
“Haydi yine, hayatın, parmaklarımızda çevirdiğimiz küre biçiminde sağlam bir öz olduğu aldatmacasını sürdürelim.”
“Boş ver, iyidir hayat, yine de dayanılabilir hayata.”
Kitabın ilk cümlelerinden yavaş yavaş süzülmeye başlayan düşünce, kitabı bitirdiğinizde tamamen demlenmiş oluyor: Esas olan yaşadıklarınız değil, yaşadıklarınızın sizdeki yansımasıdır.
Romanda üç erkek üç kadın, altı insanın gençlik yıllarından ölümlerine uzanan yaşamları anlatılıyor. Ancak Dalgalar, konusu özetlenebilecek romanlardan değil. Çünkü bu eser- yazarının da ifadesi ile- “bir olay örgüsüne uyarak değil, bir ritme uyarak” yazılmıştır. Bu ritmin kaynağı ise dalgalardır.
Kitabın bölüm girişlerinde, romanın genelinden farklı olarak italik şekilde yazılmış kısa anlatımlarda, tanyerinin ağarmasından güneşin batışına kadar olan bir gün betimleniyor. Bu betimlemelerde dalgaların oluşumu, karaya vuruşu, çözülüşü, geri dönüşü, kıyıda bıraktığı izler ve günün farklı saatlerinde kuşların, böceklerin, doğanın durumları anlatılıyor. Bu anlatımlarla uyumlu olarak, bölümler arasında roman kahramanlarının yaşamlarını okuyoruz. Gençlikten gelen özlerini korumakla beraber; kişiliklerindeki, yaşamı algılayışlarındaki ve birbirlerine yükledikleri anlamlardaki değişimi izliyoruz. Aynı noktadan ama birbirlerinden farklı hayallerle yola çıkıyorlar; yazar olmak, şiirler yazmak, çiftçi olmak, herkes gibi olmak, herkesten farklı olmak, güzelliğinin çağrısıyla değişen yaşamlar kurmak… Hepsi farklı mekanlarda, farklı yaşamlar kuruyorlar ama birbirlerini özlemekten ve yaşamlarını izlemekten hiçbir zaman vazgeçmiyorlar. Yıllar sonra buluştukları o masada, hem kendileriyle hem de birbirleriyle yüzleşiyorlar. Kimi yoluna aynen devam ediyor, kimiyse kırılmalar yaşıyor.
Ana teması yaşam olan romanda, romanı şekillendiren bölüm girişlerinde bir günlük döngü, romanın tümünde ise karakterlerin tüm yaşamı anlatılıyor. Güneş doğarken her şey canlıdır; ilk gençlik, büyük umutlar. Güneş tepeye çıktığında, ömür yarılanmıştır; yavaş yavaş sönen hayatlar, sıradanlığın boğuculuğu. Güneş batarken, hava soğur, kahramanlarımız yaşlanır; mutsuzluk, geçmişe özlem. Ve güneşin batışıyla yaşam sonlanır. Yaşam, tıpkı güneşin doğumundan batışına kadar dalgaların ve doğanın değişimi gibidir. Yaşamlarımız da dalgalar gibi sonsuzluktan doğarlar, rüzgarla şekillenirler, kıyıya çarpıp dağılırlar, yeniden toparlanıp şahlanırlar, içinden geçtiklerini değiştirirler, içindekileri başkalarına taşırlar. Yaşam, bir günün döngüsüne ve dalgaların ritmine uyarak yaşanır.
