Gıda işçisi kadınlar: 'Ürettiğimiz reçeli yedirmiyorlar'
"Yan yana otururken hiç konuşmamızı istemiyordu. Sınıftaki çocuklar gibi konuştuğumuzda ayırıyorlar. Doğum günü kutluyorduk iş yerinde, onu bile ortadan kaldırdılar"

“Salonumdaki bitkinin çiçek açtığını, çiçeğin yere düşmüş kırıntısından fark ettim. Düşünün o kadar süre salonuma girememişim: bitki tomurcuk vermiş, çiçek açmış, çiçek kurumuş düşmüş.”

Emekli bir cam işçisi böyle anlatıyor uzun mesailer ardından evde kendine kalmayan vakti. Sabah 8 akşam 11, her gün mesai ile çalışıp eve gelince zar zor duş alıp biraz uykuyla ertesi güne başlıyor. Hatta öyle ki şakayla karışık çalıştığı bandın üstünde camları koydukları raflara yatak yapmayı bile teklif etmiş müdürüne. “Müdür ‘Mesaiye kalmayan işe gelmesin’ diyor, hadi buradan yak. Ev geçindiriyor insanlar ne yapacak? Yeni gelen kalmıyor ama yıllarca çalışan işçiler kıdem haklarını bırakıp çıkıp gitmek istemiyorlar” diye anlatıyor. Emekliliğini de dört gözle bekliyormuş Handan* ama şimdi, emekli olmasına rağmen gıda fabrikalarına günübirlik işlere giden bir taşeron işçi olarak çalışıyor. “10 bin lira emekli maaşıyla kim, nasıl geçinsin?” diyor. İnsanca olmayan çalışma koşullarında her gün bir fabrikadan diğerine koşturuyor şimdi.

Handan ile, Ayşe’nin aracılığıyla tanışıyoruz. Handan’ın aksine Ayşe, “Ben emekli olamayacağımı biliyorum, emekli olma gibi bir ümidim yok. Bakmıyorum bile kaç günüm kaldığına emekliliğime” diyor; şu anda “yerli ve milli” olarak reklamı yapılan büyük bir gıda fabrikasında çalışıyor. Yıllarca çalıştığı bölümde “sesi çok çıkınca”, daha küçük, hava bile almayan başka bir bölüme kelimenin tam anlamıyla sürgün ediliyor. Ayşe’nin çalıştığı fabrikada pek çok gıda fabrikasında olduğu gibi orta yaş ve üstündeki kadın işçi sayısı çok fazla. Ayşe, yeni işçi alımı yapılırken çok az genç işçi alındığını çoğunlukla 40 yaş üzeri kadın işçi işe alındığını anlatıyor çünkü “Gençler çok uzun süre durmuyor.” İşçilerin ücretleri ise kıdemlerine bakılmaksızın birbirinin aynı. 10 yıllık işçi ile 2 yıllık işçi aynı ücreti alıyor. Ne yan hakları var ne primleri. Ayşe’nin tek iyi olarak tarif ettiği hakkı, özel sağlık sigortası çünkü çalışmaktan fıtık olduğunda tedavisini özel hastanede yaptırabiliyor.

Çıplak ücret olarak asgari ücret alınca ek mesai bir zorunluluk olarak görülüyor işçilerce. Önceden işçiler 2 vardiya çalışırken şimdi bir vardiya ek mesailer ile neredeyse her gün zorunlu mesaide çalışıyor. Sabah 7.30’dan akşam 10’a. İşçilerin bedeni tükenirken patron için üretim, daha az işçi ücreti ödeyerek aynen sürüyor. Pandemide çalıştığı gıda fabrikasının bu değişimi yapmasını kolaylaştıran bir dönem olmuş. “Kiracıyım, çocuk okutuyorum, eşimden ayrıyım, istemesem de ben de kalıyorum mesaiye” diyor Ayşe. Ancak kocasından ayrı olduğunu iş yerine söylememiş, bilinsin istemiyor. Sebebini de “İhtiyacın olduğunu, oraya muhtaç olduğunu düşünürlerse daha çok ezerler” diye açıklıyor. Handan da hak veriyor: “Tabi mecbur kaldın mı çok yıpratırlar, çok ezerler.”

