‘Herkes kapısını kapatıp, küçük yaşamını sürdürüyor!’
Nesrin’in yaşamı kendi ayakları üzerinde durarak geçmiş, geçim sıkıntısıyla, emeğinin karşılığı alma mücadelesiyle... Ve hasta çocuğuyla verdiği mücadele bakın ona neler öğretmiş...

31 yaşında ülkenin bir başka yerinden Aliağa’ya gelerek bir yaşam kuran Nesrin bir çocuk annesi, emekçi bir kadın ve tüm yaşamı kendi ayakları üzerinde durarak geçmiş. Memleketi Dersim’de on kişilik bir ailede büyüyen Nesrin, lise bitince Aliağa’da yaşayan amcasının yanına geldiği ziyaret esnasında tanıştığı eşiyle evlendikten sonra burada yaşamaya başlamış. İşçi bir kadın Nesrin... Ailesinin ekonomik durumu nedeniyle zor şartlar altında gittikleri okulların, altı kız kardeşi ile dayanışmayı, paylaşmayı öğrenmenin güzelliklerini anlatarak başlıyor sohbetimize.

YOKSULLUĞU PAYLAŞMAYI ÖĞRENMEK...
“Bir insana paylaşmayı öğretmek istiyorsan, önce kardeşler arasında bunu sağlayabilirsin. Hep ekonomik sıkıntımız vardı. Okula giderdik, kalem alacak paramız olmazdı. Adliyede mübaşirlik yapan babamın maaşının sekiz çocuğun sekizine de yetmesi gerekirdi. Herkes servisle okula gidip gelirdi. Biz, kardeşlerimle karda kışta hep yürüyerek giderdik” diyerek özetliyor çocukluğunu Nesrin Kırmızıtoprak.
Daha ortaokul yıllarındayken lojmanda kalan ailelerin çocuklarına bakarak cep harçlığı çıkarmaya başlayan Nesrin, erken yaşta sorumluluk almak zorunda kalmış. Eve ilk alınan kanepeyi buradan kazandıkları parayla almanın mutluluğunu anlatıyor. Liseden sonra bir müddet başka işlerde çalışan Nesrin, PETKİM’de çalışan amcasının yanına geldiği bir yaz tatilinde Aliağa’da çalışıp kalmaya karar vermiş. Eşi ile tanışıp evlenmiş. Cemgil isminde bir çocukları doğmuş ve sıkıntılar başlamış.
Çocuğunun sağlık problemleri nedeniyle vaktinin çoğu hastane odalarında geçen Nesrin bu süreci şöyle anlatıyor, “Çocuğumun dünyaya gelmesiyle, zorluklarım da başladı. Yeni bir canlı dünyaya getiriyorsun, bence en güzel duygulardan biri. Sonra çocuğumun sağlık sorunları başladı ve dokuz yıl mücadeleyle geçti. Hep hastanelerdeydik. Hâlâ da böyle geçiyor ama kendime her zaman, dik durmam lazım, dedim. Kırgınlıklarım, depresyona girdiğim zamanlar oldu. Sadece sorumluluğum olduğu için bununla mücadele etmeyi öğrendim.”

‘KADINLAR HEP ERKEKLERİN YÖNLENDİRMESİ ALTINDA ÇALIŞTIRILIYOR’
Aliağa’ya yerleştikten sonra hem çocuğunun sağlık problemiyle uğraşan hem de yaşam mücadelesi veren Nesrin, kentin en büyük rafinerilerinden Star Rafinerisine yemek hizmeti veren taşeron bir firmanın mutfağında çalışmış. Orada yaşadığı sıkıntıları tüm çalışan arkadaşları adına özetliyor: “Orada kadınları hep ağır işlerde çalıştırıyorlar ve çalışan kadınlar üzerinde firma sahiplerinin ciddi psikolojik baskıları oluyordu. Kadınlar en çok temizlik ve mutfakta çalışıyor. Sürekli bir erkeğin yönlendirmesi altında çalışıyorsun. Bana en çok dokunan şeylerden biri bu oluyordu. Kadın bir mutfakta çalıştığı zaman, evde ne yapıyorsa onu yapmasını istiyorlar. Kadının gelişmesine yönelik bir çalıştırma sistemleri yok. Kocaman kazanları temizlememiz isteniyor ama yanımıza yardımcı kimse verilmediği gibi belli bir iş tanımları da olmuyor. Sen meydancısın derlerdi ama bir bakmışsın kasapta bir bakmışsın pastanedesin. Her işi senden bekliyorlardı ama bu emeğin karşılığını alamazdık.”

