Dalağının acısından bir adım daha atamaz hale gelince aniden durdu. Kesik kesik ve hızlı solumasını ve buna uyumlu delicesine atan kalp çarpıntısını kontrol edebilmek için önce nefesini iki saniyeliğine tuttu ve ardından burnundan derin bir nefes alıp dudaklarından ısınmış bir şekilde soğuk havaya saldı. Hemen yanında durduğu duvara bir adım daha yaklaşıp sol avucuyla duvara dayandı. Sanki saatlerdir koşuyormuşçasına tüm bedeninde ağrı hissediyordu. Koşuyordu ama nereye? Bakışlarını etrafta gezdirip nerede olduğunu anlar anlamaz yanından geçen ilk kişiyi durdurdu.
— Telefonunuzu kullanabilir miyim?
Otuzlu yaşlarında, uzun boylu ve kaşları çatık adam ilk olarak garipser bakışlarla baktı ona ama daha sonra bitap düşmüş görüntüsüne acımış olacak ki cebinden çıkardığı telefonu başıyla “Buyur” dercesine işaret ederek eline uzattı. Hızla telefonu kapıp numaraları çevirdi ama uzun uzun telefonu çaldırmasına rağmen telefonu açan olmadı.
— Bir numara daha arayabilir miyim?
— Tabii!
Bu defa başka bir numarayı çevirdi ve ikinci çalışında telefonun arkasındaki ses “Alo!” dedi.
— Arif ben Zehra, evden kaçtım. Yani dayım beni çok dövdü. Başıma tabanca kabzasıyla vurdu. Ben de kaçtım. Şimdi Et ve Balık Kurumunun önündeyim. Ne olursun gel beni al, gidecek hiçbir yerim yok!
Telefonun ardındaki ses cevap verdikten sonra telefonu kapattı. Arif’e olanları anlatırken ağlamaya başlamıştı. Ağlayarak telefonu adama uzattı. Adam sanki yardım ettiğine pişman olmuşçasına hırsla çekip aldı telefonu ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Adam uzaklaşırken Zehra da gözyaşlarını sağ elinin sırtıyla silip az önce dayandığı duvarın önüne çöktü. Caddeden tek tük arabalar ve insanlar geçiyordu. Gözlerini karşısındaki kaldırımın ucuna dikip günlerdir yaşananları düşünmeye başladı. Kendini beş gündür ahıra kapatılmış bir inek gibi hissediyordu. Çok dövülmüş, vücudunda sigara söndürülüp defalarca çatal batırılmış sonra da günlerce kilit altında tutulmuş bir inek… Oysa ineklerin cep telefonuna ihtiyacı olmazdı ama on sekiz yaşında bir kadının telefona ihtiyacı olabilirdi. “Babam olsaydı dayım beni dövemezdi, hatta o zaman dayımda bile kalmaz kendi evimizde yaşardık.” diye aklından geçirirken bir çift siyah botun önünde belirmesiyle düşünceleri gözünü diktiği kaldırımın ucunda kaldı. Başını kaldırıp Arif’in bakışlarıyla karşı karşıya kalınca tekrar ağlamaya başladı. Arif sakince kolundan tutup onu ayağa kaldırdı.
— Zehra ne oldu? Neden kaçtın evden?
— Önce Elif’i arayalım. Ben senden önce onu aradım ama ulaşamadım. Beni ona götür.
Arif montunun cebinden telefonu çıkarıp Elif’i aradı. Bunu yaparken Elif’in evine gitmek için dolmuşun geçtiği yöne doğru yürümeye de başlamışlardı.
— Alo Elif! Neredesin? Biz yani Zehra ile ben senin evine doğru geliyoruz. Gelince anlatırız.
Ne yürüdükleri sırada ne de dolmuşa binerken Arif Zehra’ya soru sormadı. Zehra da ağzını yorgan iğnesi ve kalın iplikle dikmişlercesine dudaklarını bile kıpırdatmıyordu. Yüzünde yalnızca göz kapakları ve burun kanatları ağır ağır oynuyordu. Ama kafasının içi, ah keşke görebilselerdi zihninden büyük hareketlerle geçenleri... Elif’in evinin yakınlarında dolmuştan indiler. Arif acele etmiyor ve adımlarını Zehra’nın adımlarına uydurmaya çalışıyordu. Boyası artık solmaya yüz tutmuş yedi katlı apartmanın kapısından girip merdivenlerle birinci kata çıktılar. Kapıyı onlara tepesinde topladığı saçı ve kırmızı pijamalarıyla Elif açtı. Açar açmaz da gürültülü bir iç geçirip kısık bir sesle Zehra’ya “Ne oldu sana böyle?” dedi. Zehra ayakkabılarını kapı eşiğinde çıkarırken Elif’in sorusuyla yeniden ağlamaya başladı. Kapı eşiğinden geçer geçmez de Elif’e sarılıp bir süre öyle kaldı. Elif omzunda küçük bir ıslaklık hisseti ama tek kelime daha etmedi. Bir süre sonra Zehra ondan ayrılınca yine aynı kısık sesle ve uyarırcasına “Annem evde” dedi. Elif onları mutfağa bırakıp oturma odasına annesinin yanına geçti ama çok sürmeden o da mutfağa gelip sandalyelerden birine çöktü. Bu defa kimsenin soru sormasına fırsat vermeden Zehra anlatmaya başladı.
