Ezilen, sömürülen, yok sayılan; ayrımcılığa, şiddete, tacize, tecavüze, yoksulluğa, açlığa, ölüme, gericiliğe ve eşitsizliğe maruz bırakılan ama bütün bunlara karşı sessiz kalmayan kadınların günü 8 Mart. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde farklı iş kollarında çalışan kadın emekçilerle, maruz kaldıkları sömürüyü, mobbingi ve baskıyı konuştuk. Ekmek ve Gül'e konuşan kadınların ortak talebi ise güvenceli iş, eşit, özgür bir yaşam.
‘İŞ YERİNDE TACİZ, YOLDA TEDİRGİNLİK’
Rümeysa 18 yaşında, uzun yıllar tekstil atölyesinde çalışmış. Yaşadığı taciz sonrasında tekstil atölyesinden ayrılmış. Yaşadığı tacizi şöyle anlatıyor Rümeysa, “Daha 16 yaşındayım. Benimle birlikte çalışan, yaşça büyük bir erkek beni taciz etti. Ben tersledim ama anlamadı. Taciz etmeye devam etti. Baktım sözlü tacizlerini daha ileri götürmeye başladı, patrona anlatmaya karar verdim.”
Anlattığında patronun, “Temas etti mi?” diye sorduğunu, elle bir temasının olmadığını söylediğinde ise “Bu taciz sayılmaz, sen işine bak, ben onunla konuşurum, bir daha yapmaz” dediğini anlatıyor. Ama bu erkeğin tacizlerine devam ettiğini anlatan Rümeysa, daha sonra işi bırakmak zorunda kalmış. Bu yaşadığı olaydan sonra korktuğunu, uzun süre çalışmak istemediğini anlatan Rümeysa, “16 yaşındaki bir kız çocuğuydum ve atölyede eğilip kalkamıyordum çünkü o tacizcinin gözleri üzerimdeydi. Hâlâ korkuyorum adam acaba beni kafasına takar mı, karşıma bir yerde çıkar mı diye” diyor.
‘KENDİMİ GÜVENDE HİSSETMİYORUM’
Rümeysa, ailesine destek olmak zorunda olduğu için yeniden işe girmiş. Bu sefer metal fabrikasında işe girdiğini anlatan Rümeysa, burada da kadınların aynı sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını anlatıyor. Sabah 5’te evden çıktığını anlatan Rümeysa, “O saate evden çıkınca yüz kere arkama bakıyorum acaba beni takip eden biri var mı diye. Sokaklarda, iş yerinde kendimi güvende hissetmiyorum. Evden çıkarken başıma ne geleceği belli değil çünkü o kadar güvensiz bir ülkede yaşıyoruz ki kadınlar sokağa adım atmaktan korkar hale geldi” diyor. Çocuk yaşta okulu bırakıp çalışmak zorunda kaldığını söyleyen Rümeysa, “Çocuk yaşta çalışmak zorunda kaldıysam, çocuk yaşta tacize maruz kaldıysam bu suç devletin suçudur. Öyle çok okumak istiyordum ki” diyor iç çekerek... Kadınlara çağrıda bulunan Rümeysa, “Biz kadınlar çok güçlüyüz. Eğer ki biz birbirimizin yanında olursak yaşananları değiştirebiliriz” diyor.
METAL İŞÇİSİ: MAKİNE GİBİ ÇALIŞIYORUZ
Yaklaşık 3 yıldır metal fabrikasında operatör olarak çalışan Ayşe “Kadın ağırlıklı bir fabrikada 10 saat boyunca havasız bir ortamda gün boyu makineymişiz gibi çalışıyoruz” diyor.
Bant sistemiyle çalıştıklarını ve bu sistemin birbirine bağlı olduğu için hızlı bir şekilde çalışmak zorunda olduklarını söyleyen Ayşe, “Yani ben durursam bandın akışı da duruyor. Molamız 15 dakika. X-ray cihazından da geçmek zorunda kalıyoruz ve koridorumuz da uzun olduğu için 5 dakikamız yolda geçiyor, 10 dakika mola yapabiliyoruz. Yani çayımızı doğru düzgün içemiyoruz ya da oturup dinlenme olanağımız olmuyor” diyor.
30 dakika yemek molalarının olduğunu söyleyen Ayşe iş ve ev yaşamındaki yükleri şöyle dile getiriyor: “İşteki hız yavaşladığında hemen performans düşüklüğünü gerekçe gösterip seni o banttan alıyorlar, başka yere yolluyorlar ya da primden kesiyorlar, o şekilde korkutuyorlar insanları. Bitkin düşüp eve geldiğimizde de oturmayıp evin işini de yapmak zorunda olduğumuzdan dolayı çocuklarımızla ilgilenmeyip ihmal ettiğimiz bir durum söz konusu.”
