Irak’tan Şili’ye, Fransa’dan Lübnan’a, Ekvador’dan İran’a, Sudan’dan Cezayir’e ayağa kalkan halkların ön cephesinde kadınlar var. 2008 krizi sonrasında ağırlaşan sömürü koşulları; düşük ücretler, ağır vergiler, sosyal haklardan büyük kesintiler, eğitim, sağlık, bakım hizmetlerinin piyasalaştırılıp kadın ve göçmen emeği sömürüsünün en ağır yaşandığı alanlar haline getirilmesi, işsizlik, yolsuzluklar bu ayaklanmaların en temel nedenleri. Bu kötü tabloya bir de giderek sağcılaşan, kadın ve LGBTİ düşmanlığını, cinsiyetçiliği, muhafazakarlığı, vasatlığı adeta bir “övünç kaynağı” haline getiren otoriter figürlerin başa geçmelerini de ekleyelim. Yaşam koşullarını giderek ağırlaştıran, hayatta kalma mücadelesini bir “var olma” savaşına dönüştüren bu koşullar, aynı zamanda kadınlara yönelik şiddetin giderek artmasına ve vahşileşmesine de dayanak olan koşullar.
Lübnan’da ekonomik krizin yüküyle bunalan yüz binlerce insan harekete geçmişti. En önde yine kadınlar vardı.
HAREKETİN SEMBOLLERİ
Kadınların bu koşullar karşısında sokağa taşan öfkesi, onları halkın toplam öfkesinin adeta sembolleri haline getirmiş durumda. 2019’dan sahneler hatırlayın; Lübnanlı kadınların, giderek tüm ülkeye yayılan “insanlık zinciri”… Silahlı bakan korumasına tekme atan Lübnanlı kadın… Ekvador’da ülkenin dört bir yanından gelerek başkent sokaklarını dolduran yerli kadınların parklara yerleşmesi ve akaryakıt yardımının kaldırılmasını öngören paket geri çekilene kadar kenti terk etmemesi... Sudan’da ekmek ve yakıt zammına karşı başlayan ve 30 yıllık diktatörlüğe karşı büyüyen eylemlerin sembolü olan beyaz elbiseli genç kadının, araç üstünde, “Devrim” şarkısını kitleye söyletmesi... Irak’ta ülke bayrağı ellerinde, gece gündüz sokaklarda olan kadınların sadece yozlaşmış hükümete karşı değil, ataerkil geleneklere de meydan okuyuşu... Şilili kadınların “Suçlu Sensin” sözleriyle başlattıkları Las Tesis dansının tüm dünyaya yayılışı...
Madalyonun bir de diğer yüzü var; halk ayaklanmalarına dönük saldırıların da ilk hedefi “kadınlar” oldu. Devlet güçlerinin gözaltında tecavüz, cinsel saldırı, çıplak arama gibi yöntemlerle kadınların bedenlerini savaş alanı haline getirdiği, sokakta olmaktan vazgeçmeyen halk nezdinde kadınları “en zayıf halka” haline getirmeye çalıştığı bir saldırı furyası da yaşandı.
Kadınlar ise bu büyük saldırılara, saldırıların en çok yöneldiği şeyle, bedenleriyle yanıt verdiler.
HEP BİR AĞIZDAN, BİR TEK BEDEN GİBİ...
Dünyanın dört bir köşesine sıçrayan, gencinden yaşlısına, göçmen temizlik işçisinden plaza çalışanına farklı kadınların yan yana durduğu, kampüslerden kent meydanlarına, diktatörlük döneminin işkence merkezlerinin önünden cumhurbaşkanlığı sarayına uzanan genişlikte bir dans sardı her yanı; Las Tesis!
Farklı diller, farklı geçmişler, farklı coğrafyalar, farklı politik iktidarlara rağmen sözlerinin içeriği aynen korunan, kimi yerlerin kendi özgün dertlerini de katmak için ufak değişiklikler yapılan, sert ritimli “Suçlu Sensin” şarkısını hep bir ağızdan söyleyen kadınlar, adeta tek bir beden gibi dans ettiler. Askere, polise, yargıya, devlet adamlarına, erkeklere ve ataerkiye parmak sallayan, onları hedef gösteren bu “beden performans eylemi” dünyanın seyrine seyirci kalmak istemeyen kadınların durduğu yeri gösteriyordu: Her nerede olursak olalım, birlikte!
Türkiye de elbette Las Tesis’in etkili olduğu ülkelerden biriydi, ne de olsa tüm dünyadaki kadınların ortak sözü ve öfkesine katkı sunmak için “nedenimiz” çok! Türkiyeli kadınlara dönük saldırıların “yerli ve milli versiyonunun” sembol adamı olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Las Tesis şarkısında kadınların işaret ettiği “uluslararası aktörlerin” yapmadığını yaptı, bu kolektif eylemin saldırıya uğradığı ilk ve tek ülke Türkiye oldu, Bakan Soylu Las Tesis eylemlerine karşı “Kanuna rağmen, Anayasa’ya rağmen en geniş hakkını kullanacağını” da ilan etti. Bu sözün üstüne kadınlar İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya, Konya ve daha pek çok ilde dans etmeye devam ettiler.
Sudan’da direnişi ateşleyen kadınlar biri olan Alaa Salah
NEOLİBERAL VAATLERİN ÇÖPLÜĞÜNDE EŞELENMEYECEĞİZ!
2000’li yılların şekillendirdiği neoliberal politikaların meşrulaştırılmasının en büyük dayanaklarından biri de “kadınların emek güçlerinin ‘sürdürülebilir kalkınmanın’ dayanağı haline getirilmesi, böylelikle kadınların özgürleşmesi ve aileden-kocadan-devletten bağımsızlaşması” söylemi olmuştu. ‘Kadın Yılı’ ilanlarından kalkınma ajanslarının gündemine “Kadınların iş ve aile yaşamlarının uzlaştırılması”nın yerleştirilmesine, kadın girişimciliğinin yaygınlaştırılması projelerinden esnek çalışmanın “Kadın dostu bir uygulama” olarak sunulmasına kadar, bu projelerin hiçbirinin “Kadınları özgürleştirmeyeceği” ortadaydı. 2019, neoliberal “özgürlük, girişimcilik, esneklik, güçlenme” projelerinin “çöp” içeriğinin tümüyle açığa çıktığı, kadınların bu çöp yığınında eşelenmek istemediğini alenen ilan ettiği bir yıl oldu.
Anarşist Emma Goldman’ın biraz da “devrim”lerin ve “devrimcilerin” küçümsenmesi, başka bir dünya mücadelesinin “ciddiyetini” alaya almak için de çokça kullanılan o meşhur sözü, bu minvalde biraz da tersine dönmüş gibi: “Dans edemeyeceğim devrim, devrim değildir”den, “Devrim yapmaya adım atamayacağım dans, dans değildir”e doğru akan, artık kadınların bedenlerine, emeklerine, kimliklerine, var oluşlarına dönük her saldırının “devrim” meselesi haline geldiğini ayan beyan gördüğümüz bir dünya hali... E o zaman dans!
İlgili haberler
Ekmek ve Gül’ün 2019’u böyle geçti!
Ekmek ve Gül sitesini 2019 yılında 176 ülkeden 3 milyon 107 bin 802 kişi ziyaret etti. Ziyaretçileri...
2019 kadınlar için nasıl bir yıl oldu?
2019 yılında kadın hareketinde öne çıkan gelişmeleri Ekmek ve Gül Koordinatörü Sevda Karaca ile değe...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.