Bizi biz yapan şey masallar
Bir masal derleyicisi ve anlatıcısı olan Suna Çelebi, masal dinletisinin çıkış noktasının birçok kadının gerçekliği olduğunu gösteriyor bize.
Suna Çelebi, çocuk gelişim uzmanı, 15 senedir bu işi yapıyor. Şimdilerdeyse yaratıcı drama öğretmenliği yapıyor, aynı zamanda bir masal derleyicisi ve anlatıcısı. Suna ile bizi bir araya getiren şey de masallar oluyor. Masal anlatıcılığının kendisi için bir iş olmadığını söyleyen Suna, masalların kendisine bir ‘nefes’ olduğunu belirtiyor. ’60’larda işçi alımlarının olduğu sıralarda ailesinin göç etmesiyle Almanya’da büyüyor. Başka bir ülkede büyümüş olsa da kendi kültürüne sahip çıktığını dile getiriyor.
Denge Buka Bedeng (Sessiz Gelinlerin Sesi) masal dinletisinden sonraki gün görüşüyoruz Suna ile. Bir kafede, yaz yağmurunun sıcaklığı ile bir araya geliyoruz, beni bir çikolata ile karşılıyor ve anlatmaya başlıyor… Masal anlatıcılığı onun için gerçekten bir iş değil. Anlatırken gözlerinin içi gülüyor, nasıl başladı, nasıl derlemeler yaptı, bundan sonraki planları... Tane tane, bir masal gibi anlatıyor gerçekten.

BİR TOPLUMU, KÜLTÜRÜ ANLATMANIN EN NAİF YOLU MASALLAR
Masallardan bahsediyoruz. Suna da anlatmaya başlıyor: “Hep çok sevdik, hep çok dinledik; bizim kültürümüzde var olan bir şey. Hikaye olsun masal olsun; destan, klam olsun hep onların içinde büyüdük aslında, dolayısıyla hiç uzak kalmadık. Masal hep nefes oldu, hep ilgimi çekti. İçindeki metaforları, mitolojik ögeleri çözümlemek, masalı dinlemek ve anlatmanın çok ötesinde, neyi ifade ettiğiyle ilgilenmeye başladım. Bir toplumu, kültürü, inancı, ritüelleri her şeyi en sade ve en nahif anlatmanın yolu masallar. Yani bizi anlatmanın en naif yolu ve ben bu yolla anlatırım… Bu sefer sadece okumak veya bir yerlerden dinlemek yetmedi, kendim kaydedip dinlemeye başladım.”

BİR SES KAYIT CİHAZI BİR KAMERA İLE ŞEHİRLER KÖYLER
Masal derlemelerini nasıl yaptığını soruyorum Suna’ya, cevap veriyor o da: “14-15 yıldır kendi imkanlarımla kaynaklara gidiyorum. Eskiden kaynaklarım yakın çevremdi şimdi farklı illerden bir sürü insan ulaşıyor. Mesela bir takipçim mesaj atıyor. ‘Hocam dedem masal anlatıyor derler misiniz’ diye, araştırıyoruz konuşuyoruz, onay alıyoruz. Kalkıp gidiyorum Mardin’e tek başıma. Telefonla küçük kameram, bir ses kayıt cihazım var, onlarla kayıt alıyorum. Sonra deşifre ediyorum Kürtçesini ve bir kenarda topluyorum. Epey bir topladığım masal var. Herkes dinlesin istiyorum, sonuçta onlar hiçbirimizin değil. Derlemiş olsak bile herkese ait. Şimdilik bir yerde yayımlamadım, biraz daha zamanı var diye düşünüyorum. Bazen bazı sebeplerle yarım kalan işler de oluyor. İyi de bir arşivim var hem kendi derlediklerimden hem dışarıdan derlediklerimden.”
Masalları bu coğrafyada şehir şehir köy köy dolaşarak topluyor Suna. Özellikle de topladığı kişiler belli bir yaşa erişmiş Türkçe bilmeyen insanlar. Kürtçe klamlar, stranlar; masalları toplarken kendinin de bu sayede Kürtçe öğrendiğini söylüyor. “Tabii bu arada Kürtçeyi de geliştirmek gerekti. Konuşamıyordum, okumasını yazmasını da bilmiyordum çok yakın yıllara kadar. İstanbul Kürt Enstitüsünden ders aldım. Oradaki hocalara durumumu, yaptıklarımı anlattım. Sonra çok eski masalları, Ermeni, Süryani masallarını araştırmaya, çözmeye çalıştım.”