PTT ÇALIŞANI: KREŞ YOKLUĞU EN BÜYÜK SORUNUMUZ
2010 yılından beri PTT’de çalışan Fatma, önceden beri var olan taşeron çalışmanın, 2013 yılında kurumun özelleşmesiyle çığırından çıktığına dikkat çekiyor. Kadın erkek fark etmeksizin işçileri birbirine kırdırma aracı olarak ortaya konan 4 ayrı çalışma statüsü (699, 399, İHS, taşeron) ile artan sömürünün kadınları daha derinden etkilediğini ifade eden Fatma, “Tüm dünyada ve sektörlerde olduğu gibi PTT’de çalışan biz kadınlar da çifte sömürüye uğruyoruz. Ev işleri, yaşlı, hasta ve çocuk bakımı üzerimize yıkılıyor” diyor.
İş yerlerinde de erkek egemen anlayış ile mücadele etmek zorunda kaldıklarını anlatan Fatma şöyle devam ediyor: “Dağıtım alanlarında evrak teslimi için gittiğimiz ev, iş yeri gibi teslimat alanlarında sözlü, bazen de fiziki tacize uğrayabiliyoruz. Regl dönemlerindeki fiziksel ve ruhsal sıkıntılar bir yana, en az bir gün regl izni verilmediği gibi ağır posta çuvalı, tebligat çantası gibi yükleri de saatlerce taşıyoruz.”
Kreş yokluğu ise tüm kadınların olduğu gibi PTT işçisi kadınların da en büyük sorunlarından. Kaliteli, güvenilir bakım ve hizmet sunan özel kreşlerin yüksek ücretlerine güç yetiremediğinden dolayı çocuğunu, güvenilirliğinden emin olmadığı komşulara, sübyan okullarına bırakan, dahası bunlara da ulaşamadığı koşulda işten ayrılmak zorunda kalan çok kadın olduğunu söylüyor Fatma.
ÖZEL SEKTÖR ÖĞRETMENİ: İŞİMİZ AYNI, MAAŞIMIZ DEĞİL
ÖZEL sektörde çalışan kadın öğretmenlerin durumu da diğer iş kollarında çalışan kadınlarla hemen hemen aynı. 3 yıldır özel sektörde öğretmenlik yapan Gözde, “3 yıldır maaşım erkek meslektaşlarımdan daha az oldu. Aynı ders saatlerine giriyoruz. Aynı dersin öğretmenliğini yapıyoruz, aynı koşullarda çalışıyoruz ama ‘Onlar ev geçindiriyor’ deniliyor. Bunu bana bir tane müdürüm çok açıktan söylemişti. Özel sektörde öğretmenlik yapmak zaten yeterince zor, bir de kadın öğretmen olarak çalışmak çok çok daha zor. Çünkü pek çok alanda, pek çok yerde gerçekten ayrımcılığa maruz kalıyoruz” diyor.
Okulda bütün angarya işlerin kadın öğretmenlerin omuzlarına yüklendiğini söyleyen Gözde, “Mesela çocuğun bakımıyla ilgili bir şey vardır, ‘Sen kadınsın, titizsindir, sen halledersin’ deniyor. Yapılması gereken bir evrak işi vardır, ‘Kadınlar detaycıdır’ diye hep bize verilir. Zor sınıflar hep kadın öğretmenlere verilir. Mesela bazı büyük okullarda kılık kıyafet yönetmeliği vardır ve kadınlardan böyle jilet gibi olmaları istenir. Kalem etek giymeleri istenir. Bir gün okul idarecisi ‘Saçlarını düzleştirsen mi hocam?’ dedi. Ama bunların hiçbirine erkekler maruz kalmıyor. Özel sektörde özel hayatımızdan tutun da bedenimize kadar aslında her şeyle ilgili bir sözleri var ve bu hakkı kendilerinde görüyorlar” diyor.
HEMŞİRE: ÇALIŞMA ALANLARIMIZ GÜVENSİZ
İSTANBUL’da bir hastanede hemşire olarak çalışan Zübeyde, kadın sağlık çalışanların erkek sağlık çalışanlardan daha çok şiddete uğradığını anlatıyor: “Kadın sağlık emekçileri sözlü şiddet başta olmak üzere, yığınla şiddet türüne maruz kalıyor. Aşağılanma, olumsuz durumlarda çalışma, arkadaşlarından da sert çıkışlara maruz kalma, özellikle çalışma alanının düzenlenmesi, toparlanması ve yığınla evde yapılan işlerin kadın çalışanlardan beklenmesi çok yaygın bir anlayış. Kadın çalışanların daha çok olduğu bu alanda yapılan iş, bakım emeği ağırlıklı olduğundan zaten değer görmüyor. Çalışma alanlarının güvensizliği, alınmayan önlemler ve asla sorun olarak görülmeyen bu sorunlar.”
Kadın sağlık emekçilerin iş yerlerinde sistematik hale gelen cinsel saldırılar ve tacizler yaşadığını anlatan Zübeyde, “Mesela en son Yedikule’de yaşanan cinsel saldırı sadece gün yüzüne çıkabilen bir olay. Sonuç bütün somut delillere rağmen aklanan bir erkek oldu maalesef. Yaşanan bütün bu sorunlara değinmek, değiştirmek için tabii ki mücadele ediyoruz, kadınlar her yerde, her alanda var” ifadelerini kullandı.
