Bir çocuk cinayetinin anatomisi
Öfkeliyiz, huzursuzuz. Ancak bu öfkemiz ve huzursuzluğumuz hayatı durduracak bir örgütlülüğe kavuştuğunda çocuklara karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirebiliriz.

Diyarbakır’da 8 yaşındaki Narin Güran’ın kayboluşu ve daha önce aranmış olan bir dere kenarında 19 gün sonra ölü bulunması hakkında çok şey yazılıp çizildi. Soruşturma sürecinin devam ettiği sırada başta kadınlar olmak üzere işçi ve emekçiler Narin’in sapasağlam bulunması için soruşturmanın etkili bir şekilde yapılması üzerine tepkilerini dile getirdi. Narin’in cansız bedeninin ortaya çıkmasıyla birlikte “Narin için adalet” isteyenler gerek sokaklarda ama büyük çoğunlukla da sosyal medyada seslerini duyurmaya çalıştı.

Narin elbette Türkiye’de kaybolan ve bir süre sonra ölü bulunan tek kız çocuğu değil. Aynı zamanda ölümü halk içinde öfke uyandıran ilk çocuk da değil.

SİSTEMATİK İSTİSMAR VE CİNAYET TABLOSU

2018’de Ağrı’da 4 yaşındaki Leyla Aydemir’in kaybolduktan 18 gün sonra cansız bedeni bulunmuştu. Leyla’nın bulunması için sosyal medya üzerinden kampanyalar yürütülmüş; soruşturmanın gidişatı bu şekilde garanti altına alınmaya çalışılmıştı. Leyla bulunduktan sonra sorumluların cezalandırılması için halktan tepkiler gelmeye devam etmişti. Yürütülen soruşturma sonucunda Leyla’nın amcası Yusuf Aydemir “kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası almıştı, diğer sanıklar ise delil yetersizliğinden beraat etti. ANCAK, karardan 3 ay sonra Yusuf Aydemir “tutukluluk halinin devam etmesi halinde ileride telafisi güç mağduriyetine sebebiyet vereceği” gerekçesiyle tahliye edildi. Peki buna karşı ne yapabildik?

2019’da Samsun’da evinin önünden kaybolan 1.5 yaşındaki Ecrin Kurnaz’ın cesedi ise 20 gün sonra bulundu. Halkın Ecrin’in kayboluşundan haberi ise Müge Anlı’nın sunduğu programla oldu. Kamuoyu baskısı artarken ve sosyal medyada adaletin sağlanması çağrıları büyürken Ecrin’in üvey babannesine “taksirle ölüme neden olma” suçundan 3 yıl 10 ay hapis cezası aldı. Ancak Ecrin’in üvey babannesi cezaevinde geçirdiği süre göz önüne alınarak tahliye edildi; üvey amcası ve bir kişi hakkında savcılık tarafından takipsizlik kararı verildi. Peki buna karşı ne yapabildik?

2021’de Mersin’de kaybolan 3 yaşındaki Müslüme Yağar’in cansız bedeni 9 gün sonra bulundu. Müslüme’nin dedesi Hasan Yağal hakkında “Kasten öldürme”, “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” ve “cinsel amaçla cebir, tehdit ve hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından dava açıldı. Yağal gelinine yönelik cinsel saldırı suçundan ve öz kızı olduğu iddia edilen Müslüme’ye karşı “çocuğun nitelikli istismarı” ve sarkıntılık suçundan 42 yıl 7 ay hapis cezası almış olsa da 2023’te “kasten öldürme” suçundan beraat etti. Peki biz buna karşı ne yapabildik?

Çocukların ihmal, istismar edildiği; vahşice öldürüldüğü çokça örnek var. Bunların her biri medyada büyük gündemler yaratmıyor. Çocuklara karşı işlenen suçlar, gündem olmadıkça failler cezasız kalıyor. Failler kamuoyu baskısıyla ceza alsa dahi bu baskı biraz sönümlendiğinde cezaevlerinin, adliyelerin arka kapılarından çıkartılıyorlar. Peki Narin’in ölümünün soruşturması sürerken “delil yetersizliği” ve fail için mağduriyet yaratacağı bahaneleriyle cezasızlık ortaya çıkarsa o zaman ne yapacağız? Ya “Biz bir şeyler biliyoruz ama aile dostumuz, söyleyemeyiz” diyenler failleri ve tüm sorumluları korursa o zaman sosyal medya kampanyaları başlatmak Narin ve kayıp olan, istismara uğrayan, öldürülen tüm çocuklar için yeterli olacak mı? Narin’den önce öldürülen çocuklara, tekrarlanan ihmal ve suç örtme zincirlerine baktığımızda ne kadar öfkelensek ne kadar kahrolsak da yeterli olmadığını görüyoruz.

