
Şarköy’ün dumanı Trakya’nın semalarını karartmakla kalmadı, Çanakkale’yi de kapladı. Daha geçtiğimiz günlerde Ödemiş’te başlayan yangın İzmir’i alev alev yaktı. Bursa Gürsu’daki yangın günlerdir sürüyor; bundan kısa bir süre önce ise Eskişehir’deki yangını söndürmeye çalışan 10 kişi hayatını kaybetti.
Çoğumuz haberlerden, sosyal medyadan içimiz kan ağlayarak bu yıkımı çaresizce izliyoruz. Kadınların da günlük konuşmalarının ana gündemi yangınlar oluyor haliyle. Kimi kadın, ekranın karşısında saatlerce ağlayarak yangın haberlerini izlediğini söylüyor, kimi o görüntülerin psikolojisini bozduğunu, bu nedenle haberlerden uzak durduğunu dile getiriyor. Kimi, “Taşradaki çevre eylemlerine büyük şehirlerde yaşayanları nasıl dahil ederiz?” sorusuna kafa yormuş. Kimi, yangın söndürmedeki beceriksizlikleri görünce memleketin hepten yaşanmaz bir yer olduğunu düşünüp korkunç bir güvensizliğin içine düşmüş. Kimi öyle acı duymuş ki “Evladımı kaybetmişim gibi, acıdan öldüğümü düşündüm” diyor. Kimi, yangınların söndürülebileceğine olan umudunu yitirmiş, “Allah yardım etse de güzel yağmurlar verse” diye bekliyor. Kiminde korku ve güvensizlik öyle bir noktaya gelmiş ki iktidarın -başka ülkelerdeki iktidarların da - yanlış iklim politikaları nedeniyle sadece ormanların değil, yakın bir zamanda dünyanın sonunun geleceğini düşünüyor.
Görüştüğüm onca kadın, bir tanesi hariç, “Ne yapabilirim?” diye sormuyor. Kendi gücünü başkalarıyla bir araya getirerek büyütebilmenin yollarını aklının ucuna bile getirmiyor. Haberleri izlemeyen kadın arkadaşa soralım: Siz izlemeyince ormanlar yanmayacak mı? Acı duyan kadın arkadaşımız, acı duymak çok insani evet ama ağlayarak neyi çözebiliriz? Ee, meteoroloji de “Yakında yağmur yok” diyor… Ne yapalım çaresizce bekleyelim mi?
Peki bu sorun İzmir’in, Eskişehir’in, Bursa’nın bir ormanında değil de evinizin mutfağında olsaydı ne yapardınız? Örneğin elektrik süpürgesini fişten çekerken fiş kablolarla dışarı çıktı. Uzun uğraşlardan sonra yerine koyamadınız. “Ya çocuk elini sokarsa ya da bir kıvılcım falan fırlayıp bir yeri yakarsa?” diye endişelenmeye başladınız. Ne yaparsınız? Saydığımız olumsuzlukların gerçekleşip acı haber konusu olmayı mı beklersiniz yoksa bir elektrikçi çağırıp sorunu gidermeyi mi düşünürsünüz? Yanan ormanlar kilometrelerce uzağımızda olsa da aslında tehlike, mutfağımızdaki priz kadar yakın.
Orman yangınları neden çıkıyor?
Resmi veriler, 2025’in sadece ilk 6 ayında Türkiye’nin dört bir yanında 3 bin 181 yangın çıktığını gösteriyor. Bunların 1351'i ormanlık alanlarda, 1830'u ise orman dışı alanlarda (tarım, kırsal) meydana gelmiş. Çarpıcı olansa bu yangınların yüzde 20-25’inin elektrik hatlarından kaynaklanması. Peki nasıl oldu da elektrik tellerimiz ağaçlarımızın celladına dönüştü? Aslında nedeni çok basit: 2023’te dağıtım şebekelerinin tamamının özelleştirilmesi. Hem de 15 yıllık ihalelerle. Tek amacı kâr olan şirketler, değil devletin denetlemesine izin vermek, bakımı bile sıfırladılar.
