Söz bizim artık, susma sırası sizde!
Her yıl aynı coşkuyla kalkıp gidiyoruz alanlarda 1 Eylül Dünya Barış Gününü kutlamaya, savaş tamtamlarına karşı barışı ve kardeşliği savunmaya…

“Çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın” der Nazım bir şiirinde. Ne ürkütücü tarif… Savaş söz konusuysa ilk çocuklar gelir aklımıza ve vahşetin boyutunu ilk olarak çocukların yaşadıklarıyla tarifleriz. Ardından da kadınları düşünürüz, savaşlarda her türlü istismarın mağduru kadınları…

Çocuklarımıza ad olarak seçiyor olsak da savaş ürkütücü, çirkin bir kelimedir. Oysa barış kelimesi öyle mi, kulağa çalındığında ılık esintili bir ormanda yürüyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Dünyaca kabul edilmiş günü bile var ama ne yazık ki onun da sebebi dünyanın en büyük ikinci savaşı. Savaşlar son bulsun, “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler” diye kabul görmüş bir gün 1 Eylül, ancak 1945’ten bu yana ne savaşlar durdu ne de buna bağlı canlı ölümleri…

SAĞLIKLI ÇOCUKLAR YERİNE ÖLÜLER VE YIKILMIŞ ŞEHİRLER

2. Dünya Savaşının ardından yaşanmış bir liste dolusu savaş var. Vietnam ya da Kore savaşları fotoğraf karelerinde tanık olmaya devam ettiğimiz savaşlardan. İsrail saldırıları nedeniyle 1948’den bu yana ateşin hiç sönmediği Filistin’de yaşananlar hafızalarımızın en canlı yerinde yer almaya devam ediyor. Ve Ukrayna, 10 yıl önce askeri çatışmalarla başlayan, sürmekte olan ve bu çağda tanıklığını yaptığımız bir diğer savaş. Suriye savaşı ise ülkede yaşayan mülteciler nedeniyle etkilerine birinci dereceden tanık olduğumuz başka bir savaş. Günümüzde savaşlar sürmeye, her devlet ekonomisi oranında savaş sanayisine yatırım yapmaya devam ediyor. Bu yatırımlar eğitime ve sağlığa ayrılan bütçeleri kat be kat aşsa da… Sonuçsa daha sağlıklı çocuklar değil binlerce ölü ve yıkılmış şehirler.

Elbette dün Vietnam, bugün Suriye ya da Filistin ülke savunması ve güvenliği için diğer devletlere oranla daha az yatırım yaptığından saldırılara maruz kalmadı. Her savaşın kendi içindeki dinamiği farklı yönleriyle tartışılsa da 1945 sonrası ortaya çıkan savaşlarda amaç iki dünya savaşının sebebinden farklı değil: Devletleri yöneten emperyalist güçlerin dünya denilen koca pastada en büyük dilime sahip olmayı istemesi. Çünkü dilimin boyutu arttıkça sanayi ve ticaret havzası genişliyor. Bu yüzden emperyalist devletlerin savunma ve güvenlik adı altında savaşa ayırdığı trilyonlarca dolar bizim dudaklarımızı uçuklatırken dünyanın parmakla sayılan zenginlerinin matematik hesabını hiç yormuyor. Amerika’da ya da İngiltere’de daha kaliteli silahlara yatırılan milyon dolarlar Bangladeş’teki bir tekstil atölyesinde çalışan kadınların sırtından ter olarak akıp gidiyor.

KANDAN BESLENEN SÖMÜRÜ ÇARKI

Dünyadaki emperyalist devletlerin savaşa yatırım yapmak konusunda ciddi sebepleri var. Onlar daha fazla kan akarken daha çok sömürmenin peşinde koşuyorlar. Dünyada yaşanan bu tablo ne yazık ki bize de çok uzak değil. Türkiye’yi yönetenler de emperyalizmin kucağında o kadar rahatlar ki işin sırrının savaş sanayisine daha fazla yatırım yapmaktan geçtiğinin farkındalar. Bu sebepledir 2023 yılındaki bütçe neredeyse iki katına çıkarılarak 971 milyar lira olarak öngörülmüş. Elbette harcanan çok daha fazlası…

BÜTÇE TRİLYONLUK GÜVENLİK KURUŞLUK

Eğitim, sağlık gibi en temel insan haklarına ayrılmayan bütçeler silahlanmaya ayrılıyor, ama bırakalım sınır dışını ülke sınırları içinde bile güvende değiliz. Çocuklarımız sadece aç uyumuyor zaman zaman kayıplara karışıyorlar ve milyonlar ayrılan güvenliğimizin bir parçası kolluk kuvvetleri bu çocukları günlerce bulamıyor. Üstelik sadece çocuklar değil kadınları da yutuyor bu ülke. Mesela Gülistan Doku gün değil yıllardır aranıyor ama bulunamıyor. Kaybolmakla da kalmıyoruz, övündüğümüz, canımızı emanet ettiğimizi iddia ettiğimiz güvenlik güçleri özellikle bölge illerinde bize yaşamı zindan ediyor. İpek Er'in yaşadıkları, kadın mücadelesinin hafızasında tazeliğiyle dururken bir uzman çavuşun bizim için ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor.
Savaşa ayrılan bütçeler karşısında bizler ne yazık ki güvenli değil her geçen gün daha güvensiz hissetmeye başlıyoruz. Bu yüzden sınır ötesi askeri operasyonlar biz kadınları daha derinden etkiliyor. “Biz buralarda bu kadar güvensiz yaşarken sizin oralarda başka kadınlara da hayatı zindan etmeye ne hakkınız var!” diyor içimizden bir kadın sesi. Neyse ki ses olarak kalmıyor da sadece savaşa ayrılan bütçelere değil topyekûn savaşa karşı çıkmanın bir anlamı oluyor.

ZEYTİN DALI ELDEN ELE

Her yıl aynı coşkuyla kalkıp gidiyoruz alanlarda 1 Eylül Dünya Barış Gününü kutlamaya, savaş tamtamlarına karşı barışı ve kardeşliği savunmaya… Emperyalist savaşların karşısındaki tek ve etkili yolun yine bir arada sırt sırta olmaktan geçtiğini biliyoruz. O alanlarda kadınların eliyle gökyüzüne kalkan bir zeytin dalı Lysistrata’nın sesinde dilden dile evriliyor: “Söz bizim artık, susma sırası sizde!” “Bijî aşitî"

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Kadınlar barış istiyor!

Ülkenin dört bir yanında baskıya ve yasaklara rağmen sokağa çıkan kadınlar barış talebinde bulunuyor...

Barış ve kadın hakları mücadelesinde bir öğretmen:...

Danimarkalı kadın hakları savunucusu Clara Sophie Tybjerg, bir yandan savaşa karşı mücadele ederken...

Savaşa ve faşizme karşı gözü pek bir hemşire: Gert...

Naziler için çöp toplayan kadınları, ‘Yapmayın, her topladığınız çöp savaşı uzatıyor’ diyerek pasif...