AKP’nin kadınlara vaadi: Gelecek vaadi ve güvencesizlik
Annelik görevi(!), ekonomik politikaların bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bunların karşılık bulabilmesi, kadının siyasal haklarına yönelik saldırıyı da zorunlu kılıyor.

Geçtiğimiz haftalarda hükümet ekonomiye dair yeni Orta Vadeli Planı’nı (OVP) açıkladı. OVP’nin açıklanmasıyla önümüzdeki dönem emekçilerin ve işçilerin hayatta kalma mücadelesi daha da zorlaşacak. OVP’den anladığımız üzere emekçi halkın sırtındaki vergi yükü artacak. OVP’de açıklanan enflasyon hedefleri gerçek enflasyonun çok çok altında, birçok ekonomistin ifade ettiği gibi ancak “sihirli bir değnek” ile gerçek kılınabilir. Halkın üzerindeki ekonomik baskıyı artıracak birçok uygulama yetmezmiş gibi bir de artık ücret zamları hedeflenen enflasyon üzerinden yapılacak. Devletin açıkladığı enflasyon gerçek enflasyonun yarısı kadarken bir de hedeflenen enflasyon üzerinden ücret artışı emekçilerin ücretlerinin neredeyse hayatta kalabildikleri bir düzeyde tutulmasının garantörü olacak. Halihazırda güvencesizlik, çok daha düşük ücretler ve korkunç çalışma koşullarıyla cebelleşen kadınlar, bu süreçten daha da yoksullaşarak çıkacak.

ESNEKLİK KADINLARA DEĞİL SÖMÜRÜYE

Önümüzdeki dönem, hükümetin açıkladığı Orta Vadeli Plan (OVP), neresinden tutarsak tutalım elimizde kalsa da kadınlar açısından farklı düzeylerde etkiye sahip olacak. Burada kadın, genç ve engellilerin çalışma hayatına katılabilmesini kolaylaştırmak adına yapıldığı söylenen bir esnek çalışma modelinin yaygınlaştırılacağı belirtiliyor. Kadınlar açısından duruma baktığımızda esnek çalışma daha önce de AKP’nin aile ve iş yaşantısının uzlaştırılması politikasıyla birlikte yaygınlaştırılmaya çalışılmıştı. Esnek çalışma modeli ile kadının daha fazla istihdama katıldığını söyleyerek iktidar hâlâ övünüyor. Ancak esnek çalışma kadınlar için çok daha düşük ücretler, çalışma koşullarının ağırlaşması anlamına geliyor. Çünkü kadın, ev içindeki angaryası devam ederken çalışma saatlerinde ve koşullarında hiç de belirleyici olmadığı bir işte, patronun ihtiyacı neyse ona göre var oluyor. Çalışmada esneklik aslında kadının kendi hayatını düzenlemesi açısından bir kolaylık değil, patrona kadının emeğini ne zaman, nerede ve nasıl koşullarda sömüreceğine dair bir esneklik sağlıyor.

EKONOMİ POLİTİKASI OLARAK KADINLARIN HAKLARINA SALDIRI

Buna ek olarak aile ve gençlik bankasından da bahsediliyor. Kadının aileyle bağı ve annelik görevi(!), ekonomik politikaların bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu ekonomik politikaların karşılık bulabilmesi ise kadının sosyal ve siyasal haklarına yönelik saldırıyla gerçekleşiyor. Keza, emekçi kadınlara OVP yoluyla ekonomik olarak bir saldırı düzenlenirken bir diğer taraftan siyasi saldırıların da ardı arkası kesilmiyor. Medeni Kanun’un hedefe alınması, hükümetin “yeni Anayasa” üzerine yürüttüğü kampanya gibi birçok tehditle karşı karşıya kadınlar. Üstelik tüm bu tehlikeler, iktidar kanadında o meşhur “kutsal aile”yi ve daha da önemlisi kadınları korumak için planlanan önlemlermiş gibi sunuluyor.

İktidar özellikle 2015 genel seçimleri sonrası yeni bir Anayasa talebini ilmek ilmek dokumaya başlamıştı. 2017 Anayasa Değişikliği referandumuyla Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, tek adam yönetimi olarak ifade ettiğimiz, bir yönetim biçimine sahip oldu. Tek adam yönetimi; emekçiler, kadınlar ve gençler için yaşanılamaz bir hayatın tuğlalarını döşemeye başlamıştı. Yasaklanan grevlerden kadınların şiddetten korunması ve ayrımcılığın engellenmesi için önemli bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması ve daha bir sürü uygulamaya tek adamın yaratmak istediği cehennemin unsurları tek tek uygulandı.

