Bu sıralar çarşaf çarşaf aynı haberler yapılıyor yandaş gazetelerde; “Çalıştıracak işçi bulamıyoruz…”, “İş var, çalışacak işçi yok…”, “Gençlere iş beğendiremiyoruz, bir hafta geliyorlar sonrası yok…”. Hatta kimisi lütuf buyurmuş gibi “Asgari ücret, yol, yemek bile veriyoruz, yine de işçi bulamıyoruz” diyor, Yeni Şafak’ından Sabah’ına utanma nedir bilmezler de esasında kölelik koşulları dayatması olan bu cümleyi sayfa manşetine yerleştirip patron seviciliği yapıyorlar.
Yine böyle bir haberin bu gazetelerin birinci sayfalarını süslediği günlerde Eskişehir’deydim. Ekmek ve Gül okurlarıyla yan yana geldiğimiz kahvaltıya katılan işçi kadınlardan biri olan Nuran’la sohbetimizin baş köşesine kendiliğinden gelip oturdu bu mevzu. Nuran kırklı yaşlarda bir kadın, son 3 yıldır günde 12 saat, hafta tatili bile olmadan çalışırken pandemiyle birlikte günde 10’ar dakikadan iki çay molası, yarım saatten 20 dakikaya inen yemek molasıyla, kendi deyimiyle “insan yüzü, insanlık yüzü görmeden” çalıştığını anlatıyor. “12 saat sadece çalışma, buna bir de işe hazırlanmayı, yolu ekle, etti mi sana 14 saat… İnsanız, uyumamız lazım, düş 8 saat de ondan. Geriye kaldı 2 saat… İnsana, eşe dosta, eve barka hasret kaldım yıllardır” diyor. Sonra işten atılmış “küçülme” gerekçesiyle. “Ne yalan söyleyeyim, amaaannn nolacak dedim. Ama bu sefer kararım karardı, 8 saatten fazla çalışmam diye direttim. Eskişehir Organize’nin bütün fabrikalarını dolaştım. 8 saat iş arıyorum dediğimde bana güldüler. ‘Yaşın kaç olmuş bir de prensesler gibi 8 saatlik iş mi arıyorsun?’ diye yüzüme bakıp dalga geçtiler. Ama ben yılmadım. Nasıl diyeyim, onur gurur meselesi oldu benim için. Bizim mecburiyetimizi kullanıyorlar. Paraya ihtiyacımızı prangamız yapıyorlar. Geçim zor, mesai ücretine muhtacız, başka türlü barınmak, yemek, çocuk okutmak mümkün değil. Yeter dedim. Aylar sürdü bir iş bulmak. Şimdi asgari ücrete 8 saat, bir gıdım fazladan bir sosyal hak filan olmadan çalışıyorum. Hiç değilse kendime verdiğim sözü tuttum diye avunuyorum” diyor.
“Sermaye, vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar fazla canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir” diyordu Marx bundan 154 yıl önce. Nuran bu vampirliği şöyle anlatıyor: “Buna kölelik düzeni diyorlar. Vallahi ben bu yaşadığımızı kölelik düzeninden bile kötü görüyorum. Köle sahibi hiç değilse kölesine barınak, iki lokma da olsa yemek vermek zorunda, her köleye cüssesine, gücüne göre iş vermek zorunda, ölmesin ki çalışsın diye. Bizim patronlar nerede yaşamışız, ne yemişiz, gücümüz neye yeter bakmıyor, ölsek de umurunda değil. Bugün işçilik kölelikten kötü değilse ne?” diyor öfkeli öfkeli.
Nuran’ın bu cümleleri kurduğu buluşmanın hemen ertesinde, bir haber de Mersin’den geldi; 13 yaşındaki Suriyeli Ula Kerem, narenciye paketleme tesisinde çalışırken eşarbı iş makinesine takılarak feci şekilde hayatını kaybetti. Ula’nın bir fotoğrafı bile yok. İşçiye en fazla asgari ücret verip, günde 8 saat çalışma talebiyle “prenseslik” diye dalga geçenler, işçileri kölelikten kötü koşullara mahkum edip “Çalıştıracak işçi bulamıyoruz” diyenler, yaşamak için bu koşulları kabul etmek zorunda kalan mülteci çocuklardan birini öldürdü! Arkadaşlarıyla prenseslik oyunları oynaması gereken yaşta makine başında can verdi Ula.