CEZASILIKTA ISRAR

Çocuk istismarı, cinayeti ve kaybolma vakalarında olayların duygusal yüküyle birlikte sorumluların bulunması ve cezalandırılması her zaman önceliğimiz oluyor. Kendi aramızda, sosyal medyada bu duygusal ağırlıkla tartışıyoruz cinayetleri ve istismarı. Birçok gazete ve medya kurumu da kayboluşun, istismarın ya da cinayetin ne kadar “hazin” olduğunu, bu suçları gerçekleştirenlerin ne kadar cani olduğunu öne çıkartıyor. Bu cinayetler ve istismar gündüz kuşağı programlarına konu oluyor, burada da Müge Anlı’lar, Esra Erol’lar bir yandan devletin çözmesi gereken suçu “çözmeye” çalışıyor; bir yandan da vicdanlara oynayarak tek suçlunun tek sorumlunun suçu gerçekleştiren kişi olduğunun altını çiziyor. Bunu yaparken ise suçun gerçek nedeninin üzerini toplumun “değerlerini kaşıyan” başka bilgilerle örtmeye çalışıyor. Bu duygu yoğunluğu, suçun “bireysel” tarafını ve dikkat dağıtıcı diğer bilgileri düşündüğümüzde verilen tepkilerin de bireysel tepkilerden öteye geçemediğini söylemek mümkün. Ve bu tepkiler gerçekleşen suçlara yönelik soruşturmaları belli bir ölçüde hızlandırıyor olsa da çoğunlukla vicdanları rahatlatıcı açıklamaları beraberinde getiriyor. Ne zaman ki işlenen suç, ölen çocuk unutuluyor; o zaman cezasızlık başlıyor, suçlar tekrarlanıyor. Sosyal medya üzerinde güçlüymüş gibi görünen tüm tepkiler cezasızlık ve işlenen suçlar karşısında tekrar lanet okumaya dönüyor. Peki bu olayların bu şekilde sonuçlanmaması için ne yapacağız? Pek çoğumuz çocukların hepimizin sorumluluğunda olduğuna hemfikir ama bu sorumluluğu yerine getirmek için bize düşen şey ne?

ÇOCUKLAR İÇİN KAPSAMLI KORUMA PLANI OLMASI GEREKİR

Çocukların istismara, şiddete, ihmale karşı korunması denildiğinde akla ilk olarak suç işlendikten sonra çocukların korumaya alınması geliyor. Ancak çocukların şiddetten ve istismardan korunması bizim bugün talep ettiğimiz ve etmeye devam etmemiz gereken hukuki düzenlemelerle sınırlı değil. Eğitim, sağlık hakkı gibi kamusal haklar çocukların iyi halinin düzenli takibinin yapılması için hayati öneme sahip.

Eğitim hakkının ücretsiz bir şekilde her çocuğun erişebileceği biçimiyle örgütlenmesi, halkın kaynaklarının okullar ve öğretmenler için; çocukların eğitim hakkına devam edebilmesi için gereken, başta okullarda bir öğün ücretsiz, sağlıklı beslenme olmak üzere, tüm ihtiyaçları için harcanması çocukların iyi halinin takibinin ve korunmasının önünü açacaktır. Eğitim hakkının ücretsiz ve tamamen kamusal bir hak olarak tüm çocuklar için zorunlu tutulması; çocukların emeğinin sömürüldüğü atölyelerde, evlilik adı altında istismar edildiği evlerde bulunmasının önünü büyük ölçüde keserek devletin çocukları yakından takip etmesini sağlayacaktır. Eğitimin tarikat, cemaat gibi gerici unsurlardan arındırılması ve müfredatının gerici niteliğinden kurtarılması da çocuk istismarının ve çocuklara yönelik şiddetin gerekçelendirildiği unsurların eğitim dışına atılmasını sağlayarak çocuklar açısından daha güvenli bir yaşam inşasında bir adım olacaktır.

Sağlık hakkının ücretsiz ve tüm çocuklar için erişilebilir olması, aşılamanın yaygınlaştırılması, çocukların psikolojik ve fiziksel ihtiyaçlarının sağlık kurumları tarafından sık ve düzenli aralıklarla takip edilmesi, en küçük idari bölgeden en geneline kadar sağlık kurumlarının ücretsiz bir biçimde hizmet vermesi çocukların iyi halinin takibi açısından büyük bir adım olacaktır. Sağlık sisteminin tasarruf masarruf demeden halk için düzenlenmesi, sağlık emekçileri ve hastaneler için gerekli olan kaynakların sağlanması çocukların uğradığı istismarın, şiddetin ve ihmalin boyutlarını ortaya serebilecek ve büyük çoğunlukla da bu suçların gerçekleşmemesi için caydırıcı olacaktır.

Çocukların okul dışında sosyalleşebileceği güvenli alanlar sağlamak, okul çağında olmayan çocuklar için ücretsiz ve erişilebilir kreş, bakım evi gibi kurumların devlet tarafından kurulup takip edilmesi ve bu kurumların çocukların fiziksel ve psikolojik gelişimi için gereken tüm araçlarla donatılması yine çocukların istismar, şiddet gibi suçlara maruz kalma oranını büyük ölçüde düşürecektir.

