Erkek şiddeti sadece kadınları mı hedef alır?
Önce ölmemek hayatta kalmak sonra özgürleşmek için, kadınlar ve çocuklar için neler yapılabilir? Babaları tarafından öldürülen çocukların ardından Psikolog Banu Bülbül yazdı…

"Boşanmak üzere olduğu eşi arayıp 'çocuklarını öldürdüm' dedi... 'Beni bu adamdan kurtarın dedim, kimse sesimi duymadı"

Bu haberi görmüş olmalısınız. İki kız çocuğu, babaları tarafından öldürüldüğünde biri 4 diğeri 2 yaşındaydı. Babaları elbette “cinnet” geçirmişti. Bu olay adamların “cinnet” geçirerek eşlerini, sevgililerini, çocuklarını öldürmesinin ilk örneği değildi ne yazık ki... 5 Kasım 2017’de babası tarafından bıçaklanarak öldürülen 9 yaşındaki Yiğitcan’ın haberini okumuştuk, acısı henüz tazeydi. Onun silinememek üzere hafızalarımıza kazınan fotoğrafı yeniden canlandı gözlerimizin önünde. Bir kez daha gördük ki, ölen çocuklar birbirini anımsatıyor, onların unuttuğumuzu sandığımız yüzleri belleğimizde hesap sorarak yaşamaya devam ediyor. Çünkü insanı insan yapan özelliklerinden biri de çocuklarını ve bakım gereksinimi olan üyelerini koruyan topluluklar halinde yaşayabilmesidir ve biz öldürülen her çocukla başkalaşıyor, yabancılaşıyoruz. Yiğitcan’ın ve önceki gece Maltepe’de öldürülen iki küçük kız çocuğunun yiten yaşamları, annelerinin geride kalışındaki acı ve zorluk bizlere “aile içi şiddet”le adını doğru koyarsak erkek şiddetiyle mücadele yükümlülüklerimizi anımsatıyor.

“Çocuk ölümü”nü duymak bile insanı zorlarken “çocuk cinayeti” haberleri almak hele de “babanın katil olduğu çocuk cinayet”lerden söz etmek hepimiz için sarsıcı. Böyle bir haberle hücum eden duygularımızla birlikte düşünmek, çocukların ölümü üzerine düşünmek kolay değil. Ama düşünmek lazım, sözü, çözümü üretmek lazım.


Yine çocuklar babaları tarafından öldürüldü!

SÖZ KONUSU CİNNET DEĞİL!
Öncelikle değinmek istediğim konu haberlerin veriliş biçimi; çocuklarını ve kadınları öldüren erkekler için basında sıklıkla “cinnet geçirdi” ifadesi kullanılıyor. Böylesi bir anlatı sanki bu adamlar bir çeşit hastalık yüzünden ansızın cinayet işlemişler anlamını doğuruyor. Oysa çocuklara cinsel istismarda bulunanların çok büyük bölümü pedofili olmadığı gibi kadınlara ve çocuklara şiddet uygulayan erkeklerin önemli bir bölümü de “hasta” değil. Peki nasıl tanımlamalı? Net biçimde suçlular, katiller... Bu erkekler “normal” koşullarda yumuşak, uysal, şiddetsiz ilişki ve iletişim kurmayı becerebilen ama sonra bir gün “delirip” “cinnet geçirerek” çocuklarını öldürüveren kişiler değiller. Peki bu şekilde haber yapmanın yol açabileceği sıkıntılar neler? “Bir adam bir gün cinnet geçirdi ve...” biçiminde yapılan haberler sorunu bireyselleştirerek kamusal sorumlulukları görünmez kılıyor. Oysa erkek şiddeti toplumsal bir sorundur, ataerkil sistemin bir sonucudur. Öte yandan haberle karşılaşan çocuklar için “cinnet” her babanın her an geçirebileceği bir hal olarak düşünülebilir. Adeta bir virüsün yol açtığı bir hastalık gibi... Nasıl önleneceğine dair içinde yaşanılan toplumun, kurumların bir fikri yokmuş gibi anlar çocuk... “Her şey yolunda gidiyorken bir baba ansızın “cinnet” geçirebilir ve “çocuklarını öldürebilir” anlamının çıktığı haberler çocukların içinde bir kaygıyı harekete geçirerek onun ruhsallık alanına kontrolsüz bırakıverir. Oysa ne bir virüstür söz konusu olan ne de anlamı belirsiz bir “cinnet”tir geçirilen. Kışkırtılan ve kontrolsüz bir şiddetin çığrından çıkarak kendi çocuklarını ve kimi zaman erkeğin kendisini de yok etmesidir. Bu şiddet nasıl mı kışkırtılır? Bakınız çocuğu öldüren katilin erkek kardeşi Ekrem Yardım nasıl devam ediyor erkek şiddetini tahrik etmeye; "Bir baba o hale nasıl gelebilir. Anne sebebiyet vermiş ki olmuş. Daha ilk defa zorla aldı. İkinciyi almasında bir şey yaşanmış ki bu hareket yaşanmış. Telefon açıp çağırıyor. Geliyor kardeşim. Polisleri çağırıp aldırıyor. Bir daha oluyor yine polislere yakalatıyor. Ondan sonra kadın cinayetleri oluyor. Ne gerek var bunlara. Devlete rica ediyorum. Biraz da erkekleri düşünsün."