PATRONUN BASKISI İŞÇİLER İÇİN TUVALET KABUSU

Geçtiğimiz günlerde bir patronun iş yerinde bir ay içinde işçilerin tuvalete gittiği süreleri ve bu vaktin “maliyetini” hesaplayıp isim isim bir liste ile asması sosyal medya platformlarında gündem olmuştu. İşçilerin en temel ihtiyacı olan tuvalete gidebilmek bile patronların kârları için baskı ve mobbing ile kısıtlanmaya çalışılıyor. Ayşe’nin çalıştığı büyük gıda fabrikasında da bu şekilde: “500 kişiyiz, 4 tanecik tuvalet var. Gerçekten halimiz içler acısı.” Handan da ekliyor: “Bizim cam fabrikasında da 2 taneydi tuvaletler, imalatta, paketlemede hep kadınlar olmasına rağmen.” Bant sisteminde yerine birini bulmadan tuvalete gitmeleri imkansız. Ayşe şöyle anlatıyor: “Kadınız, tuvalet ihtiyacımız oluyor. Makineyi kapatır kapatmaz, kulağı bizde ya ustanın, hemen koşarak geliyor. Rica minnet yerime bakmasını isteyip tuvalete gidebiliyorum.” Su içebilmek için 2 dakika boş olan biriyle göz göze geldiğinde işaret edip su isteyebiliyor. Havalandırmasız bir odada çalışan Ayşe, yazın herkesin pervane için kavga ettiğini söyledi. Hem yoğun koku altında hem sıcakta çalışıyor. “Kışın sıcak oluyor en azından” diyor.

Ayşe fabrikasında yemekhanede hep patates yapıldığını söylüyor. Patates yemeği, patates oturtma, patates kızartması, haşlanmış patates, sulu patates, köftenin yanında patates… Kahvaltıda ise yuvarlak bir poğaça verildiğini söylüyor ve ekliyor: “Orada biz reçel, kahvaltıda yenebilecek şeyler üretiyoruz. Hiçbirini kendi işçilerine kahvaltıda vermiyorlar.” Fabrikada verilen yemeklerin tüm işçilerde mide ağrısına sebep olduğunu ekliyor: “Mide ağrısından gelenlere iş yeri doktoru ‘Bıktım hepinize mide hapı vermekten’ diyor. Herkes mide hastası. Yemekler çok yağlı oluyor.” Handan da gündelik gittiği fabrikaların hiçbirinde yemeklerin iyi olmadığını, hep midesinin ağrıdığını söylüyor. Kimi yerde yemeklerin içinden bulaşık teli çıktığını kimi yerde böcek bile çıkabildiğini ifade ediyor. Resmini çekip iş yerine göndermelerine rağmen bir değişiklik yapılmadığını söylüyor.

Şimdi ise gece gündüz işçileri çalıştıran Ayşe’nin fabrikası işçilere yıllık iznini kullandırtıyor bir hafta zorunlu olarak.

SENDİKALAŞMA ÇABALARI

Ayşe bahsettiği kötü koşullardan tüm işçilerin rahatsız olduğunu ama hem birbirine güvenmediklerini hem de işten atılma korkularının çok fazla olduğu için sendikalaşmaya yaklaşmadıklarını söylüyor. İş yerinde işçilerin ustalar tarafından “Sendikalaşırsanız biz öğreniriz” tehdidi ile korkutulduğunu, patronun bunu bilemeyeceğini anlatmaya çalıştığında arkadaşlarını ikna etmekte çok zorlandığını anlatıyor. Patron işçilerin bant başında işlerini yaparken konuşmasından bile korkuyor. Kadın işçilerin anlattıklarına göre: “Yan yana otururken hiç konuşmamızı istemiyordu. Sınıftaki çocuklar gibi konuştuğumuzda ayırıyorlar. Doğum günü kutluyorduk iş yerinde, onu bile ortadan kaldırdılar birbirimizle iletişim kurmayalım diye.”

