TBMM’de 8 Mayıs’ta toplanan Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve Adalet Bakanlığı uzmanları katıldı. Adalet Bakanlığı adına komisyona yapılan sunumda Bakanlığın politika belgelerinde kadına yönelik şiddete ilişkin neler yer aldığından, Bakanlığın kadın-erkek eşitliğine dair kendi personeline verdiği iç eğitimden bahsedildi.
Verilen bilgilere göre, Adalet Bakanlığında çalışan kadın personel sayısı toplam personel sayısının sadece yüzde 33’ü. 158 bin 176 kadrolu, 22 bin 851 sözleşmeli, 5 bin 829 sürekli işçi olmak üzere toplam 186 bin 856 personelden 61 bin 563’ü kadın. 23 bin 791 hâkim-savcıdan 8 bin 905’i kadın. Bu da kadın hâkim-savcı sayısının toplam hâkim-savcı sayısına oranı yüzde 37,5.
Bakanlık yaptığı sunumda kadın haklarının daha etkin korunmasını amaçladıklarını; “6284 sayılı Kanunun etkin bir şekilde uygulanması, Bakanlığımızca hazırlık çalışmaları devam eden Politika Belgelerinde kadın haklarının daha etkin korunması amaçlanmaktadır. Adalet sisteminin kadınlara yönelik şiddet vakalarına yaklaşımının güçlendirilmesi, Adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüklerinin şiddet mağduru kadınlara müdahale konusunda kapasitesinin geliştirilmesine yönelik çalışmalar yürütülmesi” ifadeleriyle sıraladı. Ancak bu sunumun aksine Bakan Tunç göreve geldiğinden beri, barolardan kaçırılmaya çalışılarak 81 ilde gerçekleştirilen aile çalıştayları, Medeni Kanun Sempozyumu, Aile Şurası ile kadınların haklarının nasıl gasbedileceğine dair tartışmalar yoğunluk kazandı. Nafaka hakkı tartışmaya açılıyor, boşanmalara “aile arabuluculuğu” Bakan Tunç’un dilinden düşmüyor, arabuluculuk ile kadınların boşanması zorlaştırılmaya çalışılıyor, kadınlar şiddet dolu evliliklere mahkum edilmeye çalışılıyor. 81 ilde gerçekleştirilen aile çalıştaylarında 6284 sayılı Yasa ile alınabilen tedbir ve uzaklaştırma kararlarının “delille alınabilmesi”, “alınmasının zorlaştırılması” tartışmaları ortaya çıkmıştı. Tüm bunlar üzerine Tunç, Medeni Kanun’da toplu bir değişiklik hazırlığında olduklarını da ifade etmişti ve en çok da boşanmalarda arabuluculuğu gündeme getirmişti.
KADIN ÖRGÜTLERİNDEN BAKAN’A ORTAK SORULAR
“Mağdur hakları ve çeşitli alanlardaki hukuki düzenlemelerle yargı alanında yapılanlara ilişkin bilgilendirme” yapmak üzere komisyon toplantısına katılan Bakan Tunç’a, EMEP Milletvekili Sevda Karaca, kadın örgütleriyle birlikte hazırladıkları soruları ve eleştirileri iletti.
“Bu soruları Kadının İnsan Hakları Derneği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, EŞİK Platformu gönüllüleri, Ekmek ve Gül ile birlikte hazırladık. Size yazılı olarak da sunuyorum. Değerlendirmesi yapılan konularla ilgili bakanlığınızdan yazılı yanıt bekliyoruz” diyen Karaca, Bakan’ın Medeni Kanun’da kadınlara sormadan “sil baştan” değişiklik çalışmalarının kabul edilemeyeceğini söyledi. Karaca, “Yargının yükünü hafifletmek’ gerekçesiyle ortaya konan arabuluculuk, nafaka tartışmalarının kadınlara şiddet olarak dönmesi konusunda ne gibi önlemler alındığı konusunda sorduğumuz sorulara henüz hiçbir yanıt alabilmiş değiliz. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi tarafından birlikte finanse edilen ve Türkiye Adalet Akademisi’nin yararlanıcı olduğu ‘Aile Mahkemelerinin Etkinliğinin Artırılması: Aile Üyelerinin Haklarının Daha İyi Korunması’ isimli ve 2 milyon 223 bin Euro bütçeli projenin nihai hedefi Medeni Kanun’da yapılacak değişikliklerin hazırlığını yapmak. Bu hedef bizzat Bakan Tunç tarafından bu projenin 1-3 Kasım 2023 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen kapanış toplantısında ikrar edilmiştir. Yıllardır devam ettiği anlaşılan bu çalışmalara uzun yıllardır kadınlara destek veren ve yasa yapım süreçlerinde yer almış olan kadın örgütlerinin muhatap olarak alınmamış olmasına ve aktif olarak dahil edilmemesine itiraz ediyoruz. Aile hukukuna dair yasal değişiklik tartışmalarının, kadınların cinsiyetleri nedeniyle ezilmelerinden ve ayrımcılığa maruz bırakılmalarından kaynaklanan bir eşitsizlik temelinde ele alınmadan yürütülmesi mümkün değildir. Boşanmanın, nafakanın, velayetin şiddetle ve kadın emeğiyle bağlantısı kurulmadığı sürece yasaların ve uygulamaların iyileştirilmesi düşünülemez” ifadelerini kullandı.