Altı ses, tek akış
Kurgu değil, üslubun ön plana çıktığı Dalgalar, bilinç akışı tekniğiyle yazılan romanların en önemlilerinden biri olarak kabul ediliyor. Romanda, dış dünya sadece altı kahramanın- Bernard, Neville, Louis, Susan, Rodha ve Jinny- iç dünyalarına yansıdığı kadarıyla anlatılıyor. Yazar dış dünyayı tamamen yok ediyor; mekanları ve olayları bir anlatıcının dilinden değil, roman kahramanlarının kendilerine özgü dilinden dinliyoruz. Örneğin bir kahraman, tren kompartımanında tanımadığı biriyle konuşmaya başlamasını şu şekilde anlatıyor: “…Ama ben kendimi başkalarıyla ilişki içinde bulursam sözcükler hemencecik dumandan halkalar olurlar… Yalnızlığı, çatlama belirtileri gösteriyor. Kır evine değinen bir söz etti. Dumandan halka çıkıyor dudaklarımdan (ekinler konusunda), onu ilişki içine alarak sarıyor. İnsan sesinin silahları bıraktıran bir niteliği var.” Aynı olay veya mekan, her birinde farklı yansımalar yaratıyor. Böylece aynı manzarayı iki ayrı gözle görme şansını yakalıyoruz: “…gelip geçen kayıklar, gençler ve uzaktaki ağaçlar, salkım saçak ağaçların akan çeşmeleri…” ve “… söğüdün taranmış incecik dalları içinde birbiri ardından akan kayıklar…”. Romanın tüm kahramanları için önemli olan Percival’ın ölümünü, hepsinden ayrı ayrı dinliyoruz: “Seni bağrıma basıyorum. Gel acı, ye bitir beni. Zehirli dişlerini göm etime. Paramparça et beni. Hıçkırıyorum.”, “Çıplak topraktan menekşeler toplayacağım, demet yapacağım, Percival’a sunacağım; benim ona verdiğim bir şey olarak. Bak şimdi, Percival’ın bana verdiği şeye… İnsan yüzü iğrenç.”, “Percival öldü (Mısır’da öldü o, Yunanistan’da öldü, tüm ölümler bir tek ölümdür)”, “Ayaklarımın dibine yayacağı utku anıtları getirerek eve geri dönecek o. Benim varlığımı çoğaltacak.”
Romanın bu üslubu, metnin takip edilmesini oldukça güçleştiriyor. Dış dünya ve yaşanılanları sadece kahramanların anlatımı ile kavramaya çalışmak, klasik roman okuyucuları için son derece zorlayıcı ama kitabın dilini bir bilmece gibi çözmeyi başardığınızda, okumak tam bir keyif haline dönüşüyor. Romanın üslubu nedeniyle karakterleri tanımlamak da zorlaşıyor. Bir karakteri kendisi ve diğer beş kişinin iç dünyasındaki yansımaları ile anlamaya çalışıyoruz. Örneğin Rhoda’nın kendini diğerleri ile kıyaslamasına bakalım: “Evet diyor onlar; hayır, diyor onlar; yumruklarını güm diye vuruyorlar masaya. Ama ben kuşkuya düşüyorum, titriyorum. ... ben yalan söylüyorum, kaçamaklı yanıtlar veriyorum.” Halbuki O, Bernard’ın iç dünyasında tamamen farklı anlatılıyor: “Kendim olmam için, öbür insanların gözlerinin beni ışıklandırmasına gereksinim duyuyorum; öyleyse kendimin ne olduğu konusunda tümden kesin bir yargıya varamam. Louis gibi, Rhoda gibi özü kesin olanlar, tam olarak yalnızlıklarında var oluyorlar.” Ancak roman, belli bir süre sonra okuyucunun karakterlerle özdeşleşmesini sağlıyor. Bunun yanı sıra, karakterlerin özelliklerinin, anlatımlarına yansıtılması son derece başarılı; örneğin yazar olmayı hayal eden Bernard’ın anlatımı, kendine güveni olmayan Rhoda’nın anlatımlarına göre daha ayrıntılı ve şiirsel.
'Ben bir tek kişi değilim'
Dalgalar’ın, yazarın müthiş zekasının bir ürünü olduğunu düşünüyorum. Roman bir değil, altı çift gözle gören; altı yüreği, altı dili, altı yaşamı olan biri tarafından yazılmış gibi. Böyle bir üslubu, çelişkilere düşmeden tüm roman boyunca sürdürebilmek tam bir başarı ve bu başarının arkasında büyük bir emek var: Kitabın arka kapağında da belirtildiği üzere, roman Woolf tarafından iki yıl içinde üç kez yazılmış ve şiir gibi yüksek sesle okunarak düzeltilmiş.
Roman, birbirinden değerli tanımlama, betimleme ve imgelerle dolu. Ancak benim için en etkileyici paragraf, roman kahramanlarından Bernard’ın yaşamını tanımladığı ve kitabın son bölümünde yer alan anlatım oldu: “…hayatım dediğim şeyi kopartıp vermeye çalıştığımda, hatırladığım şey bir tek hayat olmuyor; ben bir tek kişi değilim; bir sürü kişiyim; kim olduğumu tam olarak bilmiyorum; Jinny mi, Susan mı, Neville mi, Rhoda mı yoksa Louis mi olduğumu; kendi hayatımı onlarınkinden nasıl ayırt edeceğimi bilmiyorum.”