Ayşe, Gıda-İş ile buluşturduğunda çevresindeki işçi kadınları, fikirlerinin değiştiğini söylüyor: “Kendi haklarını bilmiyorlar, iş yeri de korku salıyor işçilere sendikalaşmamaları için.” Ancak işçileri sendika ile buluşturduğunda, sorunlarını birlikte yan yana tartıştıklarında arkadaşlarının fikirlerinin değiştiğini de ekliyor.

*Kadın işçilerin isimleri güvenlikleri sebebiyle değiştirilmiştir.

OLCAY OZAK: ‘GÜVENCELİ ÇALIŞMA HAKTIR’

Gıda-İş Genel Başkanı Olcay Ozak, çoğu kadın olan gıda işçilerinin yüzde 90’ının sendikasız olduğunu ve bunun bir kısmını da günlük yevmiye hesabı çalışanların oluşturduğunu, örgütsüzlüğün iş yerlerindeki sömürü koşullarını ağırlaştırdığını söylüyor.

Pandemiden sonra pek çok yerde çalışma saatlerinin 12 saate çıktığını ve bunun sabitleştiğini belirten Ozak, haftanın en az 5-6 gününün zorunlu mesailer ile devam ettiğini söylüyor: “10-12 saat çalışma, organize sanayilerin normali olmuş durumda. Uzun çalışma saatlerinin tüm işçiler üzerinde olumsuz etkileri olmasıyla birlikte kadınlar üzerinde daha yıkıcı etkileri de oluyor. Çalışan kadınların büyük bir kısmının ev içerisinde üstlerine yıkılan angaryalar da var. Kadın işçiler bunun onlardaki yıpratıcı etkisini çok sık dile getiriyorlar. Çözüm önerisi olarak örgütlenmek, birlikte mücadele ederek bu koşulların değiştirilmesini ortaya koyuyoruz ama iş güvenceleri o kadar zayıf ki bir sendikaya üye olmak onlarda işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıya kalma korkusu yaratıyor. Bu yüzden sendikalaşmak kadınlar için kolay yaklaştıkları bir tercih olmuyor. Her ne kadar kadınlar mücadeleye atıldığında o mücadele başarıya ulaşıyor desek de kadınların mücadeleye katılma süreci de onlar için zor oluyor. Uzun çalışma saatleri patronlar açısından canının istediğinde işçiye yoğun mesailer yaptırıp, pazar durumuna göre de işçiyi ücretsiz izne çıkarıp, kışın dahi işçiye yıllık iznini kullandırıp stoklarını tüketmeye çalıştığı bir alan yaratıyor kendine. Yıllık izne çıkartırılırken de üretim fazlalığı, fabrikanın bakım ihtiyacı gibi bahaneler sunuyorlar.”

SÖMÜRÜ VAHŞİLEŞİYOR

Gıda iş kolundaki işçilerin yüzde 10’unun sendikalarda örgütlü, bunun daha azının da toplu iş sözleşme yapma hakkına sahip olduğunu belirten Ozak, “Çalışma koşullarında ve sömürüde vahşilik; güvencesiz, örgütsüz ortamda kendiliğinden ortaya çıkıyor” diye ekliyor.

Ozak, gıda iş kolunda ücretlerin asgari ücret veya onun biraz üzerinde olduğuna dikkat çekiyor. Örgütsüz olan, açlık sınırında ücret alan işçilerin iş yerlerinde “Mesaiye kalmıyorum, beni yazma” dediğinde işsizlik tehdidi ile karşı karşıya bırakıldığını belirten Ozak, işçilerin temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ücret alabilmek için insanca olmayan çalışma koşullarına rağmen zorunlu mesailere tepkisiz kalabildiklerini söylüyor: “Bu bir kısır döngü. Ücretleri baskıla, fazla çalışmaya zorla, ücretler düşük olduğu için mesai yaptığında alacağı para da düşük oluyor. Patronun kârını artırıyor. Ücretlerin artırılması, çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi, 7 buçuk saatlik çalışma, haftada 2 gün izin işçiler için yaşamsal bir yerde duruyor. Biz de işçileri insanca yaşayacağımız bir ücret, insanca çalışma koşullarını oluşturacağımız bir mücadeleye, sendikal örgütlülüğe çağırarak çalışmamızı sürdürüyoruz.”