KADININ SOYADINI KULLANABİLMESİ AYM KARARINA RAĞMEN ENGELLENİYOR
Karaca Adalet Bakanı’na kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanmalarını engelleyen maddeyi “eşitliğe aykırı” olduğu için bozan AYM kararına dair de soru yöneltti: “Anayasa Mahkemesi 22/2/2023 tarihinde E.2022/155 ve 2023/38 K. Sayılı kararıyla, Mahkeme kadının evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da tek başına kullanılamamasının Anayasa’nın eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşmış ve Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesinin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir. 9 ay sonra yani Ocak 2024 itibariyle karar yürürlüğe girmiştir fakat AYM’nin 187’deki iptal kararına rağmen yasa koyucu maddede değişiklik yapmadığı için şuan Nüfus Müdürlükleri’nde evlilik sonrası kendi soyadını kullanmak isteyen kadınlar yasada dayanak olmadığı ve kendilerine bir bilgi gelmediği gerekçesiyle geri çevrilmektedir. AYM kararının uygulanmasına ilişkin Bakanlığın uygulamadaki bu karmaşa halinin giderilmesi ve hakkın tesis edilmesi için çalışmaları nelerdir?”
KADINLARIN HAKLARI TEMİN EDİLMEDEN BOŞANMALAR SONUÇLANDIRILAMAZ
“Boşanma davalarının hızlandırılması" adı altında nafaka, velayet, tazminat konularının boşanma sonrasına bırakıldığı bir düzenleme ile kadınların haklarını temin etmeden boşanmaların hızlandırılmasının amaçlandığını belirten Karaca, “boşanma davalarının uzun sürmesinin önüne geçilmek isteniyorsa, öncelikle yargıda buna sebebiyet veren idari ve teknik sorunların kaynağı tespit edilmeli ve açıklanacak veriler üzerinden çözümleri üretilmeli. Boşanma davalarında duruşmaların sık yapılması, yeni aile mahkemeleri açılması, tanıkların tek bir celsede dinlenmesi gibi tedbirler bunlardan sadece birkaç” dedi. İktidar tarafından önerilen yöntemin kadınlar ve çocuklar için birçok hak kaybının önünü açacağına dikkat çeken Karaca, “Bu düzenlemenin hayata geçmesi, özellikle kadınların boşanmalarının önünü büyük oranda tıkayacak. Zira Türkiye’de boşanmış kadın olmanın zorluğu, kadın istihdamının, kadınların mal varlığının ve gelirlerinin düşüklüğü ve giderek artan kadın yoksulluğu ortada iken nafaka, velayet, tazminat gibi talepler karara bağlanmadan boşanmak kadınlar için büyük bir belirsizlik ve güvencesizlik demek” diye konuştu.
ZORUNLU AİLE ARABULUCULUĞU İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TARAFINDAN YASAKLANMIŞTIR
Bakan Tunç’un dilinden düşürmediği boşanmalara arabuluculuğun getirilmesinin İstanbul Sözleşmesi tarafından yasaklandığını hatırlatan Karaca, “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını takiben aile arabuluculuğunun sürekli gündeme getirilmesi, bu sistemin kadınlara zorla dayatılacağını göstermektedir. Boşanma sürecindeki taraflar “hızlandırılmış boşanma” sonrası diğer konuların karara bağlanması için zorunlu arabuluculuğa tabi tutulduğunda, kadın ve erkek arasındaki eşitsiz güç dengeleri sebebiyle süreç, kadınları tekrar şiddete açık hale getirme, manipülasyon, baskı ve telkin riski ile karşı karşıya bırakacağından, kadınların haklarından feragat etmesi riskini taşımaktadır” dedi.