— Beş gün önce kız kardeşim aldığım telefonu bulmuş, bulur bulmaz da benim olduğunu söyleyerek dayıma vermiş. Yılan kılıklı, bir de kız kardeş olacak! Dayım, tabii durur mu? Telefon elinde, birer bite benzeyen kara gözlerinden öfke saçarak odaya daldı. Telefonun benim olmadığını söyledim ama inanmadı bir tokat yapıştırdı. Ben yere yığılınca da üstüme abanıp diğer elindeki sigarasını elime ve koluma bastı. Acıdan baygın düşmüşken tekrar irkildim. Masanın üstündeki çatalı almış diğer kolama batırıp duruyordu. Karşı koymaya çalışınca daha çok çıldırdı. “Ben sana bu telefonla erkeklerle fingirdemek neymiş gösteririm. Baban terörist oldu sen de orospu mu olacaksın?” diye bağırıp odadan çıktı ama hemen geri döndü. Telefon olan elinde şimdi tabancası vardı. Yerimden kalkıp kapıdan fırlamak istedim ama sanki beni kayışlarla olduğum yere bağlamışlardı, yerimden kıpırdayamadım. Küfürler ederek üstüme yürüdü. Tabancanın kabzasıyla başıma kaç kez vurdu hatırlamıyorum. Yengemin “Yeter! Bu öksüz için elini kana mı bulayacaksın!” diyen sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Kendime geldiğimde odanın kapısı kilitliydi. Telefonumun hattı bile yok. Babama ve bana öyle şeyler söylemeye hakkı yoktu. Ama babam tutuklu olmasa, bizimle olsa bunların hiçbiri olmayacaktı.
Zehra hem ağlayıp hem anlatıyordu. Arif sinirden tırnaklarını avucuna geçirmiş, Elif ise gözleri dolmuş öylece Zehra’nın anlattıklarını dinliyordu. O şekilde saatlerce mutfakta kaldılar. Onlar otururken Elif’in annesinin gölgesi ara ara mutfak kapısının önüne düşüyor sonra yeniden kayboluyordu. Elif annesinin Zehra’nın anlattığı her şeyi duyduğundan emindi ve annesinin bir şekilde Zehra’yı geri evine göndermek isteyeceğini de biliyordu. Yine de o Zehra’nın arkasında durmalıydı. Elif’in tahmin ettiği gibi de oldu çünkü annesi o akşam Zehra’nın ailesinin sorun çıkaracağını ve onun bu evde uzun süre kalamayacağını Elif’e anlattı. Elif ikna olmuyordu, üç akşam bu tartışma sessizce yatak odasında sürdü. Zehra, Elif’in odasında anne ve kızının tartışmasını duymasa da onun yüzünden sessizce tartıştıklarını biliyordu. Çünkü Elif okula gittiği zamanlarda annesi Zehra’yı karşısına alıp olması gerektiği yerin ailesinin yanı olduğunu, kapılarının her zaman Zehra’ya açık olacağını ama ailesinin de onu merak edeceğini söylüyordu. Bu konuşmalardan Zehra Elif’e hiç bahsetmedi. Üçüncü günün akşamı kapı arka arkaya çalındı. Kapıyı çalan Arif, Elif’in onu içeri davet etmesini beklemeden botlarını hızla çıkarıp kendini içeriye attı.
— Çabuk kapıyı kapat!
— Arif sen iyi misin?
— Zehra nerede?
— Salonda annemle oturuyor.
Arif yine teklif beklemeden salona yöneldi. Ama Elif kolundan tutup onu kendine doğru çekti ve kısık bir sesle “Rengin sapsarı olmuş, eğer kötü bir şey olduysa annemin yanında anlatma mutfağa geç, ben de Zehra’yı alıp geliyorum.” dedi. Arif karşı çıkmadan mutfağa geçti. Elif onun bu halinden korkmuştu ancak annesine belli etmemeye çalışarak Zehra’yı alıp mutfağa götürdü. Arif iki kolunu da mutfak masasına dayamış uzun ve esmer boynu kollarının arasında gözlerini masanın üzerindeki tuzluğa dikip karşısındaki sandalyelere Elif ve Zehra’nın oturmasını bekledi. Onlar oturmalarına rağmen istifini bozmayınca Elif sinirlendi.