HEDEF ÇOCUKLARIN ANNELERİ
9 yaşındaki Yiğitcan’ı öldüren Baba Nezir T’de, eski eşlerini yani çocukların annelerini arıyorlar ve “çocuğunu/çocuklarını öldürdüm, gel şimdi al” anlamına gelen cümleler kuruyorlar. Şiddet eyleminin hedefini bu telefonların ulaştığı adreslerde aramalıyız bence. Bu adamlar kendilerinden kaçan kadınları hedef alıyorlar hala. Eski eşini kendisinden boşandığı yani ayrıldığı için cezalandırmak istiyor ve bu nedenle çocuğunu/çocuklarını mahkemelerin hak olarak verdiği günlerde alıyor kimi babalar. Çocuklarıyla görüşmek, onlara emek vermek için değil sırf eski eşlerinin zihnine girebilmek, oraya girip de ruhuna korku salabilmek için bir tehdit unsuru olarak çocuklarını alan babalar...

EŞİTSİZLİKTE ‘UZLAŞI’ OLMAZ
Haberleri gören kadınlar, şiddet de görse boşanmaktan kaçınabilir. Nitekim böylesi kadınların varlığı da sır değil. “Boşanacağım da ne olacak? Bu adam yine peşimde olacak. Sığınaklarda gizli saklı bir yerlerde yaşayacağım, adam çocuklarını görecek sonra onlara ne yapacağını kim bilir? En iyisi burada kalayım da olabildiğince çocuklarımın can güvenliğini sağlayayım” diye düşünen ve evlerde rehin tutulan kadınlardan söz ediyorum ve kadınların rehinliği üzerinden korunan “aile” kurumundan, kadınların acıları pahasına düşürülen boşanma oranlarından... “Uzlaşmak” sözcüğünün anlamı kötü bu topraklarda “uzlaşmak” aslında “teslim olmak”. İşçilerle patronlar “uzlaşıyor”, kadınlar kocalarıyla “uzlaşıyor”. Oysa kendini ifade edebilen, çatışma becerisi geliştirebilmiş, farklılıkların kabul edilebildiği, karşılıklı tercihlerin tartışılabildiği eşit ilişkilerde “uzlaşı” olur. Çatışmanın olanaksız olduğu, bir kişiye, cinsiyete susmanın ve boyun eğmenin reva görüldüğü, ayrılma hakkı bulunmayan, evin içindeki ve dışındaki yaşama ilişkin eşitsiz işbölümünün yapıldığı ilişkilerde uzlaşı olmaz, boyun eğme olur. Oradan da şiddetin türleri çıkar. Oradan ruhları öldürülmüş kadınlar, oradan cinayetler çıkar.