SORUN KADIN YOKSULLUĞU İKEN NAFAKA HAKKINA DOKUNMAYIN
Kadın düşmanı bazı gruplar tarafından senelerdir hiçbir veriye ve belgeye dayanmayan anlatılar üzerinden bir mağduriyet algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. Oysa yasa çok açık. “Bir günlük evlilikten sonra ömür boyu çok yüksek miktarlarda nafaka ödenmesi” gibi iddiaların hiçbir gerçekliği ve yasal karşılığı bulunmamaktadır. Daha önce defalarca farklı yetkililer tarafından ve son olarak da Adalet Bakanı Yılmaz Tunç tarafından dile getirilen “1 gün evli kalıp onlarca yıl nafaka ödeyen kişiler var” iddiasının artık bir an önce ispatlanması gerekmektedir. Çünkü bu ve benzeri asılsız iddialar, konunun asıl mağduru olan kadınların ve çocukların görmezden gelinmesine ve sanki erkekler mağdur oluyormuş gibi gerçek dışı bir algıya yol açmaktadır. Bir gün evli kalıp onlarca yıl nafaka ödeyen kaç erkek olduğuna, söz konusu dosyaların numaralarına, ödedikleri nafaka miktarına, nafakanın kadına mı yoksa çocuğa mı ödendiğine dair acilen kamuoyunun bilgilendirilmesini talep ediyoruz.
Nafaka hususunda esas tartışılması gereken, gerek baroların gerekse bağımsız kadın örgütlerinin araştırmalarında ortaya koyduğu üzere giderek derinleşen kadın yoksulluğudur. Kadınların boşanma sonucu yoksullaşacağı apaçıkken yoksulluk nafakası bağlamaktan imtina eden hakimlerin tutumlarıdır. Erkeklerin nafaka ödememek için bin bir oyunla gelirlerini saklamalarıdır. Hasbelkader bağlanan nafakaların ortalamasının ayda 370 TL gibi oldukça düşük miktarlarda olması, bu miktarların dahi tahsil edilememesidir. Öyle ki kadınlar yıllardır bu sorunları dile getirirken kulak arkası eden iktidarınız dahi Türkiye’de nafakaların %66’sının ödenmediğini ifade etmek zorunda kalmıştır.
ÇOCUK TESLİMİNDE ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARI GÖZETİLSİN
Adalet Bakanlığının sunumunda da yer alan çocuk teslimi ve çocuk görüş merkezlerine ilişkin de konuşan Karaca, “Türkiye’de son yıllarda aile mahkemeleri velayet ve görüş hakkı kararlarında kadına yönelik şiddetin varlığı, çocuklar üzerindeki etkisi ve kadın ve çocuklar için risk değerlendirmesi yapmadan, çocuğun yüksek yararını gözetmeden, ‘aile bütünlüğü’nü korumak adına, babalar için görüş hakkı vermektedir” dedi ve bu görüşlerin hem çocuklar, hem kadınlar için yarattığı riskleri şöyle sıraladı:
*“Mor Çatı’ya başvuran kadınların deneyimleri arasında, erkeklerin teslim zamanlarında anneyi sözlü veya silahla tehdit ettiği, sonrasında anneyi takip edip yerini bulduğu durumlar olduğu görülmüştür.
*Babalar annenin yaşadığı yerin bilgisini öğrenmek için çocuklar üzerinde baskı kurmakta ve hatta bazen çocukları kaçırarak anneyi geri dönmesi için tehdit etmektedir.
*Babanın görüş zamanlarında anneyi suçlayarak çocuklara çeşitli vaatlerde bulunması veya anneye zarar vereceği gibi çeşitli tehditlerle korkutması üzerine çocukların kaldıkları sığınağı ya da 6284 sayılı Kanun kapsamında gizlenen adres bilgisini paylaştığı durumlar yaşanmaktadır. Özellikle kadın ve çocuğun sığınakta kaldığı durumlarda adres gizliliğinin ihlali, sadece bahsi geçen kadın ve çocuğun değil sığınakta kalan tüm kadın ve çocuklar ile sığınak çalışanlarının can güvenliğini de riske sokmaktadır.
