25 Kasım’a giderken: Kadınlar emperyalizmin ve savaşın karşısında
Dünyada bu tabloyla ilerliyoruz 25 Kasım’a. Bir yandan dünyada halkları sarıp sarmalayan yoksulluk, onun peşinden yükselen savaş ve eşitsizlik ve bunları doğurduğu haddi hesabı olmayan şiddet türleri.

Bu yazıyı yazmaya başlarken İsrail’in Filistin’e karşı 26 gündür sürdürdüğü saldırıların boyutu ve sonucunda 8 bin 796 Filistinli öldürüldüğü basına yansıyor. Bunlardan 3 bin 648’i çocuk, 2 bin 290’ı ise kadın. Tahribatın boyutunu görmek için şöyle bir veri daha paylaşılabilir. Gazze’de bir saatte ortalama 42 bomba düşüyor, 12 bina yıkılıyor, 6’sı çocuk 15 kişi öldürülüyor ve 35 kişi yaralanıyor.

Bu rakamların katbekatı yıllardır tarihsel hafızamızda yer ediyor. İsrail’in Gazze’ye saldırısı katliamın sınır tanımadığı bir aşamaya doğru yükseldi ve günden güne yeni boyutlarını tartışır hale geldik. Gazze’de su ve elektrik yok. Hastaneler, okullar, camiler, fırınlar ve mülteci kampları bombalanıyor, kiliselere sığınmış çocuklar ve kadınlar öldürülüyor. İsrail bu yerleri hedefe alırken kimi planları da gözetiyor, fırınları bombalarken halkı aç bırakıp göçe mecbur bırakması gibi. Filistin’de sosyal yaşamı ve ihtiyaç duyulan her türlü yerleşim yerlerini yok ederek yaşanamaz hale getirirken uzun vadede de yeniden yapılaşmanın önüne geçiyor.

Gazze’de süren katliam ve Batı Şeria’da artan baskının boyutları günden güne vahimleşiyor. Kısacası Filistin’de soykırım var. Bu sürecin çok tartışmalı olması, bir yandan da katliam devam ederken tartışmalarla yansıyan “önce Hamas saldırdı” argümanı, uzun yıllara dayanan tartışmaları perdeleme çabasının bir ürünüydü.

Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı saldırı sonucu çıkan görüntüler ve kadınların bedeni üzerinden kurulan “savaş ganimeti” yaklaşımı elbet kınanmalı. Ne Filistinli kadınlara ve kız çocuklarına İsrail askerlerinin yıllardır uyguladığı taciz ve tecavüzlere ne de kaçırılan İsrailli kadınlara yönelik tecavüzlere sessiz kalamayız. Ki bunun kendi bile savaşların ürettiği sonuçlardan biri. Yani bu süreçlerde savaşların bir parçası haline gelen kadınların bedeni ve bedenlerin ilişkilendiği “toprak ve mülkiyet” meselesi. Ancak 1948’den bu yana İsrail’in günden güne sınır tanımayan saldırılarını bir kenara bırakarak bu sürece dair bir okuma yapmak eksik olur.

YILLARA DAYANAN İSRAİL İŞGALİ

Tarihsel sürçte İsrail-Filistin meselesine bakmak gerekirse, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Doğu Akdeniz’de çeşitli rezervler ve emperyalist çıkarlar için Filistin hem iklimsel olarak hem konum olarak stratejikti. 1948’de İsrail devletinin kurulmasından 1 yıl önce Birleşmiş Milletler tarafından önerilen ve bölgeyi bir Yahudi devleti ve ayrı bir Filistin devleti olarak bölmeyi öngören plan daha öncelere dayanan çatışma sürecini çözmediği gibi derinleştirdi. ABD’nin İsrail’i bölge karakolu gibi şekillendirmek istemesi ve ABD’nin çıkarlarıyla çatışan diğer emperyalist ülkeler bu çatışma halini günden güne besledi. 1967 savaşıyla İsrail, Batı Şeria ve Doğu Kudüs olmak üzere işgal ettiği toprakları genişletti.

İsrail işgali ve saldırıları milyonlarca Filistinlinin topraklarından sürülmesi, on binlercesinin katledilmesine neden oldu. Birçok mülteci kampına da saldıran İsrail bugün olduğu gibi o dönemde Filistin’de ve Lübnan’daki mülteci kamplarında binlerce kişiyi öldürüldü. İşgal süreci boyunca fiziksel ve psikolojik tahribat bir yana birçok kadın mülteci kamplarında kalmaya mecbur bırakıldı veya Filistin’i terk etti. Bazı kadınlar ise mücadelenin doğrudan bir parçası oldu.

HALKLAR VE DEVLETLER KARŞI KARŞIYA

Yıllardır süren bu keşmekeş sonucunda Filistin halkına uygulanan sistematik saldırılar dünyada halk ve devletler arasında farklı söylemleri ve tutumları ortaya koydu.