KADINLAR BİLİR Kİ YARA DERİNLERDEDİR
Bu haberlerden öğreniyoruz ki; defalarca şiddet uyguladığı bilinen, uzaklaştırma kararları bulunan adamlar çocuklarını rahatlıkla alabiliyor. Bir gerçeği çocukların ölümü pahasına öğrenmek çok acı elbette. Çocuk istismarının her gün arttığı, toplumsal çürümenin insanların ruhlarına nüfus ettiği, Diyanet’in 9 yaşında kız çocuklarının evlenebileceği ve doğurabileceği açıklamalarını yaptığı bir ülke burası. O çocukların gözleri... Yiğitcan’ın ve o iki kız çocuğunun gözleri, herhangi bir “aile içi şiddet” meselesini görmezden gelen hiç kimsenin peşini bırakmasın dilerim. Öyle sadece polisler, mahkemeler, bakanlar düzeyinde değil komşular, öğretmenler, akrabalara da sözüm. Herhangi bir biçimde tanıklığı olup da bu kadınları, bu çocukları yalnız bırakan onları çaresiz bırakan bir pompalı tüfeğin ve bıçak darbelerinin karşısında savunmasız kılan olaylar zincirinin herhangi bir halkasında yer alan herkes sorumludur ölümlerden ama elbette en çok kurumlar, velayet ve boşanma davalarına bakanlar, koruma ve uzaklaştırma kararlarını almayanlar, daha büyük halkada ise bu olayları önleyebilecek politikaları tanımlamayanlar. Özel mülkiyetin koruyucu olarak var edilen aile söz konusu olduğunda elbette miras hukukundan bağımsız bir velayet sistemi de düşünülemez. Kadınlar bilir ki yara derinlerdedir.

KADINLAR VE ÇOCUKLAR İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Peki hayatlarımızı korumak için acil nasıl çözümler talep edebiliriz. Önce ölmemek hayatta kalmak sonra özgürleşmek için, kadınlar ve çocuklar için neler yapılabilir?
Boşanma davalarında kadınlar lehine kararların çıkarılması, kadınların şiddet başvurularında beyanlarının esas alınması, çocuklar için şiddet riski olan durumlarda baba ile görüştürülmemesi. İlla görüştürmek gerekiyorsa kurumsal sorumluluk alınması (bir sosyal çalışmacının ya da psikoloğun eşliği gibi)

Çocuğunu babasıyla görüştürmek istemeyen bir annenin makul nedenleri olacağının akıldan çıkarılmaması gerekir. Babayla görüştürmemenin bedeli, tek ebeveyn olmak bir kadın için de kolay değildir. Bu nedenle babasına gözü arkada kalmadan çocuğunu verebilen bir kadının bundan imtina etmesi düşük olasılıktır. Çocuklarının sorumluluğunu da alarak tüm tehditlere karşın boşanabilen kadınlara da devletin destek sunması önemlidir.

Bir ebeveynin ölümü ya da boşanma sonucunda tek ebeveynin çocuğun/çocukların sorumluluklarını üstlenmesi, toplumsal olarak erkekler için olanaksız görülür. Eğer çocuklar, adama “kaldıysa” etrafındaki insanlar onun için çok üzülerek hemen bakım işlerini üstlenecek bir eş bulmak üzere harekete geçerler. Çünkü erkeklerin çoğunluğu için çocuklarına bakmak bir yana kendisinin özbakımını gerçekleştirmek bile olanaksız hale gelmiştir. İşte konuştuğumuz şiddetin köklerini burada aramak gerekir. Babaların çocuklarına cinsel istismarda bulunduğu, öldürene dek şiddet uyguladığı örneklerin yaygınlığının nedenlerinden biri de bakım işleriyle ilgilenmemeleri, çocuklarına emek vermemeleridir. Çünkü altını değiştirmediği, aç mı tok mu düşünmediği, parkta düştüğünde koşup yarasına bakmadığı, en fazla “git annene söyle” dediği bir canlıya karşı şefkat, merhamet yerine başka yıkıcı duygular hissedebiliyor kişiliklerindeki karanlıkları besleyen erkekler. Elbette bu koşullar altında düşündüğümüzde tek başına değil çocuğa kendine dahi bakamaz hale getirilen erkeklerden “babalık” görevlerini yerine getirmesini sadece boşanma sonrası haftasonları beklediğinizde çocukların ihtiyaçları karşısında bile “delirip”, yıkılabilen, kendi çocuklarını yok edebilen bir canavar yaratıyor bu sistem.  

İlgili haberler
Yiğitcan koruma tedbirine rağmen katledildi!

Babası tarafından katledilen Yiğitcan için öldürülmeden 2 gün önce koruma tedbiri alındığı ortaya çı...

‘Devlet görevini yapsaydı Yiğitcan yaşıyor olurdu’

Yiğitcan'ın annesi Neriman Türkoğlu artık adalet istiyor: “Ölüm onun için kurtuluştur. Ölmesin, müeb...

Yine çocuklar babaları tarafından öldürüldü!

Boşanmak isteyen kadınların ya kendileri ya da çocukları öldürülüyor. Maltepe’de iki çocuk babası ta...