İKTİDARIN ANAYASASI KADINLARIN KABUSU

Geçtiğimiz sene de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüne yasal güvence çıkışı, tek adam yönetimine yeni Anayasa talebini gündem edebilmek için bir alan yarattı. Erdoğan deyim yerindeyse el artırarak “başörtüsüne anayasal güvence sağlanmalı” söylemini vurguladı. Tek adam yönetimi Anayasa’nın 24. ve 41. maddelerindeki değişikliği 9 Aralık’ta Meclis komisyonuna sundu. 24. maddedeki değişiklik başörtülü kadınlara karşı ayrımcılığı önlemek üzerine önerildi. Halbuki kamu alanında çalışan ya da kamudan hizmet alan kadınların böyle bir talebi olmaması bir yana dursun, yapılan düzenlemenin sadece kadınlar hedef alınarak yapılması ve belli bir dini inancın korunması ile kadınların kamusal alanda eşit bir şekilde var olabilmesinin önünde büyük bir engel oluşturacaktı. 41. maddedeki değişiklikte ise ailenin kadın ve erkekten oluştuğu güncellemesi LGBTİ’lerin varlığına ve birlikteliklerine yönelik nefretin anayasal bir karakter kazanmasına yol açacaktı.

Tek adam yönetimi sadece Anayasa değişikliği teklifiyle de sınırlı kalmadı. Daha da ileri giderek “yeni ve sivil” bir anayasa çağrısını yoğunlaştırdı. Burada Erdoğan’ın da meseleyi gündem eden kabine üyeleri, iktidar yanlısı medyanın da ana odağı Anayasa’nın bir darbe anayasası olması idi. Darbe döneminin burjuvazisinin ihtiyaçları için oranın en vahşi güçleri tarafından hazırlanan bir anayasa tek adamın istediği gibi bir Türkiye için yeterli gelmiyor, kadınların toplumsal varlığını daha da geriletecek, emekçilerin kanını daha da fazla emecek bir anayasaya ihtiyaç duyuyor.

AYRIMCILIK DEVLET ELİYLE GÜÇLENİYOR
Yalnızca yeni Anayasa açısından değil, kadınların hayatlarına dair çeşitli yasal düzenlemeler sürekli tartışılageldi. Medeni Kanun’da planlanan değişiklik iktidar kanadının ağzından düşmek bilmedi. Türkiye’de zaten çoğunlukla ödenmeyen ve takip edilmeyen, ortalama 300-400 lira arasında değişen nafaka tutarı bir anda erkekleri mağdur etmeye başladı, nafaka mağdurları denen bir grup ortaya çıkartıldı. Eski Aile Bakanı süresiz nafakayı hedefe alan açıklamalarda bulundu. Göreve geldikten sonra ilk kez Ankara gazetecileriyle bir araya gelen yeni Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş da “6284 bizim önemli bir kanunumuz. Diğer yandan karardan kaynaklı bazı mağduriyetler doğuyorsa bunları ele almak lazım. Ben süresiz nafaka konusunu da önemsiyorum. Bazı insanlar 1990’lı yıllarda evlenmiş. Süresiz nafaka ödemek gibi uygulama kabul edilebilir olamaz. Süresiz nafaka, adil bir durum değil” demişti.
Yine Aile Bakanlığının çağrısıyla yangından mal kaçırırmışçasına düzenlenen Aile Çalıştaylarında kadınların çalışma hakkı, boşanma hakkı devletin eliyle hedef gösterildi. Aileyi oluşturan kadın ve çocukların güvenliği ve iyi halinden ziyade ailenin kendisinin kadının canı pahasına korunması temel alındı.
Çalışmak ve toplumsal hayatın bir parçası olmak “kadınların fıtratına uygun değil, onun yeri ailedir, evdir” propagandası devlet eliyle güçlendiriliyor. Tabii bu propaganda sadece çalıştaylarda değil, kadınların yoksullaştıkça yardımına muhtaç olduğu -daha doğrusu yardımına mecbur bırakıldığı- tarikatlarda, dinci bir ideolojinin her geçen gün ele geçirdiği eğitimde yeniden yeniden üretiliyor. Bugün geldiğimiz durumda ise bunların sadece söylemsel olarak yeniden üretilmesi yetmiyor, artık kadınların ezilmesinin toplumsal hayatta dayandığı “resmi” bir dayanağa ihtiyacı var.