İsrail’in Filistin’e yönelik son saldırılarının ardından dünya halkları Filistin için sokağa çıktı. Türkiye’de, Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de, Yunanistan’da, ABD’de ve dünyanın birçok yerinde halk İsrail’e “Katliamı durdur” demek için sokağa çıktı. Fransa gibi ülkelerde halkın ağır polis şiddetiyle baskılanması, Türkiye gibi ülkelerde ise mitinglerle, eylemlerle Filistin halkının direnişine selam gönderildi.

İsrail’de kadınların Filistin ile dayanışma sesleri yükselirken Belçika gibi bazı ülkelerde işçiler ve emekçiler “İsrail için üretim yapmıyoruz” dedi. Ancak halklar arasındaki söylemler farklı tartışmalar da yarattı. Kimi yerde Filistin için “mazlum” sıfatına sıkıştırılan indirgemeci tarifler kullanılırken kimi yerde ise Filistin’deki tarihsel mücadele hatırlatıldı. İsrail saldırılarının peyderpey devam etmesi devletler arasında farklı söylemleri ve tutum değişikliğini de ortaya serdi.

EMPERYELİST PAYALAŞIM VE İŞ BİRLİKLERİ

Bu tartışmaları sadece “İsrail ve ona yardımcı olan emperyalist ülkeler” şeklinde formüle etmemiz eksik olur. İsrail ve onun emperyalist iş birlikçileri, karşısında olan Rusya ve Çin gibi emperyalist ülkeler, onlara bağımlı kapitalist ülkeler halklara ne dayatıyor? İşte bu sorunun yanıtını bulmak için ölüm-kalım arasına sıkışmış hayatlara, Filistin’de süren işgal ve savaş sürecine geniş açıdan bakmak dünyada olup biteni de irdelememize yardımcı olabilir.

Dünyada kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu yüz yıllar boyunca kapitalizmin tekelleştiği emperyalist devletler dünyayı aralarında paylaştı. Bu paylaşım kimi krizler ve güç ilişkilerinin değişmesi sonucu değişkenlik gösterdi. Bu emperyalist ülkeler ve onlara bağımlı olan kapitalist ülkeler bugüne kadar dünyayı yeniden paylaşmak için iki kez dünyada savaşları örgütledi. Bu paylaşım ve güç dengesi uğruna milyonlar hayatını kaybetti.

Şimdi ise son birkaç yıldır Ortadoğu’da -Irak’ta, Suriye’de, Azerbaycan’da- süren savaş süreci nitekim Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla Avrupa’nın göbeğine kadar çekildi. Emperyalist ülkeler bu süreçte çekişmelerini yeniden şiddetlendirerek dünyayı yeni bir savaş felaketine sürüklüyorlar.

DÜNYADA DENGELER, ŞER İTTİFAKLARI
Dünyayı yeniden paylaşmaya çalışan bir tarafta ABD-AB devletleri diğer yanda da Çin-Rusya. Ukrayna’da süren savaş, Suriye’de yaşananlar, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları, Azerbaycan’da ortaya çıkan yeni dengeler dünyadaki sürecin parçaları.
ABD ve AB’nin koşulsuz şartsız İsrail’in sırtını sıvazlaması, öte yandan Çin ve Rusya emperyalizmine bağlı İran rejimi ve onun ürettiği radikal İslamcı örgütler- Lübnan Hizbullah’ı gibi- Hamas’ın üzerinden kendi çıkarları ve payları için canla başla bu sürece müdahil olmaya çalışıyorlar. Buraları biraz açmak gerekirse; ABD’de Trump zamanından bu yana sık sık gündeme gelen “Ortadoğu NATO’su” ve ABD’nin kimi girişimleriyle bölgedeki Arap devletlerini bayrağının altında toplamaya çalışırken “İslami terörizmin kökünü kazıyacağız” söylemleriyle kimi ülkelere göz dağı verip kendi bayrağının altına çekmeye çalıştı. Buna halk nezdinde bir kılıf bulması gerekiyordu. Bir örnek vermek gerekirse Sudi Arabistan ile kurulan ilişkiler sonucu kadınlar uzun yıllar sonra araba kullanma imtiyazı elde etti. “Ah ne güzel ABD yine demokrasi elçisi oldu” diyen kesim elbet bu pay ve çıkar ilişkilerinin görünen yüzünü inceledi. Bu iş birliğinin Suudi Arabistan’da ve bölgedeki kadınlara nasıl sonuçlar yaşatacağına dair yazan çizen pek olmadı. AB ise yine aynı biçimde kendi içerisinde farklı çıkar ilişkileri yüzünden farklı tutumları zaman içerisinde gösterse de Batılı iş birlikçisi ABD’nin sırtını sıvazladı.
OLAN YİNE KADINLARA OLDU

Bu süreçte Rusya ve Çin ise dünyadaki paylarını günden güne büyütmek için yapmadıkları siyaset kalmadı. Bu bloğun en önemli iş birlikçisi ise İran rejimi oldu. İran rejimi 1979’dan bu yana bölgede Lübnan Hizbullah’ı dahil birçok radikal İslamcı örgütün bizzat kurucusu oldu. Hatta Hamas’ın şekilleniş biçiminde önemli görevler ve roller üslendi. Bu süreçte en çok bedel ödeyen de kadınlar oldu. Suriye’deki savaştan tutalım da Taliban’ın Afganistan’ı işgal ettikten sonra yaşadıkları büyük tahribata kadar. Güncel koşullar ve Filistin meselesi ise işte tam bu politikalar sonucu farklı tartışmaları ve tutumları ortaya çıkardı.

