İçimizden Biri: Yeter
Çok küçük yaşta para karşılığı verdiler beni, erken başladım hayata, üzüldüm, evladımı kaybettim, aç kaldım bir başıma da kaldım ama bugün buradayım. Hiçbir emek karşılıksız kalmaz buna inanıyorum.

Bizim sokağımızın en renkli ve en tatlı kadını o; kıyafetlerinin renkliliği aslında ruhunun yansımasıymış. Gelinini ve torunlarını anne gibi sahiplenmesinin nedeni de hissedemediği anne sıcaklığını çevresindekilere yaşatmakmış. Derin bir sohbete başlayınca anlıyorum bunu.

OKULU HAYAL EDERKEN FABRİKADA ALDI SOLUĞU

“İşçi bir ailenin beş çocuğundan üçüncüsüyüm” diye söze başlıyor ve anlatmaya devam ediyor hayatını: “Erkek kardeşim doğduktan sonra başka kardeşim olmadı. Malum bir erkek arayışı işte. Bilmediğim bir sebepten dolayı köyden Niksar’a göç ettik. En büyük ablamı 14 yaşında evlendirdiler. Biz de okuyacağız umuduyla defterlerimizi kalemlerimizi alıp gittik kasabaya. Okutmadılar hiçbirimizi, erkek kardeşimiz hariç. Babam kereste fabrikasında, annem de mevsimlik işçi olarak çalışıyordu. Ben 7 yaşındayım, kardeşlerimle beni peşine takıp fabrikaya götürürdü annem. Bırakacak yeri yok. Biz de çalışırdık orada. Çocuk işçiydik anlayacağın...

Hava soğuk, küçücüğüz, bir de ellerimize tutuşturdular bıçakları; ‘Çıkarın cevizlerin içini, ne kadar çok yaparsan o kadar kazanırsın’ dediler. 7 yaşında bir çocuk ne kadar kazanabilirse... Bu iş sezonluktu. Yazın da gene annemizin peşine takılır tarlaya doğru koyulurduk yollara. Patates tarlalarında geçerdi bütün yazımız. Anlayacağın okuma hayaliyle geldiğim Niksar’da kardeşim sırtımda, öteki kardeşim annemin sırtında fabrikadan tarlaya sürüklenip durdu küçük bedenim. 13 yaşına kadar çalışıp 14’te evlendim. Ben evliliği oyun gibi görür asla inanmazdım” diyor Yeter abla. “Giderim, biraz durur, sonra olmadı geri dönerim… Benim aklımdaki evlilik bu. Bir kere gördük yalnızca birbirimizi, sonrasında hemen nişan ve 15 gün içerisinde düğün. Sırf beni geri göndersinler diye elimden geleni yaptım ama ne fayda. Kocaman bir ev, bir sürü hayvan, köy işleri, küçük çocuklar ve ben. Yüküm o kadar ağırdı ki ne yapmam gerektiğini, nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum. Giderdik ahıra, ben kapıda geleni gideni gözlerken Duran inekleri sağıp kovayı verirdi elime. Her konuda her zaman destek oldu bana eşim. 15 yaşında hamile kalmışım. Çok zor bir gebelik geçirdim, bünyem kaldırmıyordu. Çok sonradan fark ettim hamileliğimi. Sezaryenle yaptım doğumumu. Doktorlar polislere haber vermişler, ama cepler iki kuruş para gördükten sonra herkes kendi yoluna tabii. Ben hastanede kaldım, bebeğimi köye getirdiler.”

ANNEDEN KIZA GEÇEN ÇİLE

Eşi o sırada iş için İstanbul’a gelmiş, 15 günlük bebekle kalmış Yeter köyde. “Köy yerinde kucağımda bebek, hayvanlar, ev işleri… Kaynanam da anlayışlı bir kadın değildi ve asla yardımcı olmazdı bana. Duran döndükten sonra ikinci kere hamile kaldım, doktorlar bir gebeliği daha bedenin kaldırmaz dedikleri halde. 4 gün karnımda ölü bebeğimi taşıdım. Hastaneye zor yetiştirdiler. Uzun süre köye dönmedim, babamın evinde kaldım. Ama sonra tekrar kürkçü dükkanına. Bir yıl geçmedi aradan yine hamile kaldım, erken doğum yaptım. Erkek çocuk ya, ayrı bir sevindi herkes. Ama çocuk sürekli hastaydı. Eşim iki yıl sırf tedavi masraflarını karşılamak için İstanbul’a gitti çalışmaya. Sonra askerlik, sonra yine İstanbul. Kızım 17 yaşına gelene kadar köyde kaldım ben. Evet eşim iyi bir adamdı ama ailesinin etkisinde çok kalırdı. Ben okuyamadım ama kızımın okumasını çok istedim. Ne yaptıysam okutmadılar. Annesi gibi o da bir gün okula gidemedi.”