— Anlatsana, ne oldu?
Arif yavaşça başını kaldırıp donuk bir ifadeyle Zehra’nın gözünün içene bakarak “Özür dilerim.” dedi. Bu cümle Elif’i daha da sinirlendirdi. Zehra ise Arif’e sanki dayısının onu bulacağını anlamışçasına korkuyla bakıyordu. Onun daha fazla korkmasından çekinen Arif, olanları anlatmaya başladı.
— Elif, ben senden sonra okuldan çıktım, biliyorsun. Zaten ben çıktığımda okulun çevresinde tek tük öğrenci kalmıştı. Daha okulun köşesinden dönmeden Zehra’nın dayısı karşıma çıktı.
Zehra’yla arkadaş olduğumuzu ve bizim hangi okula gittiğimizi nereden biliyor, bilmiyorum. Zehra’nın nerede olduğunu ona söylemezsem başıma iş açacağını söyledi. Ben ilk başta bilmediğim konusunda direndim ama kolumdan tutup kırtasiyenin yanındaki boş arsaya götürdü. Orada bana bir tokat atıp dizlerimi tekmelemeye başladı. Bunları yaparken bir yandan da beni tehdit ediyordu. İleride bir araba onun işaretini bekliyormuş. Beni arabaya atıp izimi kaybettirirlermiş. O beni tehdit edince ben de Zehra’nın sizde olduğunu söyledim.
— Arif nasıl söylersin! Söz vermiştin!
Arif Elif’in sözlerine cevap veremedi. Başını yeniden önüne eğip gözlerini de tuzluğa dikti. O esnada Zehra ise dondurulmuş gibi tepkisiz bir şekilde Arif’e bakıyordu. Saniyeler sonra yüzüne su atmışlarcasına irkilerek yerinden kalkıp Elif’in odasına yöneldi. Elif de arkasından fırlamışken annesi koridorda kolundan tutup onu durdurdu. “Eğer gitmek isterse, bırak gitsin.” Elif cevap vermeden kolunu annesinden kurtarıp Zehra’nın peşinden odasına girdi. Zehra çantasını almış odadan çıkmak üzereydi.
— Nereye gidiyorsun? Seni öldürsün mü istiyorsun?
— O buraya gelmeden gitmem lazım. Sizin de başınıza iş açar, çok tehlikeli bir adam.
— Olmaz!
Elif koşar adım odadan çıkıp evin kapısını kilitledi ve anahtarları cebine koydu.
— Bu eve kim girip çıkacaksa kapıyı ben açacağım!
Annesi “Yanlış yapıyorsun” dercesine başını sağa sola oynattı ama bir şey söylemedi. Annesiyle birlikte akşama kadar salondan çıkmadılar. Zehra da Elif’in odasından çıkmadı. Yatağa uzanıp gözlerini duvara dikti ve saatlerce öyle kaldı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu ama daha fazla bu evde kalamayacağının da farkındaydı. Ertesi akşam Elif’in babası işten döndüğünde herkesi salona toplayıp konuşmaya başladı.
— Bugün öğleden sonra Zehra’nın dayısının bizim hakkımızda karakola suç duyurusunda bulunduğunu öğrendim. Bunun olabileceğini hepimiz biliyorduk ancak ilginç olan, dayısı bizim Zehra’yı dağa götürmek için alıkoyduğumuzu söylemiş.
Elif’in babası olanları anlatırken annesi Elif’e “Ben sana demiştim!” dercesine bir bakış attı. Zehra ise alnını yere dikmiş üçünün de yüzüne bakamıyordu ama ağlamıyordu da. Sanki göz çukurlarında akacak bir şey kalmamıştı.
— Kızım burası senin de evin, istediğin kadar kalabilirsin ancak dayın bu şekilde bizi zor durumda bırakıyor. O yüzden bu işe bir çözüm yolu bulmamız gerekiyor.
— Zehra’yı dayısına götürmeyeceksin değil mi baba?
— Hayır, bundan bahsetmiyorum. Hep birlikte konuşup ortak bir çözüm yoluna varmalıyız.
— Bence Zehra’yı karakola götürelim olanları tek tek anlatsın. Polisler de ona göre ne yapacaklarına karar verirler. Dayısının evine dönmek istemediğini ve şiddet gördüğünü söylerse polisler onu koruma altına alabilir.
Annesinden bu çıkışı beklemeyen Elif onu şaşkınlıkla dinliyordu.