TOPRAKLARIMA OLAN BORCUM
“Benim topraklarıma olan borcum masal derlemek, bir gönül işi, nefes almamı sağlayan tek şey, o yüzden maddi imkanım elverdikçe derlemeye de anlatmaya da devam edeceğim” diyerek masal derlemenin önemini anlatıyor Suna ve devam ediyor: “Hem babama sözüm hem topraklarıma borcum. Öğretmen olduğum için pek çok insana da anlatma ve tanıtma şansım oluyor. Benden dinlemek ve o açıklamaları, metaforları duymak farklı gelebilir. Masal anlattıktan sonra metaforlarla ilgili mutlaka sohbet ediyoruz insanlarla ve çok farklı geliyor onlara. O zaman işte siz o toplumu veya inancı masalla anlatmış oluyorsunuz”
Tek başına masal derlemeye giden Suna bazen hiç bilmediği yerlere gidiyor bu masalları, destanları, klamları dinleyip almaya. Hikaye neredeyse Suna çantasını alıp düşüyor yollara. Böyle olunca bir kadın olarak zorluklarından konu açılıyor… “Çok zor kadın olarak. Sahada bu düzeyde çalışma yapan tek kadın olabilirim. Tek başınıza gidiyorsunuz, sizi karşılayanların yüzde 99’u erkekler oluyor. Gittiğiniz yerde kadın olduğunuz için bir erkekten masal derleyecekseniz, ‘Bir erkekten masal derler misiniz’ diye soruyorlar. İki çocuğum var ve ben varım sadece. Onları bırakıp gitmek zor oluyor. Gittiğim yerler çok eril bir ortam onu söyleyebilirim. Şimdiye kadar hep çok iyi insanlarla karşılaştım, çok güzel ağırlandım. Öyle bir şey oluyor ki masal derlemelerinin dışında insanlar hayat hikayelerini de anlatmaya başlıyor. Hiç tanımadan gittiğim evlerden, sarılarak telefonlaşarak hediyeler alarak çıkıyorum. Bir sürü de insan tanıyorum masal sayesinde. Hep diyorum birleştirici, insanları birbirine yakınlaştıran, samimiyet kurmayı sağlayan masallar çok kıymetli.”
SESSİZ GELİNLERİMİZ…
Türkçe anlatıyor olmasından dolayı başta çok tepki aldığını söyleyen Suna bunu da şu cümlelerle açıklıyor: “Kürtçe de anlatabilirim ama benim amacım başka kültürü anlatmak, başka insanlara da ulaşabilmek. İstanbullu olan da anlasın. Hem Kürtçe hem Türkçe anlatabilirim. Almanca da anlatabilirim. Kürt masallarının birkaç tanesini Almancaya çevirip anlattım da. Bu bir zenginliktir. Ama ben böyle bir yol seçtim. İstiyorum ki bu zenginliği yurt dışına bile taşıyayım.” Masal dinletisinin çıkış noktasının birçok kadının gerçekliği olduğunu gösteriyor bize Suna Çelebi. Aynı zamanda saklanmak zorunda kalan kimlikler, kültürler, konuşulamayan diller… Tüm bunların oluşturduğu sessizliğin içinde bir çığlık gibi kulağımıza taşıyor Suna masalları. “Kadın kaynaklarımız çok fazla ama inançtan, geleneklerden dolayı daha sessiz kalıyor kadınlar. Sessiz gelinlerin sesi dememin sebebi de o. Hüngür hüngür ağlamak da ayıp bizde kahkahayla gülmek de çok konuşmak da. Bizim orada (Dersim) göç eden ailenin sağlam kalan tek ferdi bir Ermeni köyüne sığınıyor. Orada ona yer veriyorlar, iki koyunu var sadece, malı mülkü hiçbir şeyi yok. Bir tane koyuna bir ev veriyorlar. Bir Ermeni aile diyor ki ‘Bizim de bir kızımız var sizi de sevdik isterseniz sizi baş göz edelim’, evleniyorlar. Ermeni ailenin kızıyla oraya gelen Kürt delikanlının çocukları oluyor, adam ‘Bak ben Kürt’üm sen Ermeni’sin. Senin Ermeni olduğun anlaşılırsa konuşmandan anlaşılır. Dışarıda konuşmayacaksın sadece evin içinde ben ve çocuklarla konuşacaksın’ diyor. Ve o kadın dışarıda hiç konuşmuyor, herkes onu dilsiz sanıyor. Çocuklarına ve eşine bir şey olmasın diye konuşmuyor. O kadın ölene kadar konuşmuyor. Herkes onu ‘sessiz gelin’ diye çağırıyor adını bile söylemiyorlar ve artık ölümüne beş on yıl kala konuşmayı unutuyor, sadece ses çıkararak ve beden hareketleriyle konuşuyor. Konuşmadan hayatını kaybedip gidiyor. Sadece Ermeni olduğu anlaşılmasın diye bir ömür boyu çocuklarıyla konuşmamak, konuşmayı unutmak çok büyük bir acı. Kim bilir o kadının içinde bu nasıl bir kederdi, bu yükü nasıl taşıdı ve nasıl hayata veda etti? Bu bir ana dil sorunudur, inanç sorunudur. Bunu Kürtlere de uyarlayabiliriz, Süryanilere de… Herkese uyarlayabiliriz. Ben bunu duyduğumda günlerce etkisinden çıkamadım, sessiz gelinlerin bir sesi olmalı dedim.”

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Masalını Terk Eden Prensesler

Hepimiz istemişizdir gerçek hayattan bir an için uzaklaşıp kitapların hatta masalların büyülü dünyas...

GÜNÜN KİTABI: Bu senin bildiğin peri masallarından...

Kurbağa öpmekle ve kurbağaların dönüştüğü prenslerle derdi olan, her yaştan kızın ilgisini çekebilec...

GÜNÜN TARTIŞMASI: Masallardaki kadınlar nasıl kurt...

Masumiyeti, iyiliği, sevgiyi öğrettiğini düşündüğümüz masallar aslında bize edilgenliği, tecavüzün m...