GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yıldızlarda kaldı yüreğim
Adamlar duymazdı bu köyde kadınların sesini. Dağdaki kurtlar acı acı uludular, ağaçlar yapraklarını eğdi utancından, rüzgar aldı Seher’in sesini götürdü en kuytu yerlere insanlar duysun diye. Kadınlar

Kendi hikayemi anlatacağım size. Karanlık gecelerden birinde yaşadıklarımı bir masal gibi anlatacağım. Bir zamanlar izlemişim ya da dinlemişim de aklımda parça parça kalmış gibi. Çocuklarıma anlatıyorum bazen, komşularıma, kim sorarsa ona anlatıyorum açıkçası. Bu benim hikayem mi, annemin hikayesi mi, yoksa sırtına binen onca yüke rağmen ayakta durmayı başaran tüm kadınların hikayesi mi onu da bilmiyorum. Öylesine içime işlemiş ki bu hikaye, anlattıkça benim hikayem sanıyorum. Belki de senin hikayendir onu da bilmiyorum. Benim adım Seher, Yeter, Neni, Samiye, Fatma, Zehra, Aysel…O kadar çok adım var ki. Her anlatışımda başka ismimi kullanıyorum. Karanlık bir gecede başladı her şey. Aslında o geceden çok öncesi de var ama ben ilk defa o gece anladım sesimin duyulmadığını, görüntümün olmadığını. Kör adamların içindeki karanlığı o gece gördüm.

SEHER’İN HİKAYESİ
Ay bulutların arkasından yüzünü göstermiyordu. Ara ara hareket eden bulutların arasından birkaç sönük yıldız bir görünüp bir kayboluyordu.

Seher, yer yatağında yatan kardeşinin derin soluk alışverişlerine imrenerek baktı. Gözünü bir türlü uyku tutmuyordu. Çetin bir kışın ardından beklenen bahar gelmişti. Birkaç gün önce çoban, uzun süredir ahırdan çıkmadan baharı bekleyen koyunları önüne katıp yaylaya gitti.

Babası ve Neni ise sabah ezanı ardından erzakları eşeğe ve ata yükleyip çobanın peşinden yaylaya doğru yola çıktılar. Babaannelerine kendilerini bildi bileli ‘Neni’ derdi iki kız. Seher, atın eyerini bağlayan babasına yaklaşıp meraklı gözlerle “Baba biz gelmeyecek miyiz” dedi ama boşuna cevap bekledi. Neni cevap verdi kaygıyla bekleyen kıza ‘Sizi birkaç güne kadar getirecek baban merak etmeyin kızım.’ Baba kendisinden onay bekleyen anasına da bakmadı. Kulakları duymuyor gibiydi.

Alt katı ahır olarak kullanılan toprak evin üst katındaki tahta balkona açılan iki kapı vardı. Kapılardan biri; Seher, kız kardeşi Yeter ve Neni’nin kaldığı tek pencereli odaya, diğeri ise üç oda ve mutfaktan oluşan bölüme açılıyordu. Kızlar havanın kararmasıyla birlikte çekildikleri odada Neni’ye korkunç hikayeler anlatıp onu korkutacağız derken kendileri korkup babaannelerine iyice sokulurlardı. Neni de hikayeler anlatırdı, gerçek hikayeler. Tülbenti ile gözyaşlarını silerken kızlar teselli etmek için ona sarılır hep beraber sarsıla sarsıla ağlarlardı.

‘Anan ne severdi seni, gözünden sakınırdı.’ Seher’e bakardı yüreği burkularak ‘Anan olaydı yavrum bunları yaşar mıydınız?’ Sonra Yeter’e bakıp devam ederdi sürekli dinledikleri hikayeyi anlatmaya. Her seferinde ilk defa dinliyormuş gibi heyecanlanırdı kızlar ‘Sen ananı hiç bilmedin Yeter’im. Anan, senin gelişini beklerken iki gün boyunca bağırdı. Ebe iki gün, iki gece ananızın başında bekledi. Ben de bekledim garibanın başında. Bu yerin dibine batasıca teyzeniz Samiye’de bekledi. O zamanlar iyiydi, ablasına pek düşkündü.

Yorgun düşen anan iki uykusuz gecenin sonunda sabaha karşı seni doğurdu. Doğduğunda kocaman bir bebeydin. Kız oldun diye baban uğramadı içeri. Erkek adam ya, erkekliği batsın. Nene, oğluna kızınca her seferinde pişman oluyor sözlerini yumuşatıp anlatmaya devam ediyordu. ‘Neyse ben kızıyorum da siz kızmayın babanıza, hiçbir şeyimizi eksik etmedi Allah razı olsun oğlumdan. Doğumdan sonra başlayan kanamayı ebe ne yaptıysa da bir türlü durduramadı. Kız çocuğu olmuş diye kahvede kederli kederli oturan babana haber saldık. Baban doktor getireceğine dağdan kırmızı toprak getirdi. Yıllardır kanayan yerlerimizi toprakla durdurduk. Kimisine iyi geldi kimisine kötü.