‘YEMEKLERDEN SAÇ ÇIKIYOR DİYEREK, BAŞIMI KAPATMAYA ZORLADILAR!’
Nesrin bu firmada ayran içmelerinin bile yasak olmasından, fazla mesailerin ödenmesinin şirketin inisiyatifine kalmasına birçok sorunla yüz yüze geldiklerinden bahsediyor. İşyerinden ayrılma sebebini ise yemeklere çalışan kadınların saçlarının dökülmesi bahanesiyle başını kapatmaya zorlanması olarak anlatıyor. İşyerine geldiğinde tüm arkadaşlarını başları örtülü gördüğünü söyleyen Nesrin “Bana bone tak deseler kabul ederdim ama bize zorla beyaz başörtüsü takmamızı söylediler kabul etmediğim için işten ayrıldım” diyor.
Şimdi çalıştığı yemek firmasında işin yoğunluğundan kaynaklı fiziksel sorunları hâlâ devam ediyor, buna rağmen eski işyerinde yaşanan psikolojik baskının olmadığını anlatan Nesrin, sendikalı olmak fikrinden ise işçi kadınların korkuyla uzaklaştırıldığını, bir gün yemek dağıtmasalar işverenin onların sorunlarını dinlemek zorunda kalacağını söylüyor.


‘ÇOCUKLARIMIZIN CİHADI, SAVAŞI ÖĞRENMESİNİ İSTEMİYORUM!’
Nesrin bir anne olarak, değişen müfredata ilişkin endişelerini ise şöyle dile getiriyor, “Biz öyle çok paralar kazanan aileler değiliz. Emekçi insanlarız. Çocuklarımız devlet okullarına gidiyor. Son değiştirilen müfredatla çocuklarımız gerici, bilimsellikten uzak bir eğitime mecbur ediliyor. Ben bundan endişe ediyorum. Sen devletsen eğer benim çocuğuma eğitim vermek ve bu eğitimi bilimsel değerlerle yapmak zorundasın. Eğitimin içine cihadı koyup, birinci sınıftaki öğrencilere 15 Temmuz’u anlatmak doğru değil. Zaten televizyonlarda, savaş, kan, ölüm görüyor çocuklarımız bir de eğitimde bunu yapmalarını istemiyorum.”

‘SAĞLIK SİSTEMİ YÜZÜNDEN TÜRKİYE’DE YAŞAMAK İSTEMEZDİM’
Nesrin’e “imkanın olsa ne yapmak isterdin” diye sorduğumuzda kendi yaşamında sıkıntısını en çok çektiği alandan cevap veriyor; “Şimdi bu soruya cevabı çocuğumun sağlık koşullarını da düşünerek söylüyorum, Türkiye’de yaşamak istemezdim. Çünkü Türkiye’nin sağlık hizmeti berbat... Biz senelerce hastanelerde çok kötü koşullar altında kaldık.”
Nesrin, sağlık hizmetinin paralı ve özensiz oluşu karşısında isyan ediyor, “Benim oğlum Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Bölümünde tedavi görüyordu. Bekleyebilecek bir hastalığı yok. Böbrekler çok hızlı protein üretiyorlar bu yüzden eve gideyim de oda boşalınca geleyim diyemezsin, ama sana diyor ki ‘ücretsiz odamız yok, ücretli odamız var.’ Biz bunu ilk duyduğumuzda şaşırdık. ‘Otelde mi kalacağız’ diye sorduk. Mecbur olduğumuz için kaldık. Odalar temiz değil. İkimiz de enfeksiyon kaptık. Çocuk bölümü olmasına rağmen orada yatan çocukların vakit geçirebileceği alanlar yok. Gerçekten gidip görseniz, ciddi tedavilerle uzun süre yatmak zorunda kalıyorsunuz ama size sundukları doğru düzgün bir sağlık hizmeti yok. Bunun ne kadar yanlış olduğunu dokuz yaşındaki çocuğum bile bir gün eczaneye gittiğimizde söyledi. ‘Ben anlamıyorum ya sağlık neden ücretsiz değil’ dedi. Bizim ekonomik durumumuz belli, bir gecesi yetmiş beş liraya odalarda uzun süre kalıyoruz. Biz bununla nasıl baş edebiliriz ki?”

İlgili haberler
Mersin’den Ankara’ya Ayşe’nin hikayesi

Hep böyle çalıştım ama kimseye boyun eğmedim. Boşandıktan sonra geri evlendirmek istediler beni, ‘Bi...

Kim ne der diye düşünmeyi bıraktım, özgürleştim

Sincan’da usta bir oto lastikçi olan Gülseren namı diğer Gül abla ile tanıştınız mı?

Helin

Valizlerini, çocuklarını topladığı gibi çıkar yola. Biri karnında ikisi yanında kızları ve artık ces...