Herkesin kendine ait bir İstanbul’u var. Kimisi Candan Erçetin’in “Şehir” şarkısındaki gibi sitem ediyor bu kadim şehre, kimisi Sezen Aksu’nun “İstanbul İstanbul Olalı” şarkısına benzer şekilde acısını şehirle yaşıyor, kimisi Yalın’ın “İstanbul” şarkısında söylediği gibi bu şehirden medet umuyor. Ya da en güzel seslenişlerden biriyle “ey kavgamızın şehri İstanbul” diyerek selamlıyor…
Yaşayanı için ayrı çilesi, gezip göreni için ayrı bir cazibesi olan çok tartışmalı bu kent her zaman kendinden söz ettirmeyi, aşk-nefret misali de olsa kendini kabullendirmeyi bildi. Sanatın her bir alanı için ayrı ayrı bolca malzeme barındıran bu şehir aynı zamanda dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden. Yakın zamanda bu ziyaretlerin sonucu sayabileceğimiz bir iş çıktı ortaya.
İstanbul’un başrolde olduğu bir film. Levan Akın’ın Geçiş’i. Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek filmine selam çakan Akın, içten içe aynı hayranlık duygusuyla anlatıyor İstanbul’u. Gürcü asıllı, kökleri Türkiye’ye de dayanan İsveçli yönetmen Levan Akın’ı Türkiyeli izleyiciler Ve Sonra Dans Ettik filmiyle tanımıştı. Yönetmen bu filminde muhafazakâr bir toplum olarak bilinen Gürcistan’da geleneksel halk dansları yapan bir grubun içerisindeki eşcinsel bir aşkı işlemiş ve dünya sinemasına emin adımlarla giriş yapmıştı. Salt bir aşk hikâyesine sıkışmadan bize çok fazla şey söylüyordu film. Mesela geleneksel Gürcü dansının kalın çizgilerle cinsiyetlendirilmiş olduğunu ve buna uygun görülmeyenin çok da hoş karşılanmadığını... Gürcistan’da son dönem LGBTİ’ler için siyasi atmosfer eskisine göre çok daha zor bir noktaya gelmiş durumda. İktidardaki sağ popülist Georgian Dream partisi geçtiğimiz ay parlamentoda LGBTİ’lerin haklarını kısıtlayan yasa tasarısını geçirdi. Bu yasa tasarısı eşcinsel evliliklerden cinsiyet uyum operasyonlarının yasaklanmasına, LGBTİ’lerin kamuoyunda desteklenmesinden medyada tasvir edilmelerine kadar çeşitli engelleri barındırıyor. Tüm bunlar gökkuşağı bayrağının halka açık yerlerde açılamaması, filmler ve kitaplarda LGBTİ görünürlüğünün sansüre uğraması gibi sonuçlar doğuracak.
Geçiş de yine benzer hassasiyetlerle LGBTİ temasını ve az da olsa Gürcistan’ın baskıcı ortamını işliyor. Daha doğrusu hafiften bir değiniyor. Buraya dair eleştirilerimi saklı tutarak konuya dönüyorum. Filmin büyük bir çoğunluğu İstanbul’da geçiyor. Daha doğrusu film sanki İstanbul’a gelme amacı üzerine kurulmuş ve gelir gelmez başrol koltuğuna şehri oturtuyor. İşte bu gelişin ardından sürekli bilindik şarkılar kulağımıza çalınıyor. Gürcüce konuşan iki baş karakter ve Türkçe şarkılar, Türkiye’den manzaralar… Filmde o kadar çok müzik var ki, yönetmen müziklerin önemini “Elimde bu şarkılar olmasaydı asla bu filmi yapamazdım” diye açıklıyor. Meraklısı için yine yönetmenin hazırlamış olduğu şarkı listesini de ekleyelim.
“Belli ki İstanbul, insanların ortadan kaybolmak için geldiği bir yer” cümlesiyle İstanbul’un kalabalık, kaotik ve merak uyandıran havasını özetliyor Levan Akın. Film Gürcistan’da başlıyor, çok kısa bir Gürcistan havasını soluyoruz. Emekli öğretmen Lia ve bir şekilde yolunun kesiştiği genç, asi delikanlı Achi, Lia’nın yeğeni Tekla’yı bulmak için birlikte İstanbul’a geliyorlar. Tekla aslında sonradan edinilen bir isim çünkü bahsi geçen kişi trans kadın ve bu sebeple ailesi tarafından zorbalığa maruz bırakılıyor ve hatta evden atılıyor. Tekla da bir süre Gürcistan’da orada burada kaldıktan sonra İstanbul’a kaçıyor. Lia da kız kardeşini kaybettikten sonra bu hayatta kan bağı namına kalan tek kişi olan yeğeni Tekla’yı bulmak için yollara düşüyor. Tabii bir de vicdan meselesi var, kendini affettirmek istiyor. Yeğeninin yaşadığı onca şey sırasında yanında olamadığı için şimdi onu bulup kendini affettirmek ve birlikte Gürcistan’a dönmek hedefinde. İki ayrı kuşaktan iki ayrı yol arkadaşı, Lia ve Achi… İkisi İstanbul’a geliyor ama arada dil bariyeri var ve İstanbul koca bir şehir Tekla’yı nasıl bulacakları muamma.
Burada trans hakları için mücadele eden Pembe Hayat Derneğinde çalışan Avukat Evrim’le yolları kesişiyor. Hikâyeye Evrim’in de yakından tanıdığı iki mülteci sokak çocuğu da dahil oluyor.
Film LGBTİ’ler, özellikle de translar üzerindeki baskıyı düşündürmesi adına önemli bir çaba taşıyor. Gürcistan’da özellikle açık kimlikle trans olduğunu söyleyebilmek imkânsız. Filmin yönetmeni bir röportajında bu durumu şöyle açıklıyor: “Mücadelenin çok benzer olduğunu düşünüyorum. Ama örneğin trans kadınların durumunun Gürcistan’da buradan çok daha farklı olduğunu düşünüyorum. Yani en azından İstanbul’dan. Çünkü İstanbul’da her zaman kendi küçük köşenizi bulabilirsiniz; o alanın dışında güvende değilsiniz. Ama sanki Gürcistan’da kendi köşelerinde bile güvende değillermiş gibi geliyor. Yani mücadele çok benzer olsa da buradaki topluluk çok daha çeşitli, Gürcistan’da ise çok daha homojen.” Film öte yandan baskıya, fobiye, güvensizliğe karşı mücadelenin kolektif birliktelikle yapılmasının olanağını sağlayan Pembe Hayat Derneğini göstererek örgütlü hareket etmenin önemine de işaret ediyor.
Filmin henüz Gürcistan’da vizyona girmediğini ve belki de giremeyeceğini de söylemeliyiz. Ve Sonra Dans Ettik filmi için de eleştirilere fazlasıyla maruz kalan yönetmen bu filminde de zorluk yaşayacağını biliyor. Film anlatmak istediği bunca güzel şeyle talihsiz bir kurgunun azizliğine uğrasa da izlenmeye değer. İstanbul’u yabancı bir gözün perspektifinden izlemek isteyenler için tavsiyedir.
*Vedat Türkali’nin Bekle Bizi İstanbul şiiri. Daha sonra Edip Akbayram seslendirmiştir.
Fotoğraf:İKSV Film tanıtımından alınmıştır
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.