— Elif, annen haklı o yüzden yarın sabah ilk iş olarak karakola gidelim. Sen ne dersin Zehra?
— Karakola gelirim.
Zehra’nın itiraz etmemesi herkesin yüreğini ferahlatmıştı ancak bu konuşmalardan sonra eve ölüm sessizliği çöktü. Yemekte bile kimsenin ağzını bıçak açmadı. Yemekten sonra Zehra ve Elif odaya çekildiler. Zehra sessizliğini sürdürüyordu Elif de onun sessiz kalma isteğine saygı duyuyordu. Ertesi sabah hızla yapılan kahvaltının ardından dördü birlikte evden çıktılar. Elif’in annesinin kahvaltılıkları masada bırakmak gibi bir huyu yoktu. Elif bunu bu derece kötü bir olayla bu zamana kadar karşılaşmamalarına verdi ama o da masayı toplamadı. Karakolun kapısından içeri girerken Elif’in annesi ancak yanındakinin duyacağı bir sesle dua okumaya başladı.
— Ne yapıyorsun anne? Savaşa mı gidiyoruz!
Sessiz duasına eşlik eden hızlı dudak kıpırtısı durunca Elif’e dönüp ters bir bakış fırlattı ve istifini bozmadan karakol kapısından girdi. Hemen karakol binasının girişindeki ki polis memurunun oturduğu odaya yalnızca Zehra ve Elif’in babası girdi. Elif ve annesi memurların olduğu odanın kapısının önündeki sandalyelere çöktüler. Kapı açık olduğu için ikisi de içerde konuşulanları duyuyordu. Önce Zehra anlattı ilk günden itibaren yaşananları ardından Elif’in babası… Diğerine göre daha kısa boylu ve hantal polis memuru anlatılanları bilgisayara kaydediyordu. Zehra’nın gözleri belli bir süre polis memurunun bilgisayar klavyesinin üzerinde gidip gelen parmağındaki alyansa takıldı. Alyans oldukça yeni duruyordu ancak polis memuru kırkını çoktan doldurmuş görünüyordu. Öyle ki saçının yarısından fazlasına aklar düşmüştü.Zehra bunları düşünürken buraya ifade vermek için geldiğini bir anda unutup kendi ruhsal dünyasının karmaşası içinde, kafası karşındaki polis memuruna takılmıştı.
Zehra ve Elif’in babasının ardından Elif ve annesi ifade vermek için odaya girdiler. Annesi yaşananlar anlatırken itinayla kendi ailesinin kötü niyetli olmadığının altını çiziyordu. Kadın araya böyle laflar katınca polis memuru iki defa onu uyarmak zorunda kaldı ama o pek üstüne alınmamış gibi duruyordu. İfadeler bitince sivil giyimli ve cüsseli bir polis memuru odaya girip ifadeler doğrultusunda Zehra’nın sosyal hizmetlere verileceğini söyledi. Bu sözün ardından Zehra’nın gözleri buğulandı ancak karşı çıkacak bir tepki vermemesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Onun yerine tepkiyi Elif verdi.
— Bizimle kalmaya devam edebilir. Biz ona zarar vermeyiz aksine koruruz.
Onun sözlerini tamamlamasına müsaade etmeden annesi araya girdi.
— Memur beyler kuralları uygulamak zorunda, üstelik Zehra’yı onlardan daha iyi kim koruyabilir.
— Ama ya dayısı yeniden onu almak isterse o zaman ne olacak?
— Zehra reşit olduğu ve dayısının ona yaptıklarından dolayı dayısından şikayetçi olduğu için böyle bir şey söz konusu değil.
Elif sivil giyimli polis memurunun bu cevabından emin olamamıştı ancak kabul etmekten başka yapacağı bir şey de yoktu. O yüzden ailesiyle birlikte arkasında Zehra’yı bırakıp karakoldan çıktı. Babası da belli bir süre onlarla yürüyüp ardından işe gitmek için yolda onlardan ayrıldı ve Elif annesiyle birlikte eve döndüğünde masanın üstündeki içinde böğürtlen reçeli olan tabak yere düşmüş ve krem rengi halının ortasını mora çalan bir renge boyamıştı...
İlgili haberler
Hanımlık, hatınlık işleri
‘İki çocuğunla bir de kendine aşık mı bulacaksın? Evlen de çocuklarının yükü ikiye bölünsün. Hem bu...
Bana ne anası ölmüş bebekten!
Dün karnımdan bütün vücuduma yayılan acıyı yeniden tüm vücudumda hissetmeye başladım. Sırtımı onlara...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Dünyanın neresine sığarım ki ben?
Çocuğuma insanları sevmeyi, ona her doğum gününde aldığım çiçekli elbiseleriyle öğretmeye çalışırken...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.