İKTİDARIN SINIFSAL TERCİHİ GERİCİLİK
Tek Adam yönetiminin hayatın her alanını gericileştirme hamlesi önümüzdeki süreçte de hızla devam edecek. Yeni Anayasa tartışmasının kadınlar açısından sonuçları, bahsettiğimizden çok daha vahim olma olasılığı taşıyor. İstanbul Sözleşmesi, 6284, nafaka derken tehlike çığ gibi büyüyor, öyle ki kadının çalışması, topluma karışması iktidar yanlısı örgütler, kadınların kamusal alandaki görünürlüğünü kadını “dejenerasyona uğratan” ve “yoldan çıkarıp ucuz bir mal gibi piyasaya sürerek kullanılan” bir şeye dönüştürüyor. Kadının birincil görevinin ailenin yapı taşı olması, anne olması düşüncesi kadınlara yönelik planlanan uygulamalara, politikalara her geçen gün daha fazla yansıyor.
Peki ifade edildiği gibi, iktidarın hedefi kadınları kamusal alandan tamamen soyutlayarak sadece annelik görevini yerine getirmesini mi garanti altına almaktır? Tek Adam’ın kadınlar üzerinden örgütlediği gericilik sadece ve sadece aileyi güçlendirmek üzerine midir? Olayın bir yüzü o evet. Sonuçta iktidarlar aileyi ve nihayetinde toplumu kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirirken, kadınlar üzerine politikalarını da bunun bir aracı olarak kullanıyor. Hem yeni işçilerin doğmasını bu şekilde her koşulda çalışabilecek genç işçi nüfusunu garanti altına alıyor hem de ideolojik olarak ailede iktidarın kendi düşüncesinin yeniden üretilmesini sağlıyor. Bununla da kalmıyor. Özellikle 80’lerden sonra halkın geniş kesimlerinin çeşitli bakım, sağlık gibi kamusal haklarının elinden alınması, işçi sınıfının kazandığı ekonomik haklarının birçoğunun törpülenmesi işçilerin yeniden üretimi sürecinin büyük çoğunlukla aile eksenli karşılanmasıyla sonuçlandı.
Ne demek istiyoruz? Çocuğun eğitiminden, gelişiminden, yaşlıların bakımına, beslenme ihtiyacı ve diğer birçok ihtiyaç “fedakar anne” olarak kutsallaştırılan kadın üzerinden aile içinde karşılanıyor. Devletin doğrudan halktan sağladığı tüm kaynakları onlara kamusal hizmet sağlamaktan ziyade sermaye yatırımlarına teşvik olarak ayırarak sermayeyi güçlendirmesi kadınların bahsedilen görevler(!) içinde daha fazla boğulmasına neden oluyor. Halkın kendi vergisiyle alabileceği hizmeti sermayeye peşkeş çeken iktidarın bu tutumunu gölgelemek adına da aile ve fedakar anne rolüne oldukça önem atfediliyor, kadınların aile ile olan bağı birincilmiş gibi gösteriliyor.
Daha fazla evlilik, heteroseksizmin dayatılması hem borçlanmayla hem de ailenin kurulmasıyla sermayenin önümüzdeki yıllardaki devamlılığını garanti altına alıyor. Kadın istihdamının esnek çalışma yoluyla “artırılması” üzerine senelerce yürütülen tartışmalar, aile vurgusu güçlendikçe kadınlar hak kaybettiği, kadın emeğinin tamamen piyasadan çekilmediği ama güvencesizleşerek istendiğinde sermayenin hizmetine sunulduğu, ihtiyaç görülmediğinde yeniden geri çağrıldığı bir durum yaratıyor. Bunun yanı sıra kadınların politik ve sosyal haklarını hedef alan ve ayrımcılığı körükleyen söylemler ve politikalar öyle bir etki düzeyine geliyor ki fabrikalarda sendikalaşmak isteyen kadın işçiler eşlerine şikayet edilmekle tehdit ediliyor. Sermaye ve onun iktidarları için kadınlar, insan haklarından tamamen mahrum, toplumdaki en geri konumdaki varlıklarını sürdürdükleri sürece makbul oluyor. Bu yüzden hem yasal düzlemde hem de toplumsal yaşamda sürdürülen bu politikalar, salt bir muhafazakârlıktan değil doğrudan Türkiye’deki patronların ihtiyaçlarına göre biçim alıyor.
BU BELAYA KARŞI YANINDAKİNE TUTUN!

Yeni Anayasa tartışması, yasal düzeyde kadınların aleyhine olan her değişiklik ve işçi sınıfının kaybettiği her hak birbirine bu şekilde göbekten bağlanıyor. Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde kapitalizm kendisini yeniden üretebilmek için kadını aileye bağlamanın, kadınlara yönelik politika ile gericiliği örgütlemenin zorunluluğunu duyuyor. Kadınlar için çocuğunun beslenme derdi, ödediği ya da ödeyemediği kira, alamadığı ücret, yapamadığı konserve, gördüğü şiddet yani hayatını çekilmez kılan her şey, karşısındaki örgütlü sermaye gücünün etkisinde gerçekleşiyor. Bu örgütlü bela hayatın dört bir yanını kuşatırken kadınların elinde kalan tek şey; çocuğunun sınıfındaki diğer çocukların anneleriyle, fabrikasındaki iş arkadaşıyla, mahallesindeki komşusuyla aynı derdi paylaştığı, aynı cehennemi yaşadığı kadınlarla bu cehennemi yıkmak için birleşmesidir. Çocuğunun beslenme hakkı için de kendi çıkarlarını yansıtan kendisinin yaptığı bir Anayasa için de...

Görseller: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
OVP'nin kadın yüzü: Güvencesiz çalışma, derinleşen...

Türkiye'nin önümüzdeki üç yıla dair ekonomik hedeflerinin yer aldığı Orta Vadeli Programın kadınlara...

Bize neden sürekli doğurun buyuruyorlar?

Hesap belli; bir işçi ailesinin sadece kendi üyelerinin, yani anne babanın yerine geçecek kadar işçi...

Aile nasıl kutsal oldu?

Kadınlık, annelik, aile… Hep mi böyleydi? Anneler gününe özel bir sorumuz olsun bu soru. Cevabını da...