Babanın dağdan getirdiği kırmızı toprağı ateşte iyice kızdırıp, ananın altına bastık. Ancak öyle durdu kanaması. Ah yavrum, el kadar bir bebeydin, açlıktan ağlayıp durdun günlerce. Küçücük ağzını acı içinde kıvranıp yatan ananın sütten taş kesilmiş memelerine tutturamadık. Sen ağlayıp dururken anan bir türlü gözünü açamadı ki sana süt versin. Ateşi bir türlü düşmedi, sayıklayıp durdu günlerce. İki hafta sonra getirdikleri doktor ‘Topraktan tetanoz kapmış, yaşamaz artık!’ dedi. Birkaç gün sonra da öldü gitti gariban.’ Nene tülbentiyle gözyaşlarını silerken bir yandan da kendisine sokulup ağlayan kızların saçlarını okşuyordu. ‘Ah kadersiz yavrularım, ananız kurtuldu bu yerin dibine batasıca dünyadan, siz kaldınız, el kadar bir bebek ve yedi yaşında bir çocuk. Size baksın diye aldık bu kör olasıca teyzeniz Samiye’yi. Anan ile teyzen de anasız büyümüşler. Onlar da gün yüzü görmemişler. İki bacı birbirlerine tutunup yaşamış yıllarca. Anan ölünce Samiye çok ağladı. Sonra öyle bir sardı sarmaladı ki sizi. Biz de size analık eder diye babanla evlendirmeye karar verdik. Ne bilelim yavrum babanla evlendirince bu kadının insanlıktan çıkacağını.’

Samiye’nin eniştesiyle evlenmemek için döktüğü gözyaşlarına kimse aldırmadı. Dil dökmediği kimse kalmadı. Benim oğlum da istemedi evlenmeyi ya bilemedik böyle olacağını. Zaten bana da sormadılar. Dedeleriniz öyle uygun görmüşler. Evlendirdiler zorla ikisini.’

Ablasının kocasına nasıl karılık yapılır aklına, yüreğine, sığmayan Samiye evlendiği gün ölmüş yüreğinde insanlık adına ne varsa. Ne kocasına karılık edebilmiş ne de yeğenlerine analık. Kocasından kaçtıkça her gece dayak yemiş. Sabah olunca ise tüm bunlara sebep gördüğü çocuklardan çıkarmış öfkesini. Bu evde mutluluk, anaları ile birlikte toprağa gömülüp gitmiş.

İçine oturan sıkıntıyı bir türlü atamayan Seher, uzaktan gelen silah sesleriyle irkildi. Ardı arkası kesilmeyen patlamalara karışan insan sesleri ve öfkeli köpek havlamaları gecenin sessizliğini parçalıyordu. Seher, oturduğu tahta sedirden fırlayıp ayağa kalktı. Karanlık odanın içinde ne yapacağını bilmez bir şekilde dolanmaya başladı. Bu saatte patlatılan silahlar pek de hayra alamet değildi. Silah ve gece demek, kız kaçırma demekti. Kümesten tavuk kaçırmak kadar doğaldı erkekler için.

Sesler gittikçe yaklaşmaya başladı. Seher, yer yatağından korkuyla fırlayan kardeşine eliyle yatmasını işaret etti. Odanın bir köşesine çekilip pencereye gözlerini dikti. İki çiviyle tutturduğu perde kapalıydı. Kapıya baktı ne yapacağını bilmez halde. Sonra koşup demir çengel takılı mı diye kapıyı kontrol etti. Yorganın altına sinmiş titreyerek ağlayan kardeşini sakinleştirmek umuduyla başını okşadı. Kardeşinin yanına çöktü. Anlamıştı artık başına gelecekleri. Yaklaşan sesleri dinleyerek elleri dizlerinin üstünde öne arkaya sallanmaya başladı. Küçük odaya baktı yaşlı gözlerle. Küçük ama tüm dünyasını dolduran odaya. Tuzağa düşmüş bir kuş gibi atıyordu kalbi. Ateş sardı dokunduğu, baktığı her yeri. Yangının ortasından kaçacak bir aralık aradı gözleri. Buhar olup uçmaktan başka kaçacak yer yoktu. Uyursa dokunmazlardı belki. Hemen yatağa yatıp kardeşlerine sarıldı.

- Hadi uyu, uyu çabuk, dedi telaşla kardeşine. Sonra da sımsıkı kapattı gözlerini.

Uyuduğuna kendisini inandırırsa gelenleri de inandırırdı belki. Uyuyana dokunulmazdı. Daha da sıktı gözlerini. Yangının ortasında, acıdan yana yana sıktı da sıktı. Adamlar iyice yaklaştılar. Önce evin avlusuna sonra tahta merdivenlere ulaştılar. Seher, merdivenin gıcırtılarını duymamak için iki eliyle kulaklarına bastırdı.

