza anlamına gelmeyebileceğine dair hiçbir algısı yok. Mila’yla gittiği partide kendi sınıfından arkadaşlarıyla “Herkes bu gece bir kızın iç çamaşırını getirecek” iddiasına girip alkol, uyuşturucu kullanımı derken oyunun kurbanı olarak Mila’yı seçiyor olması ve bunu Mila’ya da söyleyerek ona kendini aşağılanmış hissettirmesi dışında bir hatası olduğunu göremiyor. Mila’nın ne kadar korktuğunu, seksüel eylemlerin isteği dışında yaşandığını Alex de iddiayı başlatan arkadaşları da ancak yargılama sürecinde fark edebiliyorlar.
Filmin başarısı tam olarak da bu noktada aslında benim için. Sınıfsal tepkileri çok iyi vermesinde ve aslında yaşananların hiçbirinin toplumsal koşullanmaların dışında tek başlarına değerlendirilemeyeceğini düşündürmesinde... Alex’in Mila’ya yaşattıklarını görememesini sağlayan toplumsal koşullar yokmuşçasına Alex’e tek başına öfke duyamadım ve onun kişisel olarak cezalandırılmasının benim için yeterli olamayacağını fark ettim. Burada Alex’in iradesini yok sayan ve her şeyi içinde bulunduğu sınıfa havale eden bir noktadan bahsetmiyorum elbette ama filmin başında suçun bireyselliğini düşünürken geldiğim yerde Alex’e farkında bile olmadan suç işleten toplumsal koşulları görmezden gelemedim. Velhasıl; evet, her şey sınıfsal… Ancak bu lafı etmek de tek başına yetmiyor. Bir kez daha aynı noktaya geldim. Bizi etrafımızda olup bitenlere kör eden bu düzen değişmeli, hem de hemen. Yarın değil, şimdi. Ne kadınlar olarak ne de insanlık olarak daha güzel bir hayatı kurmanın başka yolu yok zira…
Görseller: Film fragmanı
İlgili haberler
Her karışı Bergen’lerle dolu ülkenin ikiyüzlü medy...
Medya failin neden yargılanmadığını, hâlâ konuşacak cesareti nereden aldığını, ülkenin her yerinin B...
Kraliçe Shakespeare: Zulme kalkan mı, zalim mi?
Tiyatro Nükte’nin oyuncu ve yönetmeni Özlem Özkoşar, Shakespeare’in 11 oyununu ve sonelerini süzerek...
MAID| Tırmanışı zor bir zirvenin bitmek bilmeyen t...
Maid, özgürlükler ülkesi(!) Amerika’da şiddetten kurtulmak isteyen yoksul ve güvencesiz kadınların s...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.