Çocuklara yönelik suçlar işlendiğinde soruşturmanın etkin yürütülmesi ve cezasızlığın önlenmesi, çocukların iyi halinin garanti altına alınmasını devlete sorumluluk olarak yükleyen Lanzarote Sözleşmesi’nin etkin uygulanması, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalanarak uygulanmaya başlanması, 6284 sayılı Kanun’un etkili uygulanması, istismar vakalarında somut delil şartının kaldırılması, caydırıcı cezalar verilirken iyi hal gibi uygulamaların ortadan kalkması çocukların istismar, şiddet, ihmal gibi suçlara karşı korunması açısından temel faktörlerden birkaçı olarak karşımızda duruyor.

ÖFKEMİZİ ÖRGÜTLÜLÜĞE DÖNÜŞTÜRELİM

Elbette yalnızca bu hakların sağlanması yeterli değil. Aynı zamanda bu hakların her biri sağlanırken devlet kurumlarının, yerel yönetimlerin halkı şeffaf bir biçimde bilgilendirmesi ve halk tarafından denetlenebilir olması gerekiyor.

Eğer bugün ülkedeki her çocuğun sorumluluğu her birimizde fikrinde ortaklaşıyorsak ve çocukların hayatın her alanında en temel haklarına erişebilmesinin çocuklara karşı işlenen suçların işlenme ihtimalini azaltırken çocukların gelişiminin ve iyi halinin baş aktörü olduğunda hemfikirsek bunu nasıl gerçekleştireceğimizi konuşmamızın zamanı geldi.

Sosyal medyanın bir talebin, bir olayın hızla duyurulması açısından iyi bir araç olabilir. Ancak taleplerimizin karşılık bulabilmesi ve çocuklara karşı işlenen suçların engellenebilmesi için tweet atmaktan fazlasına ihtiyacımız var.

Öfkeliyiz, huzursuzuz. Ancak bu öfkemiz ve huzursuzluğumuz hayatı durduracak bir örgütlülüğe kavuştuğunda çocuklara karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirebiliriz. İş yerlerinde, mahallelerde, okullarda, sağlık kurumlarında... Nasıl ki çocukların hayatın her alanında sahip olması gereken hakları talep edeceğiz; o halde bu talepleri bizler de hayatın her alanında örgütlemek zorundayız. Küçük yaştaki çocuklarını “ailelerine” bırakan ya da kapıyı üzerine kilitleyip çıkan çalışan kadınlar olmaması için iş yerinde kreş talep etmek zorundayız. Çocukların cemaat yurtlarında şiddet ve istismarla karşı karşıya gelmemesi için işçi ve emekçiler olarak laik bir eğitim talep etmek zorundayız. Çocukların aile içi şiddete uğramasını engellemek için bulunduğumuz her alanda çocukların yasal haklarını ve devlet tarafından kamusal haklarının ücretsiz bir şekilde sağlanmasını talep etmek zorundayız. Bunu ancak dernekler kurarak, imza kampanyaları başlatarak; boykotlar, grevler örgütleyerek, o an nasıl bir araya gelebiliyorsak onu yaparak gerçekleştirebiliriz. Hayatın her alanını sarmalamış bir istismar düzenine ancak karşısında başta işçi ve emekçi kadınlar olmak üzere sırt sırta verenler gösterebilir.

KAYIP ÇOCUKLAR NEREDE?
Türkiye’de 8 yıldır Türkiye İstatistik Kurumu, ne kadar kayıp çocuk olduğuna dair verileri açıklamıyor. En son 2016’da açıklanan verilere göre 2008-2016 yılları arasında kayıp olduğu bildirilen ve güvenlik birimlerine getirilen çocuk sayısı 104 bin 531. Bu kayıp vakalarından kaçının bulunduğu da belli değil.
BİR MİLYONU AŞKIN ÇOCUĞUN OKUL KAYDI YOK
Eğitim çocukların devlet tarafından takibinin yapılması açısından önemli bir yerde duruyor. Ancak resmi rakamlara göre ilkokul, ortaokul ve orta öğretimdeki her 100 çocuktan 9’u okulu terk ediyor; 5 yaş grubunda 219 bin, 6-0 yaş arasında 222 bin, 10-13 yaş arasında 246 bin ve 14-17 yaş arasında 524 bin çocuk olmak üzere toplam 1 milyon 201 çocuk okula kayıtlı değil. Milli Eğitim Bakanlığı ise bu çocukların neden örgün eğitimde olmadığına, ne yaptığına dair bir bilgi paylaşmıyor. Belli ki 1 milyonu aşkın çocuğun akıbeti devlet tarafından takip edilmiyor.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül