Temmuz'da zam şart: Kadın işçiler Şimşek programına karşı emeğin programını inşa etmeli
EMEP Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan ile Türkiye’de kadın emekçilerin iktidarın kurmaya çalıştığı cehennemden nasıl etkilendiğini ve nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiğini konuştuk.

Orta vadeli program, 12. kalkınma planı, tasarruf tedbirleri... İktidarın işçi ve emekçi kadınlar için reva gördüğü yaşam esneklik ve güvencesizlik kıskacında, şiddetle burun buruna evin ya da fabrikanın parmaklıkları ardında bir yaşam. Tüm bu tablonun yanı sıra iktidar günden güne maaşları eriyen emekçiye ara zam yok diyor. Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan ile Türkiye’de kadın emekçilerin iktidarın kurmaya çalıştığı ekonomik ve siyasi cehennemden nasıl etkilendiğini ve nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiğini konuştuk.

AKP’nin yeni mali politikaları ve “Şimşek programı” farklı düzenlemeler olarak önümüze geliyor. Özellikle gündemden düşmeyen “kamuda tasarruf” paketi kamu çalışanı kadınları nasıl etkileyecek?

Öncelikle bugün emekçi halkın sonuçlarını yaşamaya mahkum edildiği program, uygulayıcısı Maliye Bakanı ile birlikte anılsa da esas olarak sermayenin, tekellerin programıdır. Orta vadeli program, 12. kalkınma planı ve 2024 bütçesi birbirini tamamlayan, iktidarın tercihleriyle ekonomide yaşanan sorunların tüm faturasını emekçi halkın sırtına yükleyen bütünlüklü bir programdır. Bu program salt bir ekonomik program olma özelliği taşımıyor. Bunun siyasi yansımaları da olacaktır. Kamuda tasarruf tedbirleri de bu programın bir parçasıdır.

Tasarrufun kamuda ilk yönelimi, emekçilerin kazanımı olan servisler olmuştur. Makam araçları bir yanıyla tasarrufun dışında tutularak emekçilerin kullandığı ulaşım servisleri ilk hedef olmuştur. Bilindiği üzere kadın emekçiler için güvenli ulaşım önemlidir ve kadına yönelik şiddetin yoğunlaştığı bu dönemde kamu emekçisi kadınlar bu güvenli ulaşım hakkından mahrum edilmiş olacak. Tasarruf tedbirleri bir defa başladıktan sonra kamu kurumlarının tamamında, dolayısıyla sunulan kamu hizmetlerinde bunun sonuçları olacaktır. Kamu çalışanları ve özellikle sağlık emekçileri açısından öne çıkan 7/24 kreş talebi gibi “birincil” görülmeyen hizmetlerde kısıtlamalar, daralmalar yaşanabilecektir. Kaldı ki yeni personel alımında ve hizmet binası tahsislerinde tasarruf paketi kapsamında kısıtlamalara gidileceği de ilan edildi. Bu paket aynı zamanda kamu emekçileri açısından daha fazla çalışma saati, izin haklarının gasbı ve uzaktan çalışma ile kamu emekçilerinin yalnızlaştırılması ve örgütsüzleştirilmesi gibi adımların da atılmasını hedefliyor.

“Kamuda tasarruf” paketi sermaye ve iktidarın “acı reçete-kemer sıkma” politikalarında ısrarcı olduğunu da gösteriyor. Bu kemer sıkma politikaları, kamu hizmetlerinden yararlanmama kamu hizmetine erişmeye çalışan kadınları nasıl etkileyecek?

Öncelikle şunu söylemeliyim; doğal afetler, savaş ortamı, çatışmalı süreçler, göç hareketleri, ekonomik krizler gibi olumsuz koşulların en fazla etkilediği kesimler kadınlar, yaşlılar ve çocuklar oluyor. İktidarların bugüne kadar tasarruf ettiği ilk hizmetlerin; sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, sosyal hizmetler gibi kamu hizmetleri olduğu da tecrübe ile sabit. “Şimşek programı”nın da bundan farklı sonuçları olmaz diye düşünüyorum. Çünkü halkın aldığı hizmetler iktidarın tercihlerine göre ikincildir. Ön planda olan ise tekellerin, sermayenin kârları, çıkarlarıdır. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı yalanlasa da basına bazı 112 acil birimlerinin tasarruf uygulamaları nedeniyle kapanacağına dair bilgi düşmüştü. Bu durum, bugün için kapanma kararı yoksa bile tasarrufun nerelerden düşünüldüğüne dair ipucu vermesi bakımından bir veri oluşturuyor.


Gebze Belediyesi örneğinde olduğu gibi MEB’e bağlı olanlar dahil; kreşler, bakım merkezlerinin ücretlerinin 4-5 kat arttığına dair bilgiler geliyor. MEB’e bağlı kreş hizmetlerinin, engelli ve özel çocuk eğitimlerinin aşırı zamlar nedeniyle fiilen kısıtlanacağını öngörebiliriz mesela. Belediyelere ait; kadınlara, gençlere ve çocuklara yönelik hizmet merkezlerinin de tasarruf paketinden etkilenmesi çok mümkündür. Bir örnek de eğitimden. 2003-2023 arası örgün eğitim dışında kalan, açık lisede okuyan kız çocuklarının sayısı 187 bin 396’dan 934 bin 276’ya, yaklaşık 5 kat artmış. Bir de bugün ekonomik daralmanın ve tasarruf tedbirlerin gölgesinde bu verilere baksak 2023-2024 dönemi için çok çarpıcı sonuçlar ortaya çıkacaktır. Ama Milli Eğitim Bakanlığı Milletvekili Sevda Karaca’nın bu konudaki soru önergesine cevap verme gereği bile duymamıştır. Çünkü sonuçların ortaya çıkmasını istemiyorlar. Meclis gündemine de gelen “hayalet kız öğrenciler”den bahsediliyor mesela, kız çocukları eğitime resmen kayıtlı ama fiilen eğitim almıyorlar. Tarikatların, cemaatlerin denetiminde kız çocukları karanlığa mahkum ediliyor.

Bir yandan da “tasarruf” adı altında uygulanan politikalar kadınları şiddetten korumak için zaten almadığı önemleri daha da genişletecek. Sığınmaevleri burada önemli bir yerde duruyor. 2018 yılında 110 olan sığınmaevi sayısının 2024 yılı itibarıyla yalnızca 112 olduğunu biliyoruz. Tasarruf paketi, kadınları şiddetten korumak için atılmayan adımların yeni bahanesi olacak. Bu yetmezmiş gibi ne idüğü belirsiz HEGEM gibi vakıflarla Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının ortak projeleri örneğinde olduğu gibi ara buluculuk sistemiyle kadınları yaşadıkları şiddeti ve istemedikleri aile düzenine mecbur bırakma politikalarının kadınlar için yakıcı sonuçlarının olacağını söyleyebiliriz.

Özellikle işçi ve emekçi kadınlar açısından daha zor koşulların yaşanacağına dair bir çerçeve sundunuz. Enflasyon artışı, eriyen ücretler bir yana hükümet temmuz ayında asgari ücrete zam yapmayacağını da açıklamıştı. Peki, işçi ve emekçi kadınların çalışma ve yaşam koşulları nasıl, zam olmaması onları nasıl etkileyecek?

Ekonomik koşullar daraldıkça çalışma yaşamında da geriye gidişleri göreceğiz. Daha fazla kuralsızlık, esneklik, üretimde daralmalar, işten atmalar bu sürecin en belirgin gelişmeleridir. Patronlar, üretimde rekabet koşullarını güçlendirme adına daha çok teşvik ve ayrıcalıkların yanı sıra emek sömürüsünü katmerleştirecek kuralsızlık ve esnekliğe dair taleplerini de daha yüksek sesle dillendirir oldular.

İşten atmalarda ilk tercih kadın işçilerden yana olurken -bir paradoks gibi görünecek ama- evden üretim başta olmak üzere ucuz emek gücü olarak kadın emeğinin tercih edildiği ikili bir durum yaşanıyor. Kapitalistin ihtiyacına ve duruma göre ilk işten atılan kadın işçi olurken yine bu ihtiyaca göre tercih edilen ucuz emek gücü de kadınlar oluyor. Benzer bir durum göçmen işçiler için de geçerlidir.