Dalgalar, bu türü ilk kez deneyecek olanlar için güzel bir deneyim sunuyor. Üslubu yakalayıp romanı takip etmenin güçlüğü başlarda okuyucuyu yorabildiği için, bu müthiş eserin tadına varabilmek için sabır gerektiği unutulmamalı! Bu nedenle aşağıda, altını çizmeden edemediklerimi, zorlu bir yemek öncesi iştah açıcı olarak sizlere sunmak isterim:
“Şimdi acımı mendilime saracağım. Sımsıkı düğüm olacak… Acımı alacağım, kayın ağaçlarının altında, köklerin üstüne sereceğim. İnceleyeceğim onu, parmaklarımın arasında tutacağım.”
“Biz dostlarımızı kendi boyumuzu ölçmek için kullanırız.”
“Ama şiir. Siz, hiçbiriniz aldırmazsınız ona. Unutmuşsunuz ölü ozanın söylediklerini. Sizin dilinize çeviremem onu, bağlayıcı gücü sizi kavrasın diye; amaçsız olduğunuzu, ritminizin ucuz, değersiz olduğunu iyice açıklasın size de amaçsızlığınızın bilincinde değilseniz sizi gençken bile bunaklaştırarak içinize işleyen çürümeyi alsın götürsün diye.”
“Susan’ca sevilmek, kuşun keskin gagasına kazıklanmak, ahır kapısına çivilenmek olurdu.”
“Öylesine vahşilikle seviyorum ki sevgimin nesnesi, sözcükler dizisiyle benden kurtulabileceğini gösterdiğinde beni öldürüyor.”
“Ama, öyküler nedir ki? Büktüğüm oyuncaklar, üflediğim balonlar, ötekinin içinden geçen halka.”
“Ve zaman bırakıyor, düşsün damlası. Ruhun çatısında oluşan damla düşüyor. Bilincimin çatısında oluşarak zaman, bırakıyor düşsün damlası. Geçen hafta durmuş traş olurken damla düştü. Usturam elimde dururken ansızın eyleminin yalnızca alışkıya bağlı doğasını ayırt ettim (oluşan damla bu işte) ve işlerini sürdürdükleri için alayla kutladım ellerimi.”
“Bir zamanlar küçücük yataklarında meyveler gibi örtülmüş oğullarımın, kızlarımın, ağlarını yırtıp benimle yürüdüklerini, çimlere benden uzun gölgeler düşürdüklerini gördüm.”
“Ama ben sıska, kupkuru biri olana dek yaşayacağım, daha da saygı uyandırarak kent kaldırımlarında altın saplı bastonumu vurarak yürüyeceğim. Belki de hiç ölmeyeceğim, bu sürekliliğe, bu kararlılığa bile hiç ulaşamayacağım.”
“Tümü birer öykü bunların… Tümcelerimi, onları giyecek birisini bekler durumda giysiler gibi dolapta asılı tutuyorum. Böylece bekleyerek, böylece ölçüp biçerek, şunu not ederek sonra bunu, bir yerinden tutunamıyorum hayata.”
“O gün Neville’le birlikte alet odasındayken haykıran Susan’dı ve ben, umursamazlığımın eriyip gittiğini duydum. Neville erimedi 'Öyleyse' dedim, 'ben kendimim, Neville değilim', olağanüstü güzel bir buluş.”
“Meliyiz, malıyız, meliyiz – iğrenç takı.”
“Hayat, biz onu anlatmaya kalkıştığımızda gösterdiğimiz davranışa yatkın değil belki de.”
KÜNYE
Dalgalar
Yazar: Virginia Woolf
Çeviren: Oya Dalgıç
İletişim Yayınları (2008)
264 sayfa
Fotoğraf: Kitap kapağı
İlgili haberler
GÜNÜN PORTRESİ: Virginia Woolf
Yaşamı boyunca içinde bulunduğu çağ ve toplumun bir kadının özgürce kendini ifade etmesine izin verm...
Virginia Woolf' un gözlerinden Londra
Londra Manzaraları’nda kent, ‘heykeller yapan aristokrasinin’ geçip demokrasinin gelişini bekleyen b...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.