Çalıştığım zamanlarda KESK üyesi, şimdi ise emekli ve Emek Partisi üyesi bir kadınım.
Bunun yanı sıra kızı çalıştığı için 1.5 yaşındaki torununa bakan bir anneanneyim. Eğitim Sen Tiyatro Grubu ve Ekmek ve Gül Tiyatro Atölyesi oyuncularından biriyim. Hayatım boyunca haksızlığa boyun eğmedim, hep mücadele ettim. Çocuklarım için, kendim için hep daha yaşanılabilir bir ülke inancına sahiptim. Şimdi de torunuma güzel bir gelecek bırakmak istiyorum.
1995 yılında eşim politik nedenlerden dolayı cezaevine girdi. O yıllarda henüz küçük olan iki kız çocuğumu cezaevi kapılarında büyüttüm. Geçen hafta bir sabah kapı çaldı. Yorgun olduğum için kalkamadım, kapıyı eşim açtı. Daha sonra yanıma geldi ve polislerin beni sorduğunu söyledi. Hızlıca kalktım; dört erkek, bir de kadın sivil polis kapıdalardı. Arama izinlerini gösterdikten sonra salona girdiler. Cep telefonlarımızı ve bilgisayarları istediler.
Bu sırada odasında yatmakta olan büyük kızım garip bir şeyler olduğunu hissetmiş, hemen yakın bir arkadaşımızı arayarak durumu izah etmiş. Polis “Evde silah var mı?” diye sorduğunda eşim yüreğini gösterdi.
Kibarca her yeri aradılar. Kibarca diyorum çünkü eşim 1995 yılında evden alındığında, evin altını üstüne getirmişlerdi. Suç delili olarak aradıkları şeyin evde değil, sosyal medya hesaplarımda olduğunu öğrendim. Bir yandan ‘İyi ki bugün evde yalnız değilim’ diye düşündüm. Sabah kızım işine gittiğinde, torunum ve ben evde yalnız kalırız. Eşim aynı zamanda sendikacı olduğu için, çoğunlukla evde kalmıyor. Kızım Uzakdoğu’dan bir aylığına izne geldiği için torunum Can’ı ona bırakmıştım. Polisler aramayı bitirmiş, tutanağı tutmuşlardı ve sıra bana gelmişti. Üzerimi giyinip gelmemi istediler. Giyindim, eşim ve kızım ile vedalaştım. O anki hüznümü hissetmesin diye torunumu öpmek istemedim.
Karakola vardık, sağlık kontrolünden sonra nezarete indirildik, bir de baktım ki emekli öğretmen arkadaşım Nigar da burada. Gayet neşeli bir şekilde sabah sporumuzu yapıyoruz, şarkılarla, türkülerle, halaylarla zaman geçiriyoruz... Üçüncü gün bir gün önce gözünden ameliyat olan, arkadaşımız Songül’ü getirdiler. Diğer gözü çok görmeyen arkadaşımızın mikrop kapmaması için kendimizce önlem aldık. Kızım da sonradan bize yastık kılıfları, battaniye gönderdi. Kıyafetlerimizi kılıfların içine koyarak Songül’e yastık yaptık. İki gün sonra Songül sağlık durumundan dolayı ifadesi alınarak serbest bırakıldı.
“Yedinci gün çıkarız” diye düşünürken, avukatlarımız ek süre alındığını söyledi. Okuyacak bir şey olmayınca zaman da geçmiyor. Bize yemek verilen köpük tabaklardan okey taşları yaptık ve oynamaya başladık. Okey oynarken fark ettik ki bir sürü türkü biliyormuşuz.
Songül de ben de sosyal medya paylaşımlarımızdan dolayı buradaydık. Aynı gün 11 kişiyi daha almışlar.
Onuncu gün adliyeye sevk edildik. Koridordan geçerken kalabalık bir grup arkadaşımızı görmek güzeldi. Kimsenin yanımıza gelip bize dokunmasına izin vermediler. Kızımın izni bittiği için geri dönmesi içimi burkmuştu, fakat torunum heyecanla bana bakıyordu. Savcının odasına girdiğimde sosyal medya paylaşımlarımı sordu. “Bir kadın olarak savaştan endişeliyim, barış istiyorum. Bu kadar” dedim. Bana ait olmayan fotoğraflı bir paylaşımı gösterdiler, itiraz ettim. İfadelerimiz alındıktan sonra serbest kaldık. Koridora çıkınca “Hey özgürlük” diye bağırdım. Barışı savunmak, insanca yaşamı savunmak, taa yüreğimde hissederek savunmak...
İlgili haberler
Savaşa, sömürüye, şiddete karşı YAŞASIN 8 MART!
8 Mart içi boş laflarla ‘vitrin’ yapılacak bir ‘Kadınlar Günü’ değildir. 8 Mart hem evde hem işyerin...
Biz bu devranı değiştirebiliriz
8 Mart’tan ne çok şey istiyoruz aslında. Ama bugünlerde en çok istediğimiz şey umut. Savaş, şiddet,...
Başka bir hayat için kadınlar 8 Mart’a
8 Mart vesilesiyle kadınlarla bir araya gelen, onların sorunlarını dinleyen, çözüm önerileri arayan...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.