Ekonomik koşulların ağırlaştığı dönemlerde toplumsal şiddetin artması gibi bir gerçekliği de yaşıyoruz. Dolayısıyla bu dönem, kadınlara yönelik şiddetin ve ayrımcılığın artacağını, eşitsizliğin daha da derinleşeceğini öngörüyoruz. Ayrıca artan yoksulluk, düşük ücretler ve satın alma gücündeki azalma ile gıda, temizlik, giyim gibi en temel tüketim mallarına bile ulaşımda sorun yaşandığını görüyoruz. Halktan “geçinemiyoruz” çığlıkları yükseliyor. Dolayısıyla iktidar her ne kadar “Temmuzda zam yok” dese de asgari ücretin 4 kişilik ailenin geçim koşulları dikkate alınarak yeniden düzenlenmesi, ücretlere ek zam, tüketim mallarına yönelik halkın alım gücü dikkate alınarak düzenlemeler yapılması, vergide adalet gereği servetten vergi alınması, dolaylı vergilerin kaldırılması gibi talepler bugünün acil talepleri gibi görünüyor. İşten atmaların yasaklanması, kayıt dışı çalışmanın engellenmesi, işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin alınması örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması gibi temel talepler de hâlâ acil ve güncel.

Anlattığınız çerçeveye istinaden önümüzdeki süreç yoksulluğun, sömürünün ve baskının da artacağı bir süreç olacak. Peki bu süreçte özellikle işçi ve emekçi kadınların birlikte mücadele etmesi ve örgütlenmesi açısından nasıl bir süreç olmalı?

Enflasyonla mücadele bahanesiyle “Temmuzda zam yok” diyenler aslında kadın işçileri, emekçileri daha fazla sömürüye, borçlanmaya mahkum etmeye çalışıyor. Kredilerde tahsil edilemeyen miktarın 200 milyar lirayı aşması gibi güncel verilere baktığımızda işçi ve emekçilerin nasıl bir borç batağının içinde olduğunu görüyoruz. Öte yandan iktidar sermayeye aktardığı neredeyse bedava kredilerle Türk lirasını değersizleştirmeye ve ekonominin dengesini bozmaya devam ediyor. Enflasyon artışının sebepleri alım gücü günden güne düşen işçi ve emekçilerin ücretleri değil, hükümetin sermayeye yarattığı sınırsız olanakların sonucudur. Eğer enflasyon düşürülecekse yükü emekçiler değil, sermaye üstlenmelidir.

Bu yüzden hakların ricayla, minnetle alınmayacağı açık. Sınıf mücadeleleri, toplumsal mücadeleler, kadın mücadelesi tarihinin deneyimleri, hakların nasıl kazanılacağını bize gösteriyor.

Bu nedenle işçi ve emekçi kadınların da birleşmekten, mücadele etmekten başka seçeneği yok. Bu örgütlenme ve mücadele araçları sendikalar, dernekler olabileceği gibi ücretlere ek zam platformları, her mahalleye ve iş yerine kreş birlikleri gibi dönemin özgünlüğüne göre oluşturulan mücadele araçları da olabilir. Elbette burada emek, meslek örgütleri ve sendikalara da büyük sorumluluk düşüyor.

Bugün işçi ve emekçilerin etrafında örgütlenebileceği en somut taleplerden biri temmuzda asgari ücret başta olmak üzere bütün ücretlere en az gerçek enflasyon oranında zam yapılmasıdır.

Bugün en acil ihtiyaç, sermayenin Şimşek programına karşı emeğin enflasyonla mücadele programını her yerde inşa etmektir.

Kadınlar açısından da ücret talebinin yanı sıra kreş, sığınmaevi gibi talepler etrafında da mücadeleyi büyütmek gerekir. Esnek, güvencesiz ve ucuza çalıştırılmaya karşı bütün kadınlar ses çıkarmalı, örgütlenmeli, içinde bulunduğu sendikayı harekete geçirmeli. Yani özetle kadınların bugüne kadar yaptığı gibi daha çok birleşme, daha çok mücadeleden başka yolu yok.

Fotoğraf: Canva Pro Kolaj