Peki bu bakım çok mu pahalı? Hatları yer altına almanın kilometre maliyeti 1,2 milyon lira. Oysa 2025’te sadece Diyarbakır’daki bir yangının verdiği zarar 2,3 milyar lira! Ayrıca yapan yapıyor; Kaliforniya, 2018’den beri riskli hatları yer altına alıyor. Türkiye’de ise sadece yüzde üçlük bölüm yer altında gömülü. Bu önlemler alınmadığı için, ağaçlara sürtünen veya birbirine çarpan kablolar, kuru otları iki saniyede tutuşturuyor. Celladın bıçaklarını bileyen ise özelleştirme…
Devleti şirket gibi yönetirsen olacağı bu
2025’te yangınlara müdahale eden toplam 14 kişi hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden on kişi, Eskişehir’deki yangınla mücadele eden orman işçileri ve AKUT gönüllüleriydi. Bu süreçte ise Tarım Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğünün, “tasarruf” gerekçe gösterilerek gerekli koruyucu ekipmanlarının ve kara aracı kiralamalarının iptal edildiği ortaya çıktı. Orman Genel Müdürlüğü, 2025 yılı için kendine ayrılan 45 milyar 494 milyon liralık bütçenin sadece 15 milyar 863’ünü harcadı, hatta Evrensel Gazetesinde yer alan bir habere göre, müdürlük 2020-2024 yılları arasında bütçesinin bir kısmını faize yatırarak kâr elde etti. Bir devlet kurumunun, hizmet etmesi gereken halkı değil, kârı baz alarak hareket etmesi, bizim bugün böyle bir yıkım tablosuyla karşı karşıya kalmamızla sonuçlandı.
Dolayısıyla televizyonda izlediğimiz, sosyal medyada dolaşırken denk geldiğimiz felaket manzaraları, ne bir tesadüf ne de “Allah’ın işi.” İnsanların, hayvanların, ağaçların hayatını hiçe sayarak sadece ve sadece kâr odaklı hareket eden bir devletin ve onun hizmet ettiği sistemin bir sonucu. Bu yüzden öfkemizi içimize atmamalı, özelleştirme politikalarına ve denetimsizliğe yönlendirmeliyiz. Bizlerin ürettiği zenginliğin, suyumuzun ve canımızın korunması için harcanması bizim elimize. Bunu sağlayabilmek için umutsuzluğa kapılan, içi yanan kadınlarla bugünden yan yana gelmenin alanlarını oluşturmak her birimizin sorumluluğu.
5 yılda 55 bin futbol sahası büyüklüğünde orman yandı
Orman Genel Müdürlüğünün verilerine göre, son 5 yılda 12 bin 604 yangın çıktı ve bu yangınlarda yaklaşık 55 bin futbol sahası büyüklüğünde orman alanı yandı. Meydana gelen bu yangınların yüzde 13’ü yıldırım düşmesi gibi doğal sebeplerden, geri kalan yüzde 87’si ise kasıt, ihmal yani insan kaynaklı. Bütün bunlara tepki duymak için ormanın yamacında köyümüzün olması gerekmiyor. Muğla’nın bir köyünden kalkıp Mecliste görüşülen maden yasasına karşı çıkmak için Ankara’ya giden 80 yaşındaki kadın bizim için de mücadele ediyor. Meclisin önündeki basın açıklamasında elindeki zeytin ağacının dalını gösterip “Bu biterse yaşam biter” diye feryat etmesi boşuna değil. Evinde oturup ağlayabilirdi ya da “Bu yaşımda nereye gideceğim?” diye düşünebilirdi. Ama o, Meclisten geçirilmeye çalışılan yasayı duymuş, o yasanın toprağına, suyuna, havasına zararlarını görmüş ve yanına kendisi gibi, kötülüğü fark edenleri de alarak düşmüş yollara. Şimdi, yollarımızı birleştirme zamanı.
Fotoğraf: DHA
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.