YOKSULUN YOKSULLA DAYANIŞMASI

Kızının adını Çilem koymuş Yeter. Çilem annesi gibi çile çekmek istememiş ama. Evdeki eziyete dayanamayıp Yeter’i ikna etmiş köyde ayrı bir eve çıkmaya. “Derme çatma bir eve geçtik. 1 yıl boyunca ben süpürge topladım, çocuklarım dikti, geçimimizi bu işle sağladık.” diyor Yeter abla. Kendisi nasıl daha küçücükken annesinin peşinde işe gitmiş, çocukları da öyle olmuş. İstanbul’a eşinin yanına gitmişler nihayetinde. “İlk gün tanıdık bir ailenin yanında kaldık, bize çalıştıkları fabrikada çocuklara iş ayarlayacaklarını söylediler. İstemedim ilk başta. Sonra tamam dedim. Çocukları iş yerine bırakıp evime döndüm ağlayarak. Döndüm ama evin kapısında kaldım, hangi daire onu bile bilmiyorum. Ağladım oturduğum yerde. Alt kattaki atölyedeki işçi kadınlar halime acıyıp geldiler. Biraz sohbetten sonra atölye sahibine durumu anlatıp beni işe çağırdılar. Yapamam dedim, yaparsın dediler. Eve erzak, yatak, çocuklara kıyafet getirdiler. Hiç unutamam. Çalıştım ve ödedim. Çocuklar fabrikada, eşim kendi işinde, ben de atölyede... Kurduk düzenimizi bir şekilde.”

‘BOYUN EĞEN BİR KADIN DEĞİLİM BEN’
Yaşadıkları onun hanesine kadınca bir deneyim olarak yazılmış. Kendine güveni gelmiş. Gün yüzü görmek, gün yüzü göstermek istemiş hep. Şöyle anlatıyor o birikmişliği:
“Kurban bayramıydı, eşim köye gitmişti. Ben aldım çocuklarımı ‘Bugün gezeceğiz’ dedim. Kendime olan güvenim artmıştı, her şeyi yapabileceğime inanıyordum artık. Öyle de oldu, alışverişimi de yaptım gezdirdim de çocuklarımı. Kurtköy’e taşındık sonra. Bir çiftlikte ailece başladık çalışmaya. İki yıl çiftlik sahibi aileye hizmet etmeye başladık. Sonra bize köle muamelesi yapmaya başladılar, boyun eğen bir kadın değilim ben, emek veririm ama asla kölelik yapmam. Soluğu Esenyalı’da aldık işte. Bugün buradayız, oğlumu da evlendirdim. Kızım zaten evli, torunlarıma bakıyorum, onlara elimden gelen desteği vermek için yanlarındayım. Ben hiç annelik görmedim, bana ne annem sahip çıktı ne de kaynanam. Çok küçük yaşta para karşılığı verdiler beni, erken başladım hayata, üzüldüm, evladımı kaybettim, aç kaldım bir başıma da kaldım ama bugün buradayım. Hiçbir emek karşılıksız kalmaz buna inanıyorum. Emeğimin ve mücadelemin karşılığını aldım, almaya da devam ediyorum.”


İlgili haberler
Aysel Menteş: Dünyaya öylece durmak için gelmedik

Büyük bir zorluğun ve yokluğun içinden çıkarak kendini var eden ve mahallesindeki kadınlardan başlay...

Fethiye emeğiyle yeniden hayat buldu

Fethiye, küçük yaşta annesini kaybetti, eğitim hayatı sona erdi, eşini iş cinayetinde kaybetti... Am...

Türkan

Türkan’ın gittiği her yerde, gördüğü her haksızlıkla ‘mücadele’ anlayışı, tek tercihi olmuştur hep.