‘NE ŞİŞ YANSIN NE KEBAP’

Türkiye ise yine “Ne şiş yansın ne kebap” politikasıyla kimi zaman “ümmete hamaset” çağrıları yaparken kendi menfaatleri ve ticari ilişkileri gereği İsrail ile üretim ilişkilerini veya silah alışverişini kesmedi. “Ey İsrail…” diye başlayan cümleler hep cümlede kaldı, iktidar ve desteklediği tarikatlar ve cemaatler bu savaşta kendi ekmeklerine yağ sürmeye çalışarak kendi kitlesini duygusal olarak “Gazze’de cihada varız” dedirten noktaya getirdi. Hemen hemen bölgedeki bütün radikal İslamcı güçler kendi tabanına “Ümmet için savaşa gidelim” çağrıları yaptı. Bu çağrılar aslında şu anlama geliyordu: Paylaşım savaşında kendi çıkarlarımız uğruna halkı siper edip din ve ümmet adına canlarını pazarlık malzemesi haline getirelim.

Yine bu sürecin yaşanmasının her açıdan en büyük tahribatı kadınlara olacağını biliyoruz. Neden mi? “Asker yolu” bekleyenler, savaştan hiçbir kârı olamayan kadınlara yüklenen yeni vazifeler, roller ve istekler, duygusal olarak yaşanan travmalar ve hayatın yükünü tek taşımak zorunda kalmaları...

Fotoğraf: Pixabay

25 KASIM’A GİDERKEN, BİRLEŞİK MÜCADELE CEPHESİ ACİL İHTİYAÇ
İşte dünyada bu tabloyla ilerliyoruz 25 Kasım’a. Bir yandan dünyada halkları sarıp sarmalayan yoksulluk, onun peşinden yükselen savaş ve eşitsizlik ve bunları doğurduğu haddi hesabı olmayan şiddet türleri. Nitekim İsrail’in Filistin’de hastane, okul ve mülteci kamplarını bombalaması gibi savaş suçları işlendi. Gözü dönmüş sermaye güçleri kendi yarattıkları eşitsiz dünyanın kurallarına bile riayet etmeyen yeni bir süreci örüyorlar. Savaşlarda kadınların yaşadığı bütün o dehşet verici olayların yanı sıra kendi ülkelerinde bu süreçlerin beslediği kapitalist düzenin bir parçası olan ataerkillik ile de mücadele etmeye çalışıyorlar.
Bu tabloda biz kadınlara düşenin ne olduğuna gelirsek, gerçek bir birleşik mücadele cephesini güçlendirmek bu soruya yanıt olabilir. Nasıl mı? Yaşadığımız alandan başlayarak. Türkiye’de, “Devlet, İsrail’le yapılan bütün anlaşmaları iptal etsin. Sınır ötesi operasyonlar durdurulsun” diyerek mücadeleyi büyütmek. İran’da kadınlar rejime karşı mücadele ederken bir yandan “İran rejimi elini Ortadoğu’dan çek” deyip Batı emperyalizmine yedeklenmeyerek. Fransa’da, Almanya’da, katil İsrail devletinin yanında yer alan devletlerin karşısında dikilip, işçi ve emekçilerin “İsrail için üretim yapmıyoruz” demesiyle Filistin halkının direnişinin yanında durarak.
Tüm dünyada emperyalizmin birleşik cephesi olan NATO’ya karşı ses çıkararak. “Halklar kendi geleceklerine kendi karar versin” sözünü güçlendirerek. İşte bu mücadele hattı tüm dünyada biz kadınları birbirine bağlayan, eşitsizliği ve onun doğurduğu şiddetin kökünü kazan bir yerde duracaktır.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Umudunu kaybettiğinde bu kalabalığı hatırla

25 Kasım’da dünyanın dört bir yanındaki kadınlarla sesimiz bir olacak ve yaşadığımız sorunlar karşıs...

Yoksulluğa, şiddete, savaşa karşı mücadelemiz var!

Yaşamak için, eşitlik için, şiddetsiz bir yaşam için müttefiklerimiz var.

İşçi kadınların 25 Kasım mesajları

25 Kasım yaklaşırken işçi ve emekçi kadınlar sorunlarını anlatarak hangi taleplerle 25 Kasım’a hazır...