Sosyolog Dr. Lülüfer Körükmez, barış bildirisinin ilk imzacılarından olduğu için Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’ndeki görevine son verilen akademisyenlerden biri. Lülüfer hoca 14 yıldır üniversitede öğrenci yetiştiren, pek çok önemli çalışmaya imza atan, giderek daha çok kırılganlaşan toplumsal dayanışmanın bilgisini üreten ve tarihini not düşen bir akademisyen. Onu bir taraftan da İzmir’in hemen her sokağında yaşam mücadelesi veren mültecilerle ilgili çalışmalarıyla da tanıyoruz. O, barışın sadece bu coğrafyanın 30 yıldır kanayan savaş yaralarının derman bulması için değil, sınırlar dışında yaşanan hiç bir savaşın orada kalmayacağını, bize atar damarlarımız kadar yakın olacağını söyleyen, bunun için de bir akademisyen olarak pek çok bedel ödemekle karşı karşıya kalsa da “barış” demekten vazgeçmeyen bir bilim insanı. Yaşadıkları, bugün Türkiye’de yüzlerce akademisyenin uğradığı haksızlığın bir örneği. Tam da bu nedenle “adalet”i onunla konuşmak istedik. Lülüfer hoca, adaletin barışsız olmayacağını, adalet talebini yükseltmenin tüm haksızlıklara bir direnme biçimi geliştirmenin yollarından biri olduğunu söylerken kendi deneyimiyle bilimsel bilgisini buluşturarak konuşuyor.
Gündemin en önemli başlıklarından biri “adalet yürüyüşü”. Destekler de çok, ama eleştiriler de öyle. Siz “adaletsizliği” derinden yaşayan bir akademisyen olarak bu yürüyüşü nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP’nin elbette içinde bulunduğumuz otoriter ortamın oluşmasına katkıları azımsanamaz ve şiddetle eleştirilmelidir. Adalet yürüyüşünü, ancak kendi partisinden bir milletvekili tutuklanınca başlatması, daha önce sokak hareketlerine yönelik tutumu bütün bunları eleştiriyorum ben de ve bir kenarda tutuyorum. Ancak, yine de, adalet yürüyüşünün sadece CHP’li milletvekilleri için olmadığını anlatmaları, göstermeleri durumunda anlamlı olacağını ve gerçek bir etki yaratabileceğini düşünüyorum. Yürüyüşün Edirne’ye kadar uzatılması, yani HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yattığı cezaevine kadar uzatılması, elbette çok önemli bir gösterge olacaktır bu noktada. Adalet sadece “bana kadar”, “benim anladığım biçimiyle” “bana benzeyene” diye savunulmaya çalışıldığında, artık zaten adaletten bahsedilmiyordur.
Ayrıca, bütün eleştirilere ve bu sürecin ortaya çıkmasındaki sorumluluğuna rağmen CHP, bu ülkenin ana muhalefet partisi ve o partinin başlattığı bir hareketle adaletin ve demokrasinin yeniden tesisine ilişkin bir adım atılabilecekse, bir inisiyatif ortaya çıkacaksa, çıkma ihtimali varsa, desteklemekte fayda var diye düşünüyorum. Bu hareketi desteklemek de CHP’yi temize çıkarmak ya da ona destek vermekle aynı anlama gelmez bence.
Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın açlık grevinde tehlikeli bir sürece girildi, ölüm sınırındalar. İki eğitimcinin talebi işlerine geri dönmek. Benzer bir haksızlık sürecini yaşayan bir akademisyen olarak böylesi bir kritik süreci yaşayan iki meslektaşınızın durumunu düşününce ne hissediyorsunuz?
Nuriye ve Semih, direnişin sembolü oldu. Elbette ki isteğimiz, dileğimiz bir an önce serbest bırakılmaları. Onların kaybedilmesi, gözlerimizin önünde, an be an gerçekleşen kaybın izlenilmesi anlamına da gelecek ve bu vicdanlarımızda, toplumsal vicdanda onarılmaz ağır bir yara bırakacak.
İktidar herhangi bir eylemin büyüyerek kitleleri içine almasından korkuyor. Bu nedenle Nuriye ve Semih hapsedildi: diğerleri etrafında toplanmasın, eylemlerini izole biçimde sürdürsünler ve maalesef günden güne zarar gören bedenlerini diğer gözler görmesin.
Peki KHK’lar, OHAL, muhalif kesim ve basına yönelik baskılara nasıl yanıt verilebilir?
Pek çok ortamda verilen mücadelenin yetersizliğini konuşuyoruz. Bu bütün kesimler için geçerli: KHK’lanmış olanlarlar, KHK’lanmamış olanlar, sendikalar, siyasal partiler, vs. vs. Ancak bir yandan da bu süreci anlıyorum, hepimiz gerçekten çok fazla yara aldık ve travmatize olduk. Daha önce bildiğimiz, yaşadığımız baskı dönemlerinden de farklılaşan bir süreç. Bence, biraz yavaş ve geç kalarak da olsa, başka başka direnme yöntemleri ortaya çıkacaktır. Bunların neler olabileceğini bilmiyorum gerçekten. Örneğin, çeşitli şehirlerde oluşturulan dayanışma akademileri bence direniş biçimlerinden bir tanesi. Buna benzer başka yollar da ortaya çıkacaktır. Ancak henüz geniş kesimlere yayılan ve etkin bir direniş ve mücadele hareketi henüz oluşmadı elbette.
İlgili haberler
Dayanışma Akademisi ile yola devam...
KHK ile Kocaeli Üniversitesinden ihraç edilen “Barış için Akademisyenler” bildirisi imzacısı 19 akad...
OHAL’de kadınlar yalnız bırakıldı, eve kapatıldı,...
OHAL, bir çok yönüyle tartışılmaya devam ederken kadınlar OHAL’i nasıl yaşıyor, yaşadıkları zorlukla...
OHAL VE KHK’lere karşı yaşasın dayanışma!
KHK’lerle mesleklerinden ihraç edilen eğitim emekçileriyle dayanışma kermesi ve şenliğinde buluştu....
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.