Hep aynı saatte geliyordu. Güneşin batması ile havanın kararması arasındaki zaman diliminde.
Alacakaranlığı sevmiyorum diyordu. Ancak bu şekilde katlanabiliyorum. Gözlerim görmüyor. Beynim bulanıyor. Sanki hiçbir yerde gibi oluyorum. Aslında bulanma da değil her şeyi çok çabuk unutuyorum. Kelimeler dilimin ucuna kadar geliyor ama dışarı çıkmıyor.
Eşin bıraktı gitti mi diye sordu.
Ne bekliyordun gibisinden elimi salladım. Yattığım yatağın sallanması dışında bir şey hissetmiyordum.
Deprem mi oluyor dedi birden.
Kafamı gayri ihtiyari kaldırıp, tavanda sallanan ampule baktım.
Öyle gibi. Burada normal. Her iki günde bir sallanırız. Alıştık.
Bir şekilde hayatlar son bulacak. Kaderci oldum yaşım ilerledikçe. Yirmi yaşımdayken biri bana bunu söylese çeker giderdim. Ama yaşlanmak böyle bir şey sanırım. Gelen her şeyi kabul ediyor insan. Beklenmedik şeylerin sayısı gittikçe azalıyor. Az iyi geliyor ve kolayca kabullenmek. Bazıları bunu görmezlikten gelmek diye de adlandırabilir. Herkes her şeyi bir şekilde adlandırıyor zaten. Bunu da öğretiyor hayat insana. Tek kabul edemediğim kendi içimde olanlar. Basit biri olmak istiyorum, herhangi biri gibi… Fakat beynimdeki ses beni rahat bırakmıyor.
Biraz kalkmak ve dışarı çıkmak istemez misin?
Dışarısı beni rahatlatmıyor uzun süredir.
İlaçlarını aldın mı?
Yine anneyi oynama lütfen. Bu yüzden kimse ile konuşmak istemiyorum. Sürekli bir müdahale ve manipülasyon. İnsan kendisi olmak ister. Başkalarının dikte ettiği biri değil. Son zamanlarda bir diziye taktım. Dünya fazla abartıyor, bir sürü de ödül aldı. Asırların sorununa dikkat çekmesi bakımından iyi ama.
Neymiş bu sorun?
Kadın
Havva anamızdan beri aynı hikaye. Kendi türünü ihtiyacı olmadığı için öldüren tek yaratık insan. Ama buna önce kadınlardan başlamak işlerine geliyor. Kullan, izole et, kullanamazsan at, hükmet. Takas malzemesi gibi. Aslında doğum kadına değil de erkeğe verilmiş olsaydı, işte o zaman görecektik gerçek soykırımı. Düşünebiliyor musun, kadın ancak evliyken ya da anneyken makbul. O konu da tartışılabilir. Diğer açıdan bakarsak, bu, kadının ne kadar güçlü olduğunu ve alt edilmesi gereken bir cins olduğunu gösteriyor. Korku bu. Kim korkar hain kurttan…
Hasta biri olarak beynin gayet iyi çalışıyor. Azıcık da oksijen alsan. Hafta sonu dağa gidelim istersen. Çok yükseğe çıkmayız. Biraz doğa ve temiz hava sadece.
Sana hiç söyledim mi bilmiyorum. Doğayı, özellikle ağaçları çok severim ama kendimi Salinger gibi ormanda bir kulübede izole edemem asla. Denedim fakat ben şehir insanıyım. Dördüncü günden sonra insansızlık beni hayli bunalttı. Nükleer sonrası çağa girilirse ben kesin yalnız bir kovboy olamam. Bunun için fazla insan bağımlısıyım. Kapıdan çıkar çıkmaz yakınlarda bana ait bir kahve, bir kitapçı olmalı. Vapura binmeli insan sırf o zevk için, sonra yine aynı vapurla geri dönmeli. Keşmekeşi sakinlikten daha çok seviyorum. Bana malzeme ve motivasyon veriyor.
Ama dışarı çıkmıyorsun artık?
Orası ayrı dava. Buraya taşındığımızdan beri içimde gitmeyen bir sıkıntı başladı. Göğsümün ortasına oturuyor, bir ağırlıkla dolaşıyorum. Bazen nefes almakta güçlük çekiyorum. Bu her şeyi engelliyor.
Yalnızlıktan…
Ya da tatminsizlikten. Ya da beynimde yolunda gitmeyen bir şeyler var. Bir doktora mı görünsem acaba? Bu sefer de hastalık hastası oldum diyorum kendi kendime. Bu iç sıkıntısı öldürecek beni.
Ayağa kalktı. Yavaş yavaş pencereye doğru gidip, perdeyi hafif araladı. Gelip geçene şöyle bir baktı. Kafasını iki yana sallayıp, artık dönmem gerek dedi.
Nereye?
Geldiğim yere. Burası iyi hoş ama bizim oralar gibi değil. Bir kere içimize işlemiş. Ne yapsan boş. Kararımı verdim. Zor olacak ama iyi olacak. İnsan yapması gerekeni değil, yapmak istediğini yapabilmeli hayatta. Pes etmek yok.
Öykünün yazarı Özge Kılıçoğlu kimdir?
1969 yılında Tirebolu’da doğdu. İstanbul Kız Lisesi/Erenköy Kız Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Halen uluslararası ticaret ve uluslararası ticaretin finansmanı konularında serbest danışmanlık yapmaktadır.
İlk öykü kitabı Babam İntihar Etmemişti, 2016 yılında Notabene Yayınevi tarafından yayımlandı.
Öyküleri Notos Öykü, Sarnıç Öykü, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü ve Kitaplık dergilerinde yayımlandı. Bir öyküsü 2011 İstanbul Mimarlar Odası öykü ödül yarışmasında birincilik kazandı ve diğer dereceye giren öykülerle birlikte kitaplaştırıldı. Bir başka öyküsü Aylak Adam Yayınevi’nden çıkan Öyküden Çıktım Yola adlı öykü seçkisinde yer aldı.
Galapera Öykü, Gergedan Kitapevi fanzinlerinde ve Yeşil Gazete’de yazı ve öyküleri çıktı.
İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Ostrovski
Şehri binlerce gözde terk ettim. Büyük kemerin altından geçerken hepiniz ordaydınız. Kapılar ardımda...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Değiştirilenler
Yarın onlar da dönecekti. Evde kimse olmayacaktı. Falımdaki boş mezarı göreceklerdi ve onlar da deği...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Hacıkıran
İnsan, bir bütün olarak insan. Niçin böyle yaşıyoruz? Ve hatta niçin ölüyü kadınlar bekler bu memlek...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.