Handan gibi gıdada yevmiyelik işçi sayısının az olmadığını belirten Ozak, gıda fabrikalarına giden kadınların çoğunun 50 yaşın üstünde olduğunu ekliyor. Yevmiyelik işçi sürecini şöyle anlatıyor: “Yevmiyelik işçi simsarları var. Üzerinde bir iş yerine gittiğine dair ibaresi olmayan servisler, işçi toplama noktalarından günlük işçi seçip alıyor. Artık sosyal medya üzerinden de yevmiyelik iş ilanları açılıyor. Eğer seçilirse kadınlar o gün gidip yevmiyesini alıyor, ertesi günü belirsiz. Örgütsüz oluyorlar, sigortasız çalışıyorlar, hiçbir güvenceleri yok.”

Handan gibi emekli olup emekli maaşıyla geçinemeyen sayısının çok olduğunu belirtiyor. Ozak, EYT’den yararlanan emekli işçilerin emekli maaşı ile yaşaması mümkün olmadığı için ya çalıştığı fabrikada devam ettiklerini ya da başka bir iş yerinde çalıştıklarını söylüyor. Emeklilerin işten çıkarılma ve başka bir yerde iş bulamama korkusuyla sendikalaşmaya daha uzak durabildiğini ekliyor. Sigortalı olan herkesin sendikalara üye olabildiği gibi emeklilerin de üye olabildiğini hatırlatıyor.

TAŞERON, ÖRGÜTLÜLÜK ÖNÜNDE ENGEL
Kurumsal fabrikaların da belediyeler gibi kendi alt firmalarını kurduğuna dikkat çeken Ozak, şirketlerin işçileri kendi taşeronunda daha ucuza çalıştırdığını söylüyor: “Ülker, kendi alt firmasını kuruyor. Ülker işçileri sendikalıyken, Ülker’e bağlı taşeron firmada çalışan işçiler sendikasız, güvencesiz, daha düşük ücrete çalışıyor. Böyle çok fazla yer var. Bu da örgütlülük önünde büyük bir engel, örgütlülüğü kırmak için patronlar tarafından bu yöntem kullanılıyor.”
Kamu yemekhanelerinde taşeron işçiler olduğunu ve hiçbir haktan faydalanamadıklarına dikkat çeken Ozak, “Hastanelerin ekipmanlarıyla üretim yapıyor işçi. Devlet neden kadroya almıyor yemekhane işçilerini? Promosyondan hastane personel kartına, sosyal haklara kamu işçisinin faydalandığı pek çok haktan faydalanamıyorlar. Kamuda çalışan yemekhane işçileri kadro talep ediyor.”
Esnek çalışma 12. Kalkınma Planı ile halka bir müjde gibi sunulurken bir esnek çalışma türü olan taşeron çalışmanın neden yaygınlaştırılmak istendiğini Olcay Ozak şöyle açıklıyor: “Taşeron çalışma sermayeye o kadar çok olanak sağlamış ki buradan elde edilen kazanç patronlar açısından iştah açıcı ve bunu daha da çok kullanmak istiyorlar. İşçiler için ise taşeron çalışma kölelik, haksızlık hukuksuzluk anlamına geliyor.” Ozak, güvenceli çalışma koşulları için mücadelelerini sürdürdüklerini ekliyor. 

Kapak fotoğrafı: Pixabay

Fotoğraf: Gıda-iş

İlgili haberler
Gıda işçisi genç kadınlar insanca yaşam istiyor

Gıda sektöründe çalışan ve evlisinden, bekarına evlilik hazırlığı yapanına kadar ‘Nasıl geçineceğiz’...

Kadınların emeği güvencesizlik ve esneklik kıskacı...

Ankara’da bir araya geldiğimiz kadınlar ya iş veren tarafından ya da eşleri tarafından güvencesiz ve...

OVP'nin kadın yüzü: Güvencesiz çalışma, derinleşen...

Türkiye'nin önümüzdeki üç yıla dair ekonomik hedeflerinin yer aldığı Orta Vadeli Programın kadınlara...