MÜZİSYEN: KADIN OLDUĞUMUZ İÇİN ÇAĞRILDIĞIMIZ İŞLER OLUYOR
Viyola Sanatçısı Leyla müzisyen bir kadın olmanın zorluklarına değinerek söze başlıyor: “Sadece kadın olduğumuz için çağrıldığımız işler oluyor. Ne yazık ki günümüzde hâlâ kadınların birer obje olarak görüldüğü için sadece ‘kadın’ müzisyenlerin çalması istenen birçok işle karşı karşıya kalıyoruz.”
Gittikleri işlerde ücretlerini almak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kaldıklarını anlatan Leyla, “Bize söylenen saatler dışında çalışmak zorunda bile kalabiliyoruz. Çoğu zaman geç yatan ücretlerimiz de bunların cabası olarak bize yansıyor ne yazık ki. Ama çaresiz değiliz, bunu da biliyoruz. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne giderken bulunduğumuz her mahalleyi, iş yerlerini ve fabrikaları mücadele alanına çeviren kadınlar olarak yan yanayız” diyor.
GAZETECİ: MEDYADA BÜYÜK BİR AYRIMCILIK VAR
MEDYADA çalışan bir kadın gazeteci yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “İl dışında patlama, yangın, sel gibi bir olay olduğunda genellikle erkek muhabirler veya spikerler tercih ediliyor. Onların daha dayanıklı olduğu düşünülüyor. Başarı ve beceri olarak onlardan çok önde olsan da ilk düşünülen isimler onlar oluyor. Cam tavanların arkasında büyük bir ayrımcılık var. Kadın olduğunuz için ekrana makyajlı ve saçlarınız yapılı çıkmanız şart. Aksi takdirde canlı yayına çıkartılmıyorsunuz. Erkek muhabirler ya da spikerler için bu geçerli değil. Tutunabilmeniz veya yükselebilmeniz için becerinize değil toplumsal güzellik algısına ne kadar uyduğunuza bakılıyor. Örneğin bir haber için kameraman, şoför ve kadın muhabir yola çıkıyorsunuz diyelim. Ne yapacağınızı ve nereye gideceğinizi siz biliyorsunuz. Ama erkek şoför, sırf erkek olduğu için kameramana soruyor, ‘Nereye gidiyoruz, devam edecek miyiz, bitti mi?’ Halbuki o soruların cevapları sizde. Ama size yöneltilmiyor. Defalarca uyarmak zorunda kalıyorsunuz. Sizin hassasiyetlerinizle ilgilenilmiyor.”
ÇAĞRI MERKEZİ ÇALIŞANI: ‘BAYAN OLMASAN KÜFÜR EDERDİM’
İKİ aydır çağrı merkezinde çalışan Nurten, “Müşterilerin geneli erkek ve üslupları çok sert. Sürekli bağırarak konuşuyorlar, kadın olduğun için işi anlamayacağını düşünüyorlar. ‘Bayansın, bayan olmasan küfür ederdim’ gibi cümleler kuruyorlar. Küfür edenler de var. Günde kaç defa küfür yiyoruz, hakarete uğruyoruz sayamıyorum. Biz sorunu çözmeye çalışıyoruz ama psikolojimizi yıpratıyorlar. Şirkete dair sorunları var ama bize cephe alıyorlar. Robot olarak bizi görüyorlar” diye yaşadığı deneyimi aktardı.
Nurten, “Kadınların yalnızca anne, ev kadını olarak görülmediği işte, her yerde var olduğunun bilindiği, eşit emek eşit ücret ilkesinin artık benimsene bildiği bir toplum olma umuduyla” diyor.
EV KADINI: EMEĞİMİZ GÖRÜLMÜYOR
Üç çocuk annesi ev kadını Zehra, ev kadınlarının sabahın erken saatlerinden başlayarak akşam geç saatlere kadar hiç durmadan evde çalışma halinde olduğunu anlatıyor. Akşam işten gelen kocalarının ise “Ne yaptın ki bütün gün?” sorusu ile karşılaştıklarını söyleyen Zehra, “Özellikle ev kadınlarının büyük haklara sahip olması gerekir. Ev kadınlarının sigortasının yatırılması ve bunun devlet tarafından kontrol edilmesi gerekir. Biz evde 24 saat çalışıyoruz, iş hiç bitmiyor. Diyelim kocan seni aldattı, şiddet uyguluyor, boşanmak istiyorsun. Gideceğin yer yok, sigortan yok. Birikimin yok. Çocuklarla ne yapacaksın? Şiddet görsen bile susup oturuyorsun evinde. Köle gibiyiz, her şeyi yapmak zorundayız gibi davranıyorlar. Ev kadınlarının da emeğine sahip çıkması gerekir. Bunun için mücadele etmeliyiz” diyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.