*Çocuk teslim merkezinin, çocuk görüşü ile ilgili uygulamadaki sorunları çözeceği yaklaşımı ile görüş hakkı çocuğun yüksek yararı gözetilmeden verilmekte ve bu durum çocuk için ruhsal güçlüklere neden olmaktadır.
*Görüş merkezleri babanın çocuktan tehdit ve baskı yoluyla adres öğrenmeye çalışması ve psikolojik şiddet uygulamaya devam etmesine engel olmamaktadır.
*Görüş kararı bulunduğunda, çocuğu görüşe götürmemenin kadınlar üzerinde yaptırımı olması, özellikle babayla görüşmek istemeyen çocuklarda kendine zarar vermeye giden tepkiler yaratabilmektedir.”
Karaca, çocuk görüşlerinin çocuğun üstün yararı ilkesinden hareketle tekrar gözden geçirilmesi ve babalık hakkının çocuğun yararı ile eş tutan yaklaşımdan uzaklaşılması gerektiğini ifade etti.
ADLİ GÖRÜŞME ODALARI KULLANIMI HAKİMLERİN TAKDİRİNDE
Adli Görüşme Odaları Yönetmeliği bulunsa da bu uygulamanın Medeni Kanun’da yasal dayanağının olmamasının çocukların dinlenmesi konusunda hâkime geniş bir takdir yetkisi verdiğini belirten Karaca, adli görüşme odalarına dair uygulamaları şöyle sıraladı:
*“Adli Görüşme Odalarının, tüm hassas grupların ihtiyacını karşılaması beklenirken, cinsel şiddet mağdurlarının dinlenmesi dışında kullanılmadığı anlaşılmaktadır.
*Ev içi şiddetin yaşandığı dosyalarda çocukların adliye ortamında psikolojik olarak zorlandıkları, raporların ayrıntılı incelemeleri içermediği ve mahkemelerde çocuklar dinlenirken ruh sağlıklarının gözetilmediği anlaşılmaktadır.
*Aile mahkemeleri bünyesinde pedagog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının bulunduğu, bu kişilerin velayet ve çocukla kişisel ilişki kurulması konularında rapor düzenlemekle görevli oldukları, aile mahkemesi hakimleri tarafından takdiren duruşmalar sırasında anne-baba önünde çocukların beyanlarının alınarak çocuklara sorumluluklar yüklendiği kadına yönelik şiddet alanında çalışan avukatlar tarafından aktarılmaktadır.
*Uzmanların çocukların fiziksel ve ruhsal iyilik halini gözetmekten uzak, çocukları baba ya da anneden hangisini tercih ettiği konusunda sıkıştırmaya varan sonuç odaklı görüşmeler yaptıkları görülebilmektedir.
*AGO'larda kayıt altında ve uzman tarafından ifadenin alınması gerekliliğinin altı çizilse de uzmanın iradesinin yok sayıldığı, kayıt dışı olarak savcının ifadeye dahil olduğu durumlar olabilmektedir.”
ADALETE ERİŞİM DÜŞÜK BÜTÇE ENGELİNDE
Kadınların adalete erişim hakkı konusunda önemli bir yerde duran adli yardım uygulamasında yaşanan sorunlara da değinen Karaca, “Maruz kaldıkları şiddet nedeniyle hukuki destek almak için baroların adli yardım bürolarına başvuran kadınların adli yardım bürolarında yetkili kişilerin ve adli yardım bürosu tarafından atanan avukatın kadınları etkili bir şekilde dinlememesi ve eksik/yanlış bilgilendirme yapması; baro tarafından çok geç tarihlere randevu verilmesi; ekonomik duruma ilişkin çok fazla belge talep edilerek prosedürün zorlaştırılması, kadınların az da olsa bir geliri ya da taşınmazı var ise daha başvuru yapmadan başvurunun reddedileceği yönünde caydırıcı söylemde bulunulması, 6284 sayılı Kanun kapsamında atama yapılmaması ve son olarak da CMK madde 234/1-a-3 dışında kalan suçlar için bu suçların mağduru olan kadınlara ne soruşturma ne de kovuşturma evresinde avukat atanması sorunlarıyla karşılaştıkları görülmektedir” dedi. Adli yardım için barolara verilen bütçelerin düşüklüğünün CMK ile görevlendirilen avukatların ücretlerini yıllar sonra almasına sebep olduğu gibi, baroların ücretsiz adli yardım verme kapasitelerini düşürdüğüne dikkat çekti.
Fotoğraf: DHA
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.