Uyuyordu Seher, Yeter. Kapıyı yumruklayan eller bir süre sonra susacaktı. Çocuklar uyandırılmazdı. Oysa adamlar çocukları uyutmadıkları için uyandırılmayacağını da bilmiyorlardı.

- Ablaa ne oluyor?
- Abla kim geldi?

Seher, ellerini kulaklarına yapıştırmış bir halde yatıyordu. Kafasını gömdüğü yastık sırılsıklam olmuştu. Gözyaşı, ter, kaynayan bedenine sığmıyor, taşıyordu.

Kocaman güçlü adamlar, bir çırpıda tahta kapıyı tutan metal çengeli söktüler. Çengel koca bir ağaç gibi küçük odayı dolduran mutluluğun üstüne düştü. Hiç bunları görmedi içeriye giren adamlar.

‘Hadi kızım rızanla yürü gidelim’ dedi yanına yaklaşan amcası. ‘Baban seni Yaşar’a verdi. Behiye, teyzenlere götüreceğiz seni. Sonra da düğünün var. Kalk hadi yorma bizi.’

Bir çuval gibi kaldırdılar kilitlenmiş Seher’i. Uzun süredir korkudan sesi soluğu çıkmayan Yeter sonunda bağırmaya başladı:
- Ablamı götürmeyin ne olur emmi, babam size kızar emmi.
- Babaaa…

Gelenlerin kulakları duymuyordu bu çığlıkları. Sağırdılar, uyuyan kızlara, kördüler yanan kızlara. Ellerini kulaklarından ayıramadıkları Seher’i dışarı çıkardılar. Yüzüne soğuk rüzgar çarpınca gözlerini açan Seher bütün gücüyle bağırırıp karşı koymaya başladı. Kendisini tutan elleri ısırdı, tekmeledi sonunda ellerinden kurtulup koşmaya başladı. Ayaklarına batan taşlara dikenlere aldırmaksızın bütün gücüyle koşuyordu. Arkasından savrulan öfke dolu küfürleri duymuyordu bile. Rüzgar sevdi saçlarını. Ay ışığı yolunu aydınlattı. Toprak güç verdi ayaklarına, daha da hızlı koştu. Bir silah patladı gecenin sessizliğinde yankılandı. Ardından patlayan silah sesinden ürken Seher bir an duraksadı. Burnundan soluyan adamlardan biri yakaladı saçlarını. Tüm gücüyle yanan yüzüne bir tokat attı. Bir daha, bir daha. Zaten yanıp kavrulmuştu Seher hiç hissetmedi. Diğer adam gelip yakaladı tokatlayan adamın elini.

- Ne yapıyorsun, gelinlik giyecek bu kız, yeter.

İki adam, gelinlik giyecek kızın kollarından tekrar yakaladılar. Bir daha kaçamasın diye kemiklerine kadar sıktılar. Yere basacak gücü kalmayan Seher’i sürükleyerek götürmeye başladılar.

- Bırakın beni!

Adamlar duymazdı bu köyde kadınların sesini. Dağdaki kurtlar acı acı uludular, ağaçlar yapraklarını eğdi utancından, rüzgar aldı Seher’in sesini götürdü en kuytu yerlere insanlar duysun diye. Kadınlar duydu, çocuklar duydu, babası duymadı Seher’i, yanında kollarından tutup sürükleyen adamlar duymadı. ‘Bana sesini duyurmayın, alın götürün’ demişti zaten babası.

Ayaklarında ayakkabı olmadığını söyledi birileri. Koluna girmiş sürüklüyorlardı Seher’i. Yere basmıyordu ki, ayaklarını hissetsin.

Başını kaldırıp aydınlanmış gökyüzüne baktı Seher. Bulutların arkasından çıkmıştı tüm yıldızlar. Anasını, nenesini, teyzesini düşündü yıldızlara bakarken. Işıl ışıl dizilmiş saygıyla onu selamlıyorlardı. Gülümsedi, bıraktı yüreğini bir kelebeğin kanadına, gönderdi yıldızlara. Yüreği özgürdü, düşünceleri özgür.

Yıldızlar şahitti yaşadıklarına. Karanlıkta yıldızları gösterip hikayesini tüm güçlü kadınlara anlatacaktı.

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Bir günde kader yazılmaz

Anita hamile olduğunu Luca’ya söylediğinde genç adam dondu kaldı. Ne mutluluk, ne üzüntü… Hesapta ol...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Dokunuş

Bugün bir başka dokunuşla yeniden can bulmuştu. Işıldamıştı günden güne solan gözleriyle küskün kalb...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Gergedan Hanım

‘Bir gergedan belki,” dedim. İki kez kırılıp sola doğru eğilmiş geniş burnu, birbirine yakın aşağı b...