Bu ülkede araştırmalar da gösteriyor; kadınların çalışma hayatındaki en önemli dört sorunu: Düşük ücret, işsizlik, sigortasız çalıştırma, uzun çalışma saatleri. Kadınların yüzde 63,9’u çalışma hayatından memnun değil. Kadınların yüzde 92’si sendikasız. Kadınların kıdem süresi erkeklere göre oldukça geride. Kadın işçilerin yüzde 86’sı işyerlerinde çocuk bakım desteğinin olmadığını söylüyor. Kadınlar erkeklerden daha düşük ücret alıyor. Kadın işçilerin yüzde 48,6’sının ortalama aylık geliri 2 bin liranın altında. Kadınların yüzde 25’i güvencesiz işlerde çalışıyor.
Nuran ilk defa böyle bir buluşmaya katılmıştı, tüm kadınların kendi dertlerini paylaştığı, yan yana gelmenin onlara ne kadar iyi geldiğini anlattığı buluşmada ilk defa söz aldı. Anlattıklarıyla bir ders de verdi aslında niyeti o olmasa da. “Ben yıllarca bu koşullarda çalıştım. Benim gibi çalışan kadınlar nasıl gelsin, nasıl haberdar olsun bu buluşmalardan? Nasıl fırsat bulsun düşünmeye, dünyaya bakmaya? Ne oluyor ne bitiyor görmeye takat mi kalıyor? Dünya bir o fabrika oluyor işte. Zihnimiz kapanıyor. Kadınları bir yere çağırmamız değil, kadınlar neredeyse orada olmamız lazım.”
Nuran’ın cümleleri, 135 yıl önce 8 saat iş günü talebiyle mücadele eden Amerikalı sınıf kardeşlerinin söylediği şarkının bugün çınlayan notaları gibi…
“Çok çalışmaktan yorulduk
Yaşamaya ancak yetecek kadar para
Düşünmeye ise zaman yok
Güneş ışığını hissetmek istiyoruz
Çiçekleri koklamak istiyoruz
Tanrının bunu istediğinden eminiz
Ve sekiz saati alacağız...”
Önümüz 25 Kasım. Şiddetin yalnızca evin zoru, gözün moru olmadığını, bizi güneş ışığından, çiçek kokusundan, insan görmekten, düşünmekten alıkoyan çalışma koşulları dayatması da olduğunu, evin zoruyla, işin yavaş yavaş öldüren, insanlıktan çıkaran zoru arasında bir bağ olduğunu daha çok konuşacağız. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için bütünlüklü politikalar, şiddete uğrayan kadınların yeni bir hayata başlayabilmesi için tüm olanakların erişilebilir hale getirilmesi kadar 8 saat iş günü, güvenceli istihdam, insanca çalışılacak koşullar, geçime yetecek ücret, emeğimizin hakkının verilmesi de 25 Kasım taleplerimiz arasında olacak. Nuran’ın dediği gibi, kadınlar nerede ise orada, yan yana…
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
13 yaşında iş cinayetinde ölen Suriyeli Ula’yı 25...
Kadınlar için türlü biçimlerde ‘ölüm’ dayatan, emeğimizin, bedenimizin, çocukluğumuzun çalındığı bu...
60 TL'ye 12 saat çalışan mevsimlik kadın ve çocuk...
Van Gevaş'ta günde 12 saat çalışarak sadece 60 lira yevmiye alabilen ve çalışmak zorunda olduklarını...
Çağlayan tekstil işçisi kadınlar: 1 Mayıs talebimi...
Çağlayan’da tekstil işçisi kadınlar 1 Mayıs taleplerini anlattı.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.